Almanların bir deyimi vardır.
'Sağ, başparmağın solda olduğu taraftır.' derler.
Genelde henüz sağ ve solu ayırt edemeyen çocuklara söylenilir. Sağ ve solu öğrensinler diye.
Aslında deyimden ziyade günümüzde 'geyik' olarak kullanılır, zira sağ ve solu ayırt edemeyen bir çocuk için sağın başparmağın solda olduğu taraf olması fazla bir şey ifade etmez. Çünkü başparmaklarının bulunduğu tarafları öğrenememiştir henüz.
İşte toplumumuzun hali de aynen bu durum bence.
Sağ ne, sol ne bilmiyoruz. Ama kendimizi sağcı veya solcu olarak ifade ediyor veya başkalarını bu kavramlar üzerinden dışlayabiliyor, ihanetle suçlayabiliyoruz.
Ve tabii ki bu anlayışla, tarihe damgasını vurmuş şahsiyet ve düşünceleri bilimsel ve mantığa dayanan bir eleştiri veya değerlendirmeden uzak, kendimizin benimsediğini iddia ettiğimiz ama aslında onu bile bilmediğimiz ideolojinin gözlüğünden değerlendiriyoruz.
Onun için bu satırlarla, geçtiğimiz 5 Mayıs'ta 200. doğum yıl dönümü vesilesi ile Karl Marx'ı ve düşüncelerini 'Pis Komünist, tukaka…'dan öte, dilimin ve bilgimin müsaade ettiği kadar mantıkla ve ön yargısız ele almaya çalışacağım. Doğruları ve yanlışları ile dünya tarihine damgasını vurmuş bir ismin bunu hak ettiğini düşünüyorum.
Siyasal bilimde devletin işlevine atfedilen iki aşırı zıt kutup rolü vardır.
Birincisi Ferdinand Lasalle'in 'Gece bekçisi devleti' olarak tanımladığı roldür. Yani devletin işlevi sadece ve sadece iç ve dış güvenliği sağlamak ve özel mülkiyeti güvenceye almaktır. Devlet hiç başka hiç bir şeye karışmaz, eğitim, sağlık, alt yapı vesaire gibi geri kalan her şey özel sektör tarafından serbest piyasa sayesinde karşılanır.
Diğer uç kutup ise özel mülkiyet olmayan, her şeyin topluma ait olduğu ve toplumun kurumsallaşmış yapısı tarafından yönetilen bir devlet modelidir.
Marx'ın düşünceleri 'gece bekçisi devleti'nin tam zıttı olan devlet modelini savunur. Yani toplumsal alanda devlet her şeyden sorumludur, her şeyi devlet kontrol eder, ve bireysel alanda da özellikle üretim unsurlarına dair özel mülkiyet kesinlikle yasaktır.
Bu iki modele özellikle 'uç kutup' diyorum, çünkü hem model olarak birbirlerine tamamen zıt bir devlet yapılanmasını tarif ederler, hem de gerçekte ekonomik ve toplumsal refah açısından en başarılı devletlerin kendilerine bu iki kutup arasında ordo-liberal bir konum seçmiş olan devletler olduğu kanaatindeyim.
Dolayısıyla son 200 yılın dünya tarihine baktığımızda şu tespitleri yapmamız mümkün bence;
Tarihte en kapitalist devletler bile 'Gece bekçisi' modelini mükemmel şekilde uygulayamamışken, Marx'ın düşüncesi doğrultusunda yapılanan devletlerin var olduğunu gördük. En azından kendilerini komünist olarak tanımlayan devletler Marx'ın düşüncesine kendilerini kapitalist olarak tanımlayan devletlerin 'gece bekçisi' modeline yakın olduklarından çok daha yakınlardı.
Marx özel mülkiyeti bütün toplumsal kötülük ve olumsuzlukların kaynağı olarak görür, ve hatta bu olumsuzlukları sınıf mücadelesine bağlar. Dolayısıyla özel mülkiyet hakkını yoka sayarak toplumsal olumsuzlukları sonlandırabileceğini ve uyumlu bir toplum gelişebileceğini savunur.
Oysa toplumsal gerginliğin ana sebebi farklı mülkiyet değil adaletsizliktir ve adalet herkesin hakkını gasp ederek, çalışanı tembelle bir tutarak gerçekleştirilmez.
Gençliğinde Marxist ama sonra Marx'ın eserlerini eleştiren Polonyalı filozof Leszek Kolakowski 'Marxizm insanlarla neredeyse hiç ilgilenmez. Onların doğması ve ölmesi ile ilgilenmez. O insanların erkek, kadın,sağlıklı, sağlıksız, genç ve yaşlı olmalarıyla ilgilenmez. O'nun (Marx) için kötü ve çile çekme sadece toplumsal açıdan önemlidir, insan tabiatının temel unsurlarından saymaz.' demiştir. Yani acıyı, çileyi, insanların bireysel varlıklarını, bireysel adalet algılarını dikkate almaya gerek yoktur.
Bunun için Popper Marx hakkında 'sahte peygamber' demiştir. Çünkü tarih kapitalizmi bütünüyle reddetmeden kontrollü uygulayan devletlerin açık, demokratik ve refah seviyeleri yükselen toplumlar olarak geliştiğini gösterirken, Marxizmi uygulayan ve komünizmi benimsemiş rejimlerin yıkıldığını ve yok olduğunu göstermiştir. Buna rağmen bu devletler günümüzde var olmaya devam ediyorlarsa bu sadece alenen kabul etmeseler de, ciddi bir rejim değişimi sayesinde olmuştur. Bunun en bariz örneği günümüzde Çin'dir.
Her ne kadar Çin devlet başkanı Xi Jinping yakın geçmişte gösterilen ekonomik büyüme ve başarıyı Marxsizmin geçerliliğinin kanıtı olarak ifade etse de gerçek bundan çok farklıdır.
Çin'in başarısını Marxist rejimden vaz geçmeye borçludur. Marxizmin Çine getirisinin en bariz örnekleri Çin'ii totaliter bir rejime çeviren 'Çin Kültür Devrimi'dir, milyonlarca kişinin açlıktan ölmesine ve fakirleşmesine sebep olan 'Büyük İleri Atılım'dır,
Şimdi bir çok kişinin Marx'ın ve hatta teorisinin reel komünizmde yaşanan ve yaşatılan çilelerden sorumlu tutulamayacağını savunabilr. Ve tabii ki Ekim Devriminden 34 sene önce olen Marx Stalin'e 'git ve Gulag yap' dememiştir.
Lakin Marx'a göre toplumsal refah sadece komünizmde olur.
Komünizm gerçekleşince kimse karşı gelmez, çünkü toplumsal refaha ulaşılmıştır.
Dolayısıyla komünist düşünceye aykırı düşünen ve konuşan herkes ancak komünizm öncesi rejimin kalıntısı komünizm, yani toplum düşmanlarıdır ve toplum uğruna cezalandırılmalı veya yok edilmelidir.
Dolayısıyla, kimse kusura bakmasın, muhakkak ki Marx Komünist rejimlerin sebep olduğu ve 100 milyon canı aştığı tahmin edilen cinayet ve katliamlardan sorumlu tutulamaz, ama bireyi hiçe sayan, toplumların farklı düşünce, istek ve ihtiyaçlarını önemsemeyen düşünceleri tutulabilir.
Buraya kadar yazdıklarım Marx'ın toplumsal teorisine olan eleştirilerimin genel hattı.
Tabii ki Marxı bir de ekonomist olarak değerlendirmek gerekiyor.
Burada bence en önemli hatalarına kısa kısa değineceğim, konuların teferruatı ile ilgili her dilde bir çok bilimsel edebiyat ve analiz mevcut, merak edenler teferruatları rahatlıkla araştırabilirler.
Evvela Marx'ın teorisi günümüzün ekonomi dalında yok denecek kadar az rol oynamakta. Bunun başlıca sebeplerinden biri de Marx'ın bir ürünün fiyat oluşumu için düşüncelerinde saklı. Marx aslında bilimsel olarak bir ürünün fiyatının nasıl oluştuğunu açıklamak ve izah etmekten ziyade kendi toplumsal tezlerini destekleyecek bir fiyat kuramı geliştiriyor.
Bir malın kullanım değerini ve takas değerini yine toplumsal bakış açısından belirlemeye çalışan Marx'ın arz ve talebi uzun vadede dikkate alınması gerekmeyen bir unsur olarak tanımlamakta.
Marx'ın teorisinde 2. büyük hata veya eksik ise açıklayıcı ve makul bir para (moneter) teorisi olmaması. Marx itibarî para sistemini çözemediği için ekonomide ki paranın kaynağını açıklayamıyor.
Marx'ın doğru çıkan nadir öngörülerinden biri ise kapitalizmde sermayenin gittikçe daha az odaklarda toplanması. 1867 senesinde kapitalizm henüz daha yeni başlangıçlarındayken bunu görebilmek bence takdire şayan, çünkü evet dünya çapında sermayenin gittikçe az odaklarda biriktiğini görüyoruz ve bence de bu tehlikeli bir gelişim. Lakin bir çok konuda olduğu gibi Marx'ın bu öngörüden çıkardığı sonuçlar yanlış.
Marx sermayenin az odağa birikmesi ile kapitalist sistemin çökeceğini ve bu odaklanmanın teknolojik ilerlemeyi engelleyeceği sonucuna varıyor.
Kapitalizmin bu güne dek çökmemesi bir gün çökmeyeceği manasına gelmez. Benim gördüğüm kadarı ile Marx tarafından tarif edilen vahşi kapitalizmin var oluş müddeti de sınırlıdır ve uzun vadede mümkün değildir. Lakin aynı sonuç kesinlikle toplumsal adalete değer veren kontrollü liberal ekonomiler için doğru değildir. Yazımın başında da bahsettiğim gibi bence bu tür bir toplum düzeni olan ekonomiler dünyanın en başarılı ve kalıcı ekonomilerdir.
Kaldı ki, kapitalizmin teknolojik gelişmeyi engellemediğini aksine teşvik ettiğini tarih kanıtladı.
Genel olarak benim görüşüm Marx'ı yaşadığı dönem kapsamında değerlendirmenin en doğrusu olacağını düşünüyorum.
Kendisi henüz yeni oluşan kapitalist sistemin hatalarını ve eksiklerini kısmen görmüş ve doğru teşhis etmiş olabilir. Lakin bu sıkıntı ve eksiklere karşı sunduğu çözüm kesinlikle yanlış, ve kişisel görüşleri doğrultusunda olmuştur. Gerek toplumsal analizleri ama özellikle ekonomik analizleri genelde bilimsellikten uzak, objektif ve açıklayıcı olmaktansa dogmatik ve yargılayıcıdır.
Benim açımdan geriye kalan son bir soru vardır; o da;
Karşı kutup olarak Marx olmasa kapitalizm nasıl gelişirdi?
Bence pek farklı gelişmezdi.
Sosyal adaletsizliği ilk teşhis eden, işçi sınıfının sıkıntılarını ilk dile getiren o değildi. Dolayısıyla sanıyorum batı toplumu Sanayi Devriminden sonra yaşadığı süreci benzeri bir şekilde yaşar sosyal hakların oluşması, sosyal devlet kavramları aynı şekilde gelişirdi.
Marx kapitalizmin hatalarının nispeten doğru teşhisinden ziyade radikal çözümleri için sahip olduğu üne sahip oldu. Belki çok kışkırtıcı bir ifade olacak ama zor olan 'adil' bir sistem arzusundan ziyade bence daha kolay ama asla adil olmayan 'eşitleyici' bir sistemi savundu. Geliştirdiği teori çoğulcu bir toplumun sıkıntılarına çözüm olmadığı gibi bilimsel açıdan da girift ve derin ekonominin ihtiyaç duyduğu çözümleri asla üretemedi veya çözümlerin geliştirilmesine hiç bir faydası olmadığı gibi aksine daha büyük sıkıntılara yol açtı.
Onun için, başlıkta sorduğum soruya şahsi cevabım;
Evet, bence genel olarak Marx yanıldı.