ALTIN HESABIYLA TÜRKİYE EKONOMİSİ,
1913'DEN GÜNÜMÜZE
Ekonomi bilimine göre paranın gerçek manada 'para' olması için yeterli olması gereken üç işlev vardır:
- Hesaplanabilir olması
- Mübadele aracı (Ticarette ödeme aracı olarak kullanılabilmesi)
- Değer muhafaza edebilmesi
İşte onun içindir ki ünlü bankacı John Pierpont Morgan 'Sadece altın paradır. Geri kalan her şey kredidir.' demiştir ve haklıdır.
Modern çağımızın fiskal para ekonomisinde 'para' olarak anılan tüm birimlerin özellikle 'değer muhafaza' işlevinde yetersiz kaldığı görünmektedir.
İşte bu sebepten ötürü tarihi bir ekonomik mukayeseyi nominel para birimi üzerinden yapmak hem çok zordur, hemde çok yanlış sonuçlara sebep açabilir. Zira 100 yıl önce 1 USD'nin alım gücü ile bugünümüzde 1 USD'nin alım gücünü karşılaştırmak için aynı malların fiyat gelişimini de göz önünde bulundurmanız gerekir. Çünkü bu tür bir mukayesede elle tutulur, gerçek değer söz konusu mal, para birimi 1 USD ise nominel bir göstergedir.
Bu sebepten dolayı, herkesin 'usta ekonomist' olduğu, borsa uzmanı olduğu günümüzde ben alışılagelmişten farklı olarak geriye dönük bir bakışı TL, USD, AVRO gibi para birimleri üzerinden değil, yukarıda ki tanımdan hareket ederek insanlık tarihinde gerçek manada para olan tek değer, altın üzerinden değerlendireceğim. Çünkü 1 gr altın Antik Yunanistan'da 1 gr altındı, Roma'da 1 gr altındı, Osmanlı'da 1gr altındı ve günümüzde 1 gr altındır. Zaten uluslar arası piyasalarda enflasyona karşı korunmak için hala en çok talep gören yatırım aracının altın olmasının sebebi de budur.
Bunun için asıl mukayeseye gelmeden, yapacağım karşılaştırmanın daha iyi anlaşılması için altın hakkında bazı kısa bilgiler vermek istiyorum.
Dünya Altın Konseyi'nin araştırmasına göre insanlık tarihinde gün yüzüne çıkarılmış altın miktarı 177,2 bin ton olarak tahmin edilmekte. Bu 20,0 m3 büyüklüğünde bir küp kadar bir miktardır.
Bunun 85,4 bin tonu mücevher, ziynet eşyası, 36,1 bin tonu yatırım amaçlı kullanılırken, dünya çapında merkez bankalarının kasasında saklanan miktarın 30,5 bin ton olduğu tahmin ediliyor, geri kalan 25bin tonu aşkın miktar ise endüstri ve başka sektörlerde kullanılmış.
Şimdi asıl konuya geleyim;
İngiliz ekonomist Angus Madison'un geliştirdiği yöntemin 1990 senesinin fiyatlarına endekslenmiş verilerine dayanarak 18,5 Milyon nüfusu olan Osmanlı İmparatorluğunda 1. Cihan Harbi patlak vermeden evvel kişi başı GSMH'nın 93 USD görülmekte.
Bunu altına çevirdiğimizde GSMH payının Osmanlı'da kişi başı 3,14 ons, yani 97,68 grama eşit olduğu çıkıyor.
Yani Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı Öncesi GSMH'sı toplam 1807 ton ile ölçülebilir.
Buna karşılık, Osmanlı'nın dış borcu toplam 156,4 milyon Osmanlı Lirası, bunun Türkiye Cumhuriyetti Devleti'nin ödemekle mükellef olduğu payın ise 107,5 milyon Osmanlı Lirası olduğu bilinmekte. Geri kalan borçlar Osmanlı topraklarında kurulmuş yeni devletlere pay edilmiş.
107,5 milyon Osmanlı Lirası ise 22,8 milyon ons veya 709,5 ton altına eş değerdir.
Yani Osmanlı İmparatorluğu çöküşünde dış borçlarının Türkiye Cumhuriyeti Devletine düşen payı Osmanlı GSMH'sinin %39,26'sı oranındaymış.
Bu rakamlar olayın mali boyutunu biraz olsun sergilerken en büyük engel aslında GSMH'nın düşüklüğü veya borcun yüksek olması değil, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden önce asırlar boyunca dünyadaki teknolojik gelişimden daha doğrusu teknolojik gelişimin önünü açacak toplumsal evrimden geri kalmasıdır. Rönesans, Ulus Devlet Yapılanması, Endüstri Devrimi bu geri kalışın en çarpıcı örnekleridir.
Cumhuriyet böyle bir mirasın üzerine kurulmuştur.
Cumhuriyet'in 1923-1960 arasında ki süreci 'Cumhuriyet Ekonomisi' başlığı altında daha evvel değerlendirmiştim (Bakınız: Cumhuriyet Ekonomisi - 1, 2, 3).
1960-1981 arası sürecini de teferruatla ele almayacağım. Konumuz için önemli olan bu zaman zarfında Türk ekonomisini çok zor şartlarda bulunmasına sebep olan bazı küresel gelişmeler ve Türk Ekonomisinde yaşanan krizlerdir. Bunların en önemlileri şunlardır:
- 1968'de USD'nin altına endekslenmesinin sona ereceğine dair söylentiler sonucu USD'nin değer kaybı,
- 1973'de Bretton Woods Sistemi'nin resmen çöküşü,
- 1974'de 1. Petrol Krizi (4 kat artan petrol fiyatları)
- 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve Batı'nın örtülü ambargo politikası
- 1978 Türkiye Krizi
- 1979 / 1980'de 2. Petrol Krizi
- Türkiye'de 1977'den sonra enflasyon, ticaret açığı ve borç yükü artmış, 12 Eylül 1980 ihtilâli böyle bir ekonomik ortamda gerçekleşmiştir.
İhtilal sonrası Özal döneminde Türkiye ülkenin uluslararası rekabet gücü dikkate alınmadan balıklama atlayarak 'Serbest Piyasa'ya geçiş yapmadan önce resmi IMF rakamlarına göre GSMH'nin kişi başına düşen payı 1579 USD'dir. Bu da o dönem 79,91 gr altına bedeldir. Toplam GSMH 71 milyar USD yani 115,6 milyon ons, yani 3.596,17 ton altın demektir.
Bu 1913 rakamlarına göre altınla ölçüldüğünde sadece 2 kat büyümüş bir ekonomi gibi görünebilir. Lakin söz konusu sürede vatanımızın hangi badirelerden geçtiğini, atlattığımız savaşları unutmamak gerekir, kaldı ki bir de Osmanlı'dan kalan 709,5 ton altın değerinde borcu 1954'de geri ödediğimiz de unutulmamalı.
Yani aslında mukayese edilen zamanda ülke 0'ın da altından başlamıştır kalkınmaya.
Buna karşılık 1981'de dış borç 971,7 ton, yani kişi başı 21,6 gramdan altından ibarettir. Dış Borcun GSMH'ye oranı %27,02 ile 1913'e göre %12,24 oranında gerilemiştir.
Borçlardan arındırıldıktan sonra kişi başına düşen altın payı 58,32 gramdır.
1981-2002 arasında olan süreç Türkiye için gerek siyasi, gerek ekonomik açıdan istikrarsızlıklarla dolu bir süreçtir. Kontrolsüz büyüyen ekonominin birçok zaman krizlerde sonuçlanan sert düzeltmelere yol açması, kayıt dışı ekonomi ve yüksek enflasyon bu zamandan akılda kalan en belirgin özelliklerdir. Ve nihayetinde özellikle denetim mekanizmaları yetersiz kalan bir bankacılık sektörü ve birçok yolsuzluk yüzünden Türkiye Cumhuriyeti'nin gördüğü en büyük kriz olan 2001 krizi yaşanmış, Türk Milleti %40 civarı fakirleşmiştir. Bu krize yol açan süreçte uluslar arası ekonomide yaşanan Rusya ve Asya krizinin büyük rolü var.
Bu ekonomik gelişmeler yanı sıra daha geçende yıldönümünü yaşadığımız 17 Ağustos Marmara depremi gibi bir felakete uğradık 1999'da. Bu vesile ile hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum.
Depremin etkisi olan bölgenin Türkiye GSMH'sinde payı %35'ti. Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın bildiğrdiği rakamlara göre bölgenin toplam ihractı 17,9 milyar USD ile Türkiye'nin o dönem toplam ihracatının %67,3'ünü oluşturmaktaydı.
Kriz sonrası ortama baktığımızda 2002 GSMH'nin 243 milyar USD, yani 22000 ton altın büyüklüğünde olduğunu görmekteyiz. Bu da kişi başına düşen GSMH'nin altın olarak 332,10 gr altın olduğu demektir.
Tekrar altını çizmek istiyorum: Bu rakamlar Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşadığı en büyük ekonomik kriz ve en büyük doğal afetlerden biri olan Marmara Depremi sonrası ve kamu iktisadi teşekküllerinin satılmasından önceki rakamlardır.
Aynı zamanda toplam dış borcun (IMF'den 2001 krizi yüzünden alınan borç dâhil) 129,6 milyar USD, yani 11760 ton altın büyüklüğünde olduğu görünmekte. Bu da kişi başına düşen toplam dış borcun 177,1 gr altın olduğu manasına gelir.
2002'de borçlardan arındırıldıktan sonra kişi başına düşen altın miktarı 155 gram, dış borç / GSMH oranı ise %53,33'dir. Bu oranın 1913'e göre %8,82, 1981'e göre %14,07 arttığı manasına gelir.
Şimdi gelelim geçen yılın rakamlarına.
Aynı önceki yıllar gibi kullandığım kaynak resmi IMF rakamlarıdır, yani TÜİK'in 2016'da hesaplama metodolojisini değiştirmesi sayesinde hepimizi istatistiksel olarak kişi başı yaklaşık 2500 USD zenginleştiği rakamlar veri olarak alınmıştır.
Bu rakamlara göre GSMH 871 milyar USD, yani 21698 ton altın büyüklüğündedir. Bu da GSMH'den kişi başına düşen payı 268,63 gr altın yapar.
Aynı zamanda toplam dış borç 405 milyar USD yüksekliğinde. Bu da yaklaşık 10 bin ton altına eş değerdir. Toplam dış borcun kişi başına düşen payı böylece 124,82 gram altından ibarettir.
Dış borçtan arındırılmış olarak kişi başına düşen GSMH'nin payı ise 143,81 gr altındır. Dış borç / GSMH oranı %46,5'dir.
Bu hesaplarda göründüğü gibi dış borç / GSMH oranı 2002'ye göre %6,86, kişi başına altın payı 63,47 gram düşmüştür.
2002'de GSMH altın üzerinden 1913'e göre 12,20 kat, borçlarımız 11,39 kat büyümüşken, 2017'nin başlangıcında yine 1913'e göre GSMH 12,01 kat, dış borçlar ise 14,21 kat büyümüştür.
2017 rakamlarını 2002 rakamları ile altın üzerinden kıyasladığımızda GSMH'nin 2002'nin %98,39'u olduğunu görmekteyiz. Yani son 15 senede altın üzerinden aslında %1,61'lik bir küçülme söz konusudur.
Toplam dış borç, 2002'nin % 85,7 olarak gerçekleşmiştir. Türkçe meali: borçlarda orantılı olarak azalma ancak %14,27 oranında olmuştur.
Kaldı ki; 2002'den beri PETKİM, TÜPRAŞ, Türk Telekom, Tekel, İskenderun Demir Çelik gibi birçok dev kamu iktisadi teşekkülünün özelleştirildiğini, 'babalar gibi' satıldığını ve bu özelleştirmelerden 50 milyar dolarlık ek gelir elde edildiğini de unutmamak gerekir.
Yani, Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizinden ve gördüğü en büyük doğal afetlerden birini yaşadıktan sonra bulunduğu durumla bugün kıyaslandığında 1913'e göre dış borç / GSMH oranının ancak %6,86 düştüğü ve aynı zamanda dış borçlardan arındırılmış kişi başı GSMH payının ise altın üzerinden %7,22 küçüldüğü görülmekte. Ve bu gelişmeler Türkiye için çok olumlu olan bir küresel ekonomi ortamında yaşandı. 2001 öncesi Asya ve Rusya Krizlerinin aksine, uluslar arası 'Subprime Krizi' aslında Türkiye'nin lehine olan bir gelişmeydi.
Küresel ortam ortam Türkiye için çok olumluydu, çünkü 2002 den 2008'e kadarTürkiye'de çok para aktı. Bunun sebebi 57. hükümette İMF ile varılan anlaşma ile siyasi ve ekonomik istikrardı. 2008'den sonra, uluslar arası kriz patlak verdiğinde ve yabancılar Türk bankalarının bilançolarında 'zehirli tahvillerin' olmadığını gördüklerine, yine Türkiye'ye çok para aktı.
Nominal olarak artan GSMH'yi ele aldığımızda, elde edilen büyümenin kalıcı, kâr getirecek yatırımlardan ziyade, çok büyük bir oranı inşaat sektörü tarafından taşınan, rant elde etmek için çok elverişli, ama ülkeye katma değer olarak geri dönüşü olmayan yatırımlardan ibaret olduğunu görmekteyiz.
Biliyorum bu hesap birçok kişiye ters gelecek. Özellikle altın üzerinden olması tartışılabilir, altının fiyatının artması bahane gösterilebilir vesaire. Lakin başta da dediğim gibi, 1gr altın 15 sene önce de 1gr altındı, 100 sene önce de 1000 sene öncede…
Konuyu tartıştığım birçok vatandaş özellikle 2002'ye yönelik durum 'şu kadar berbattı, bugün bu kadar rahatız…' gibi söylemde bulunuyorlar. Evet 2001 krizinden sonra durum gerçekten çok berbattı ve ekonomik küçülme, fakirleşme hissediliyordu. Bugün bunun farklı olduğunu sanmamızın sağlayan yegâne etken, ekonomimizin borca dayalı olmasıdır.
Yukarıdaki hesapta kişi başına düşen borcu geri ödeme mecburiyetinde kaldığınız anda, elinizde olanın 2002'den çok daha az olduğunu hissedeceksiniz. Kaldı ki, bu hesapta milli gelirin dağıtım eşitliğine bilerek hiç değinmedim. Çünkü benim hesapta kişi başına dağıttığım gelirin büyük kısmı aslında toplumumuzda orantısız şekilde zengin olan bir kesimin eline odaklanmış bulunmakta. Dolayısıyla toplumun büyük kısmının kişi başına reel zararı aslında çok daha büyüktür.
Üstelik dış borçların büyük bir kısmı ise kısa vadeli borçlar. TCMB'nin rakamlarına göre %41,60 civarında bir oranın vadesi 12 aydan düşük. Yani piyasalarda Türkiye'nin aleyhine bir gelişme yaşandığı takdirde geri ödememiz için kaynak bulma zamanımız çok kısıtlı.
Kaldı ki, 412 milyar USD dış borcun faizini ECB ve FED faizleri düşük tuttuğu sürece ödeyebiliriz. Peki, bu kurumlar faiz oranlarını artırmaya başladıklarında nasıl ödenecek bu faizler, daha doğrusu maliyeti Türkiye'ye ne kadara patlayacak?
Büyük merkez bankalarının faiz artırmalarını gerektirecek bir küresel ekonomide petrol fiyatı ne olacak? Petrol artarsa Türk ekonomisine maliyeti ve etkileri ne olacak?
2002'den beri akan paralar, Ar-Ge, sanayi yatırımına dönüştürmektense, inşaat sektörüne ve borsaya kanalize etmek tercih edildi. İnşaat'ın uzun vadeli getirisi olmaz, borsa ve finans sektörü ise zaten çoğunlukla yabancıların elinde ve paranın giriş ve çıkışı çok çabuk olur.
Ve yine Osmanlı'nın çöküşünde olduğumuz gibi dünyadaki teknolojik gelişmeleri takip edemez haldeyiz. Dünya teknoloji ve üretim anlamında devrimsel denilecek boyutta bir gelişime hazırlanırken biz bu gelişime ne fikri ne de maddi olarak hazır değiliz. Çünkü bilim ve teknolojiye gereken yatırımı yapmadık. Akan paraları katma değersiz, atıl işlerde kullandık.
Dolayısıyla bütün oranları, GSMH hesaplamalarını vesaire bir kenara bırakalım. 31.03.2017 itibariyle toplam dış borcumuz resmi rakamlara göre 412,375 milyar USD. Bu günümüzün fiyatından hesaplandığında 10 bin ton altın demektir. Yani dünya çapında tüm merkez bankalarının altın rezervlerinin 1/3'ü. Özel borç çevirme oranı geçen yıla göre %40 artmış bulunmakta. Şu an %120'lerde. Yani borçların çevrilmesi gittikçe zorlanıyor ve maliyetleri artıyor.
Bu borcu ödeyebilecek üretimimiz yok. Ödeyemeyeceğiz.
Özetleyecek olursak gördüğüm: Türkiye ekonomisinin aşırı kırılgan olduğu çok karanlık bir tablodur. Bunun yanı sıra uluslar arası ortam da çok olumlu değil. Yerel veya küresel bir dalgalanmada Türk ekonomisi inanılmaz derecede sarsılacaktır. Ve emin olun bu 2001 krizini bile mumla aratacak kadar kötü bir durum olabilir.
Umarım ben yanılıyorumdur.