1 Kasım 1928 tarihinde meclis oylamasıyla kabul edilip 3 Kasım 1928 tarihinde resmi gazetede yayınlanın yürürlüğe giren harf inkılabının yıl dönümünde, Türkçe'nin öneminden ve harf inkılabının gerekliliğinden bahsetmeye çalışacağım. Neden bir harf inkılabına gerek duyulmuş, yapılmasa olmaz mıydı, Mustafa Kemal ATATÜRK'ün bu konudaki ısrarının sebepleri nelerdir? Şimdilerde çok sık dillendirilip bir yara gibi kaşınmaya çalışılsa da azıcık bu konuda bilgi sahibi kimseler bunun yapılmasının ne kadar gerekli olduğunu biliyorlar. Ama her konuda olduğu gibi bu konuda da bazı sivri akıllılar çıkıp akılları sıra bunun üzerinden nemalanmaya çalışmıyor da değil. O sivri akıllı efendilerin sordukları bazı soruları ve söylediklerini yazmadan geçemeyeceğim.
Bir gece de cahil kaldık.
Atalarımızın mezar taşlarını okuyamıyoruz.
Neden kendi alfabemizi bırakıp Latin alfabesine geçiyoruz?
"Dilimizi değiştirdiler" diyenler bile var.
Peki neden yapıldı bu inkılap ilk defa Mustafa Kemal'le mi başladı bu değişim?
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu konuyu belli başlı sınırlar dahilinde yazmaya çalışacağım. Çünkü bir yazıyla anlatılabilecek kadar sığ bir dilden bahsetmiyoruz. Dil dediğimiz olgu milletlerin kültür hayatında çok önemli muhtevaya sahip bir konu olduğundan, çıkış noktasından başlayacak olursak Türkçe'yi anlatmak koskoca bir ansiklopedi seti yazmayı gerektirecektir.
Çünkü; "Tarihin başladığı yerde Türk başlar, Türk'ün olduğu yerde Türkçe başlar."
Dil milletlerin yaşıyla ortak bir şekilde, o dili kullanan cemiyetin kültür hayatıyla birlikte büyür. Çağımız bilgi ve teknoloji çağı olduğundan dünya eskisi kadar büyük olmaktan çıkıyor adeta küçücük bir köy gibi oluveriyor. Bundan dolayıdır ki saf bir dil bulmak imkansızdır. Çünkü; medeniyetler eskisinden daha çabuk bir şekilde birbirleriyle bilgi ve kültür alışverişinde bulunuyorlar. Bu durum ister istemez kültür ve dil hayatında çok önemli değişmelere sebebiyet veriyor. Türk milleti olarak diğer medeniyetlerle bilgi, teknoloji ve diğer her türlü alışverişimizde en çok dikkat etmemiz gereken nokta herhangi bir kelimenin dilimize girmeden önce Türk diline uygun hale getirilmiş olması gerekir.
Merhum Ziya Gökalp'in Lisan isimli şiirinde dediği gibi;
Açık sözle kalmalı,
Fikre ışık salmalı;
Müterâdif sözlerden
Türkçesini almalı.
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinden Kanunu Esasi 1876'dan başlayacak olursak, Türkçe'nin Osmanlı Devleti'nin son zamanlarına damga vurmuş olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı'dan başlıyorum çünkü; her fırsatta Türk milletinin arasına dil üzerinden nifak tohumları ekmeye çalışanlar buradan beslenirler. Kanunu Esasi şöyle der;
Kanun-u Esasîye göre devletin resmî bir dili vardır; o da Türkçedir. Devlet hizmetine girmek için bu dili bilmek gerekir.
Şimdi tekrar konumuza dönelim. Harf inkılabı ilk defa Osmanlı Devleti'nde Enver Paşa zamanında Birinci Dünya harbi döneminde gündeme gelmiş olup Enveriye ismiyle halka duyurulmuştur. Alfabenin asıl fikir babası Kazım Karabekir'dir. Hatıratında bundan bahseder. Harf inkılabının ilk temelleri böylelikle atılmış olur. Ancak sonrasında Osmanlı Devleti savaşı kaybedince zaten pek kullanılmayan alfabe unutulur. Türkiye Cumhuriyeti kurulunca tekrar gündeme gelir. Gündeme gelmesindeki sebepleri inceleyecek olursak şöyle diyebiliriz.
Halkın ortalama olarak en fazla %20-25 arası bir kısmı okuma yazma biliyor ve bu oran yükseltilmek isteniyordu. Bu oran kadınlarda ve doğu bölgelerinde daha da düşük kalmıştır. Okur yazar oranının en yüksek olduğu il %50 okuma yazma oranıyla İstanbul başta gelmektedir. Ülke geneline baktığımızda İstanbul'la sınırlı bir ilmiye sınıfı mevcut olduğundan harf inkılabına karşı çıkanlar genellikle bunlar olmuştur. Dönem itibariyle basılan kitap ve gazete tirajlarına baktığınız zaman okuma yazma oranını az buçuk görebilirsiniz.
Böyle bir ortamda cahilliğe karşı bir savaş olarak harf inkılabı için 1924 yılından başlayarak Atatürk bazı çalışmalar, incelemeler ve araştırmalar yapmıştır. Bu doğrultu da Türkiyat Enstitüsü'nü kurdurmuş 1926 Bakü Dil Kurultayı'na delegeler göndermiştir. Buradaki amacı o zamanki adıyla (SSCB) olan Sovyet Rusya'nın esareti altında ki Türk topluluklarıyla bağları koparmak istememesidir. Kurultay neticesinde SSCB Latin alfabesini kabul etmiştir. Devamında 1928 yılının kasım ayında çalışmalarını neticelendiren dil komisyonun hazırlamış olduğu taslak meclis oturumunda milletvekillerinin oylarına sunulmuş ve yasalaşmıştır.
Kanunun yasalaşmasının ardından öyle bahsedildiği gibi bir gecede Latin alfabesine geçilmemiş aşamalı bir şekilde geçiş sağlanmıştır. Öyle ki tam anlamıyla Latin alfabesine 1930 yılını bulmuştur. Latin alfabesine geçişin ardından yurt genelinde okuma yazma kampanyaları düzenlenmiştir. Okuma yazma oranı büyük bir hızla yükselişe geçmiştir. Bunda tabi ki alfabenin çok büyük tesiri olmuştur. Üstelik biz Latin alfabesini direk almış değiliz onda bazı değişiklikler yaparak kendi dilimize uygun hale getirmişizdir. En basit anlatımıyla dil yazıldığı gibi okunmaya başlanmıştır.
Harf inkılabını eleştirenlere çağrımdır. Biraz araştırılarsa gerçekleri görüp şu anki kullandığımız matematik terimlerini Atatürk'ün geliştirdiğini göreceklerdir. Uluslararası rakamlara geçişimizde aynı dönemdedir. Türk diline verdiği önem neticesinde Güneş Dil Teorisi'nin araştırılmasını sağlamış, Türk Dil Kurumu'nu kurmuştur. Tekrar konumuza dönersek;
Mesela İngilizcede "she" yani bayanlar için "o" anlamında kullanılır. Ancak okumaya gelince "şi" olarak okursunuz fakat İngilizcede "ş" harfi tek başına yoktur. Türkçe'nin diğer bir güzel yanı da aynı örnekten devam edecek olursak İngilizcedeki gibi nesneleri cinsiyetine göre ayırmaz. Yukarda bahsettiğim gibi dil toplumların hayatına açılan bir penceredir.
Diğer bazı örneklerle devam edelim İngilizcede terim üretmek çok zordur. Türkçede ki gibi eklemeli bir dil olmadığından örneğin; "Unidentified Flying Object" demezler U.F.O derler. Türkçesi "uçan daire" veya "Random Acces Memory" demezler kısaca "RAM" derler. Türkçesi "ana bellek".Türkçede "göz- gözlük-gözlükçü v.b" olurken İngilizcede bunu yapamazsınız.
Evet yabancı dil öğrenelim ancak kendi öz dilimize de sahip çıkalım. Türkçesini kullanmaya türetmeye çalışalım. Böyle gidersek önümüzde ki yıllar içinde Türkçe çok büyük bir tehlikeye girecek. Dillerine sahip çıkan milletler var olmaya devam eder, dillerini yitirenler yok olmaya mahkumdur. Bunun en açık örneği İsrail'dir. Bin yıldır kendi devletleri yoktu ancak İbranice ile var olmaya devam ediyorlardı. Şu an kendi devletleri var artık ve herkes İbranice öğrenmeye mecbur.
Bilirsiniz İngiltere'ye güneş batmayan imparatorluk derler. Bunun sebebi dünyadaki en büyük kültür emperyalisti sıfatını omuzlamış olmasındandır. Ancak; rahmetli Oktay Sinanoğlu'nun dediği gibi "Unutmayın Başka hiçbir dil bilmeden sizi Adriyatik'ten Çin Seddine kadar götürebilecek tek dil vardır: Türkçe"
Son olarak şunları da belirtip yazıma son vermek istiyorum. Atatürk'ün Türkiye'de latin alfabesine geçtiğini gören SSCB'ni yöneten Stalin 1941 yılında savaşın ortasında tekrar alfabe değişikliğine giderek 25 yıl içinde ikinci kez alfabe değiştirdi ve Kiril alfabelerine geçti. Özellikle alfabeleri diyorum çünkü Orta Asya Türk Cumhuriyet'lerinde Kiril alfabesinin farklı versiyonlarını kullanarak Türk topluluklarının birbirlerine yakınlaşmasını istemiyordu. Bunların neticesinde toplulukları birbirinden uzak tutmayı başarabildi.
Günümüzde sevindirici gelişmelerde yaşanmıyor değil.
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev Kazakistan'ın Latin alfabesine geçmesine onay verdi ve bugün ilk Latin alfabesiyle gazete yayınlanmış oldu. 2025 yılına kadar aşamalı bir biçimde geçişin sağlanması düşünülüyor. Kendilerine hayırlar getirmesini dilerim.
TÜRK demek TÜRKÇE demektir. Ne mutlu TÜRK'üm diyene!