Dünyaya gözlerini ne bir sarayda ne de bir padişahın çocuğu olarak açtı.
Selanik'te küçük bir evde doğdu. Babası sıradan bir gümrük memuruydu. Annesi ise muhafazakâr bir Rumelili Türk kadınıydı.
Osmanlı'nın son döneminde dünyaya gelen bir halk çocuğuydu.
Çocuk yaşta babasını kaybederek hayatın gerçekleriyle çocukken tanışmak zorunda kaldı.
Yıkılmak üzere olan bir imparatorluğun askeri okullarında okudu. Memleket meseleleri hakkında düşünmeye okul sıralarında başladı.
Ders dışında kalan zamanlarda arkadaşlarıyla buluşup vatan meseleleri hakkında konuşuyorlar, birbirlerine hayallerini anlatıyorlardı.
Büyük hayalleri vardı… Hem de çok büyük hayaller… Bir gün uçuruma sürüklenen devleti kendisinin kurtaracağını düşünüyordu. Bu yüzden sürekli okudu, düşündü, kendisini geliştirerek gelecekte gerçekleştireceği hayalleri için hazırlandı.
Harp okulundan mezun olduğunda 24 yaşında gencecik bir Osmanlı yüzbaşısıydı. Yaşıtları gibi yüreği Türklük ateşiyle yanıyor, istibdat rejimine karşı özgürlüğü savunuyordu.
İmparatorluğun düşündüğünden daha kötü durumda olduğunu anlaması uzun sürmedi. İlk görev yeri olan Şam'da Osmanlı'nın fakir, tükenmiş yüzüyle tanıştı. Burası doğduğu topraklara benzemiyordu. Selanik gibi modern bir şehir değildi.
İnsanlar açtı… fakirdi… Medeniyet ve çağdaşlık bu topraklara uğramamıştı.
Hayallerini gerçekleştirme yolunda ilk adımı o günlerde attı. Kendisi gibi genç vatanseverlerle küçük bir cemiyet kurdu. Kurduğu cemiyete ise iki büyük aşkının ismini verdi. Vatan ve Hürriyet…
Hayatı boyunca vazgeçmeyeceği iki aşkı için ilk çileyi o günlerde yaşadı. Padişaha isyan etme suçundan tutuklandı. Ancak bu bir son değil zaferlerle dolu yürüyeceği yolun başlangıcıydı.
Trablusgarp'a gönüllü olarak savaşmaya gittiğinde imparatorluğun tükenmişliğine, çaresizliğine bir kez daha şahit oldu.
Koskoca imparatorluk, kendi toprağını savunmak için asker yollamaktan bile acizdi.
Bu topraklarda Osmanlı'nın zerre kadar hükmü kalmamıştı. Bu acı gerçekle tanıştığında henüz 30 yaşında bir Osmanlı kolağasıydı.
Trablusgarp'ta tükenmişliği gördükten çok kısa bir süre sonra doğduğu toprakların işgal edildiği haberini aldı.
500 yıllık Türk yurdu olan Selanik, tek bir kurşun atılmadan terk edilmişti.
Doğduğu, çocukluğunu yaşadığı, askerliğe ilk adımını attığı Selanik artık düşmanların elindeydi ve ömrünün sonuna kadar bir daha doğduğu toprakları göremeyecekti.
Kısa askerlik hayatında peş peşe büyük felaketler yaşadıktan sonra Çanakkale'de Cehennemi gördü.
Bir milletin var olma savaşında başroldeydi. Yıllardır hayalini kurduğu büyük adam olma yolunda ilk adımı atmıştı. Artık o sıradan bir Osmanlı komutanı değil Çanakkale kahramanı Yarbay Mustafa Kemaldi.
Çanakkale'deki büyük zaferden sonra önce Doğu cephesinde Ruslara karşı zafer kazandı. Ardından Filistin cephesinde 3. kez İmparatorluğun çaresizliğine tanık oldu.
Artık hasta adam son nefesini vermek üzereydi ve zaman tarih sahnesine kendisinin çıkması zamanıydı. Yıllardır hayalini kurduğu an gelmişti.
16 Mayıs 1919 da Bandırma vapuruna binerken kalbinde vatan aşkı, aklında bağımsızlıktan başka bir şey yoktu. Anadolu'ya geçerken ne yapacağını kendisi bile bilmiyordu. Bildiği tek şey devleti yıkılmış, vatanı işgal edilmişti. Kendisinin de söylediği gibi Anadolu'ya silah değil iman taşıyordu. Vatanın kurtuluşuna iman etmiş bir avuç insan, savaşlarda tükenmiş, yorulmuş bir milleti tekrar ayağa kaldırmak için Anadolu'ya geçti.
Anadolu'ya geçtiğinde karşılaştığı manzara şöyleydi: Sıfırı tüketmiş, yorgun, aç, sefaletin pençesinde kıvranan bir millet… Yanmış, yıkılmış, yolları bile olmayan köyler… Silahını teslim etmiş bir ordu…
Kısacası her açıdan dibe vurmuş bir Anadolu ile karşılaştı.
Ancak içinde bulunduğu şartlardan şikâyet etmedi ve tüm gücüyle milletinin bağımsızlığı için savaştı.
Önce kongreler düzenleyerek sesini duyurdu sonra Anadolu'nun ortasında bir meclis kurdu ve en son olarak ise yepyeni bir ordu kurarak bağımsızlık için emperyalizmle savaştı. Kurduğu ordu öyle bir orduydu ki çorabını bile milletten istemek zorunda kalan bir orduydu.
Tüm zorluklara, imkânsızlıklara rağmen, 3,5 yıl gibi kısa bir sürede emperyalizme o güne kadar hiçbir Müslüman ülkede yemediği tokadı attı. Türk milletini köleleştireceğini zanneden emperyalist batı, Mustafa Kemal'in önderliğinde unutamayacağı bir yenilgi yaşadı.
Silahlı mücadele başarıyla sonuçlanmıştı. Artık daha zor olan bir savaşı kazanma zamanıydı… Cehalete karşı savaş…
Önce yüzyıllardır Türk milletini kendilerine kul eden saltanatı kaldırdı. Sonra yıkılmış imparatorluğun toprakları üstünde "Türk" adını taşıyan Türkiye Cumhuriyetini kurdu.
Tarihte ilk kez bir Türk devletinin kurucusu bir Sultan ya da kağan değildi. Yeni Türk devletinin kurucusu Selanikli bir Gümrük memurunun oğlu, bir halk çocuğuydu.
Yüzyıllardır küçümsenen, hakaret edilen Türk milleti, bağrından yetiştirdiği Mustafa Kemal ile ilk kez kendi devletini kurdu. Bu büyük bir devrimdi. Ancak devrimlerin sadece başlangıcıydı.
Cumhuriyetin ilanından sonra 15 yıl gibi kısa bir sürede Avrupa'nın 300 yılda gerçekleştirdiği devrimleri gerçekleştirdi.
İlk iş olarak milleti boyun eğdiren hilafeti kaldırdı, sonra yüzyıllardır erkeğin kölesi olan Türk kadınını özgürleştirdi. Harf devrimiyle okuma yazmayı medreselilerin ayrıcalığından kurtarıp Anadolu'nun en ücra köşelerinde yaşayan Türk çocuklarına taşıdı.
Ot bitmez denilen Anadolu'nun bataklıklarla dolu topraklarında örnek çiftlikler kurarak Türk milletine toprağı işlemeyi öğretti.
Toprak, işlendikçe, filiz verdikçe vatandır. Türk milleti işgalden kurtardığı toprağını Mustafa Kemal'in önderliğiyle işleyerek üretti ve ilk kez ürettiklerini padişah değil kendisi yedi. Artık Türk yurdu, gerçek sahibinin, efendisi olan köylünündü.
Tek bir büyük fabrika olmayan Anadolu'nun her köşesinde fabrikalar kurdu. Şeker fabrikaları, dokuma fabrikaları hatta uçak fabrikaları… 10 yıl önce çorabını bile milletten istemek zorunda kalan Türk ordusu kendi uçağını üretecek duruma gelmişti.
Gerçekleştirdiği devrimlerle yetinmedi. Asıl büyük devrimi gerçekleştirme zamanı gelmişti. 1000 yıldır İslam'a inanan Türk milletini İslam'la buluşturacaktı. Türk milletinin imanını sömüren din bezirgânlarının elinden din silahını almak için Kur'an'ı Türkçeye tercüme ettirdi.
Türk milleti Atatürk sayesinde yüzyıllar boyunca anlamadan okuduğu Kur'anda ne yazdığını öğrendi.
Tarihe kimsenin önem vermediği kadar önem vererek Türk tarih kurumunu kurdu.
Bugün bile birçok insanın adını duymadığı Hititoloji, Sümeroloji bölümlerini açtı. Çünkü tarihin bir milletin hafızası olduğunun farkındaydı ve Türk milletinin geçmişinin binlerce yıl öncesine dayandığını biliyordu
Ömrünün son günlerinde Hatay sorununu çözmek için Mersin ve İskenderun'a gitti.
Doktorların "giderseniz ölürsünüz" uyarısını dinlemedi ve bu seyahat doktorların söylediği gibi onun ölüm yolculuğu oldu. Hatay'ı Türkiye topraklarına katmak milletine karşı son görevi oldu.
10 Kasım 1938'de Dolmabahçe sarayında saat 9 u 5 geçe gök mavisi gözlerini bir daha açmamak üzere yumduğunda Türk milletinin kalbindeki yerini çoktan almıştı.
Selanik'te küçük bir evde başlayan hayat hikâyesi Dolmabahçe sarayında son buldu.
Zübeyde hanımın sarı Mustafa'sı olarak başladığı hayata, Türk milletinin atası Atatürk olarak veda etti. 57 yıllık kısa ömrüne asırları aşan başarıları sığdırdı.
Harp okulu yıllarındaki "Büyük adam olma" hayalini fazlasıyla gerçekleştirdi.
Önce Türk milletini silahlı işgalden kurtardı. Sonra aklını, ruhunu işgal eden yobazlıktan…
Yüzyıllar boyunca padişahın kulu olan bir ümmetten bir millet yarattı.
Hiçbir komplekse girmeden vatanını işgal eden batının ilmini, çağdaşlığını kabul ederek milletini yobazlığın pençesinden kurtardı.
Erkeğin kölesi olan Türk kadınına Avrupa'da birçok ülkede olmayan seçme ve seçilme hakkı verdi.
Çiftlikler, fabrikalar kurdu. Anadolu'nun dört bir yanını demir ağlarla ördü, modern bilimi öğreten Üniversiteler kurdu, sanat okulları, opera binaları açtı.
Bu saydıklarımın hepsini sadece 57 yılda başardı. İşte bu yüzden onun adı MUSTAFA KEMAL ATATÜRK… İşte bu yüzden yüzyıllar geçse de Türk milletinin kalbinde yaşamaya devam edecek… Nur içinde yat Türk milletinin en büyük evladı… Büyük kurtarıcısı
BARIŞ ATAGÜN