Dolar ve Euro nereye gidiyor?
Daha ne kadar yükselecek?
Bizi ilgilendirir mi?
Neden bu kadar çok ithalata bağımlı hale geldik?
Bu gibi sorular eminim hepimizin aklından geçiyor. Kimileri hala "Avrupa bizi kıskanıyor, onlar yükseltiyorlar doları, eeeey Avrupa diye dursun.
Bugün itibariyle dolar 3.90'ı zorladı Euro 4.45 düzeylerinde seyrediyor.
Neredesin, yazar kasa Ahmet abi?
"Benim dolarla işim yok dolarla işi olanlar düşünsün" diyenleri duyar gibiyim.
Ama maalesef hepimizin işi dolarla, tabiri caizse aldığımız nefes dolarla. En basit bir örnek verecek olursak mahalle bakkalından aldığın ekmeğinden tut cebindeki sigaraya varana dek hepsi dolarla geliyor. Olur mu öyle şey demeyin küreselleşmenin ve küresel ekonominin faydası olduğu kadar zararı da mevcut bulunuyor. Peki süreç nasıl işliyor?
Anlatacaklarımdan dolayı kimileri bana çok ince düşünüyorsun diyor. Kimisi de sen kafayı yemişsin diyor. Bana göre de gerçek olanı kabullenmek işlerine gelmiyor. Örneğin;
Buğday ekeceğiz, tohumu sertifikalı yani kısacası ithal olacak. Nedenini sormayın. Tohumu alırken dolarla alıyoruz. Ektik tohumu suladık büyüdü, harman kaldıracağız traktöre mazot koyacağız %60 vergi+ mazotu almak için dolar gerek. Her neyse aldık mazotu harmanı kaldırdık öğütmeye götüreceğiz nakliyeci lazım+ akaryakıt masrafı yani yine %60 vergi ve dolar gerek. Onu da yaptık, öğüttük bizden çıktı. Bu kadar uğraşın üzerine bir sigara yakalım dedik pakete bir bakıyorsun! (American Tobacco) Haydaaa yine mi kurtulamadık? %65 vergi+ dolar gerekiyor.
Paketleme aşamasında kullandığımız makinalar, değirmen, nakliye ve harman kaldırırken kullandığımız araç gereç hepsi dolarla geliyor. Bu bir döngü halinde devam edip gidiyor.
Buna rağmen hala "Dolar iner çıkar, dolarsa ne olur, dolmazsa ne olur." deyip işi gırgıra alan siyasetçilerimizi de milletin takdirine bırakıyorum. Türk siyasi tarihinin her yönden en kötü günlerini yaşıyoruz. Üst üste gelen zam haberleri de zaten bozuk olan moralimizi alt üst ediyor.
Peki; "yok mu bunun bir çaresi, ne yapalım, nasıl çıkarız bu darboğazdan" diye düşünmesi gereken siyasilerimiz maalesef yangına litresi 5.50 TL'lik benzinle gidiyor.
Savaşlar artık kılıç kalkanla yapılmıyor, daha çok kültür emperyalizmi ve ekonomik baskılarla devletler hizaya getirilmeye çalışılıyor.
Bunca şeye rağmen biz ne yapıyoruz?
Katma değeri yüksek ürünler üretiyor muyuz?
İnsanımızın iş gücünden verimli bir şekilde faydalanıyor muyuz?
Teknolojiyi kullanmayı seviyoruz, peki üretiyor muyuz?
Yoksa üretemiyor muyuz? Elimizi kolumuzu Lozan' mı bağlıyor? İsviçre'de Lozan masalarında mı bırakmışlar. Vay hainler vay…
Diğer taraftan biride çıkıyor "eskiden gaz kuyrukları vardı, şimdi buldunuz da bunuyorsunuz" demesin mi!
Kan beynime sıçrıyor…
Bu çok bilmiş bey efendilerin bahsettikleri dönemler 70'li yılların başları 1973 petrol krizi bir yandan 1974 Kıbrıs Harekatı diğer yandan, iç çekişmeler ve moskof tehlikesi öbür yandan derken. Şimdi kalk bunları bu arkadaşa anlat anlatabilirsen.
Makarayı bırakıp gerçekler bakalım. Küresel ekonomi de her ülke birbiriyle alışveriş yapar. Meselenin aslı çıkarlardır, ekonomi biliminde dost ya da düşman diye bir tabir yoktur. Çoğu iktisatçı sanayi devrimini esas alır. Doğru olanı da budur ancak, insanlığın asıl ekonomiyle haşır neşir olmaya başladığı zaman tarım devrimine kadar gider. Yani göçebe hayatı bırakıp yerleşik hayata geçmesiyle başlar. Çünkü; göçebe hayatında kişinin değiş tokuş edebileceği fazladan pek bir şeyi yoktur. Yerleşik hayata geçtiğinde ise eker biçer ve fazla olanı da kendisinde olmayan bir mal ile takas eder.
Günümüzde de aynı şekilde devam ediyor. Ancak daha adil olan bir farkla devam ediyor. Bu adaleti sağlayan nesneye "para" diyoruz. Çünkü; takas siteminde insanoğlu adaleti tam sağlayamıyordu ve bunun neticesinde altın, gümüş ve benzeri değerli şeyleri kullanmaya başladı. Sonra baktı ki saf altın ile de tam anlamıyla adil bir alışveriş sağlanamıyor. Paranın içindeki altın miktarını düşürerek kullanmaya başladı. Anlayacağınız insanın gücünün yani emeğinin, alın terinin nesneleşmiş haline "para" diyoruz. Para üzerine daha çok şeyler söyleyebiliriz ancak şu an konumuzun dışına fazla çıkmayalım.
Peki bizim paramız neden değersiz?
Olay yukarıda anlattığım gibi gerçekleşiyor. Bir takas sistemi düşünün ki, bir kilo domatese karşılık bir kilo bal alalım. Sizce ne kadar adil bir paylaşım olur.
Burada biz domates üreticisi konumundayız. Bu durumda en az 15-20 kg. domates verelim ki bir kilo bal alabilelim. O zaman ürettiğimiz malzemeyi değiştirmeliyiz. Mesela herhangi bir bilgisayar parçası üretirsek bir miktar balı hak etmiş oluruz.
Dünyada ki aşağı yukarı bütün devletlerce kabul edilmiş bir takas sistemi mevcut. Bu takas siteminin %60'ını Dolar %20'lik bir dilimini ise Euro sağlıyor. Geri kalan %20'lik dilim diğer para birimleri ile sağlanıyor. Bunun sebebini ise geçmişte kullanılmış olan Bretton-Woods para sistemi teşkil ediyor.
Sanayi devriminden sonra ise insanlar çalışıyor ancak çalışmak yetmiyor. Verimli çalışmak ve diğer ülkelerin üretemediklerini üretmek çok sayıda üretmek gerekiyordu. Yani ülkeye dolar getirebilmen gerekiyor ki yurtdışından bir şeyler alabilesin.
Saman ithal etmenin ekonomi politiğine bakalım. İsviçre gibi bir ülkeyi göz önüne alalım, İsviçre saman ithal ediyor diye fakir bir ülke konumuna düşer mi? Saman ithal ediyorlar ancak en basit örneğiyle 20 bin ton saman karşılığında bir adet Patek Philippe marka (Zafer Çağlayan'ın saati) saat ihraç ediyorlar. Bir zamanlar biz de uçak ihraç ediyorduk ama Menderes sağ olsun.
Yazıma son vermeden önce şunları da belirtmeden geçemeyeceğim. Ekonomiyi düzeltmek istiyorsanız öncelikle işleyen bir demokrasi ve hukuk düzeni sermayenin ülkeye gelmesi için olmazsa olmazlardan birisidir. Sermaye güven ister, bilimsel araştırmalar özgür bir ortam ister. Bunların olmadığı yerde bilim ve teknolojiyi bir araya getirecek sermayeden mahrum kalırsınız. Sonuç itibariyle üretimden mahrum kalırsınız. Üretimden mahrum kalırsanız aç kalırsınız.