Her ne kadar trenin arka vagonlarında oturan vatandaşlarımız bilip anlamasa da, aslında bütün dünya gibi biz de büyük bir ekonomik kriz yaşıyorduk. Coronavirüs denilen salgın hastalık, herkes gibi bizim ekonomi yönetiminin de imdadına Hızır gibi yetişti. Sanki daha önce ölüm yokmuş da bu hastalıkla ölmeye başlamışız gibi estirilen küresel rüzgâra maalesef biz de kapıldık.
Sıkıştıklarında bütün suçu yükleyecek bir keçi bulmuş olan devletler, imkânları ölçüsünde tedbirler alarak iş yerlerini ayakta tutmaya ve vatandaşlarını aç bırakmadan yaşatmaya çalışıyor.
Bizim yöneticilerimiz de içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve COVİD-19 sebebiyle sıkıntıya düşen işletmelere destek amacıyla ambalajı güzel fakat içeriği vasat çeşitli paketler açtı. Sokağa çıkma yasağı ilan edip benzin fiyatını indirmek, uçuşları iptal edip hava alanlarını kapadıktan sonra uçak biletindeki KDV'yi düşürmek, konut kredisinde faiz indirmek aklıma ilk gelenler. Bu uygulamalar ekonomi için ne kadar faydalı oldu bilinmez ama o stresli günlerde bayağı eğlendirip moralimizi yüksek tuttu.
Bunların yanında benim uygulama şekline şiddetle karşı çıktığım kısa çalışma ödeneği uygulaması yürürlüğe konuldu.
Kısa çalışma ödeneği kısaca: "Sayın iş adamları, şu tarihe kadar siz yarım gün çalışın veya hiç çalışmayın ama sakın ha işçi çıkartmayın -ki o işçilerin oyu çok önemli- ben işçilerinizin resmi bordroda görünen maaşının %60'ını ödeyeyim".
Ve aynen öyle oldu. İşi bozulan işletmelere sözümüz yok ama diğer şirketler de çalışmadı, çalıştığı halde bu haktan yararlanıp haksız kazanç eden işletmeler de oldu. Ayrıca kısa çalışma sebebiyle işçilerin sigorta gün sayıları da eksik oldu. İlk ay maaş alınacağı zaman, firma muhasebelerinde yapılan hesap hataları, gecikmeler ve devletin ödeyeceği miktarın personelin hesabına geç yatması da bir mağduriyet oluşturdu.
Mart sonu başlatılan ve 30 Haziran günü sona ereceği söylenmiş olan bu yanlış, başarısız ve zararlı uygulamanın Temmuz sonuna kadar uzatılması kararı da yanlış olmuştur. Hükümet bir yandan üretim ve istihdamı artırmaktan bahsederken diğer taraftan adeta, "Siz yine çalışmayın, yatın ben size yine para vereyim" diyerek içinde yüzdüğü tezatın boyutunu büyütmüştür.
Yatana para vermek yerine, "Ey iş adamları, işletmelerinizin ve personelinin temizlik kurallarına uymasından birinci derece sorumlusunuz. Sağlık kurullarının önerdiği ve emrettiğim bütün sağlık tedbirlerini alın ama durmayın, işçi çıkarmayın; çalışın. Bunun karşılığında size bu süre zarfında her personel için bin lira(veya daha fazla) para vereceğim" demeli ve vermeliydi.
Evet, istihdamı ve üretimi artırmak için çalışmayana değil çalışana destek verilmesi gerekirdi. Mesela çalışan işletmelerdeki personelin sigorta pirimleri devlet tarafından üstlenilebilirdi. Çalışan ihracatçıların vergi iadeleri diğerlerinden daha önce ödenebilirdi.
Bu tür uygulamalar şirketleri ve insanları yatmaya değil, çalışıp üretmeye teşvik eder. Şirketler işçi çıkarmak yerine yeni işçiler alır.
Maalesef kısa çalışma ödeneği uygulaması insanlarımızı ve şirketleri tembelliğe alıştırdı. Daha fazlasını istemeye başladılar.
Ayrıca çalışılan iş yerlerindeki yönetici ve personelin koronavirüs tedbirlerine duyarlılığı çok üst düzeyde. Adeta gizli bir otokontrol mekanizması işliyor. Virüsün bulaşma riski, çalışmayıp yatan insanların evde canı sıkılınca sokağa inmesiyle başlıyor, parkta, bahçede, kahvede sıkış-tepiş oturmasıyla da artıyor.
İş yerleri için önerdiğim şekilde uygulamalar yapıldığı gibi, halkın içinde bulunduğu ekonomik dar boğazı ve iç piyasadaki durgunluğun aşılıp esnafın ayağa kaldırılması içinde bütün çalışanların ve emeklilerin maaş kartlarına sanal olarak 25 bin lira(daha önce 50 bin demiştim) tanımlanabilir.
Bu para, nakit olarak çekilemez ve döviz, altın alınamaz, mevduat hesabında tutulamaz olur ve sadece alış verişte maaş kartından kullandırılır. Kimi vatandaş evine mobilya alır, kimisi tatile gider, kimisi çocuğuna bisiklet alır, kimisi arabasını, kimisi giysilerini yeniler, kimisi market alış verişinde kullanır, kimi lokantada yemek yediğinde kullanır veya eşine hamur yoğurma makinesi alır.
Sonuçta herkesin öncelikli ihtiyaçları farklıdır, düşük faizli kredi veriyoruz deyip vatandaşı sadece markalı konut ve anlaşmalı şirketlerin otomobilini satın almaya mecbur edilmemiş olunur. Hem her gün İslam'dan, imandan bahsedip hem de neredeyse seksen milyon vatandaşı düşük faizli kredi zinciriyle bankalara bağlamak da garabettir. Diğer bir garabet ise bir yandan faizler düşürülürken diğer yandan fiyatların yükselmesine göz yumulup üç kuruşluk malın vatandaşa fahiş fiyatlarla satılmasıdır.
Önerdiğim bu sanal paranın kullanım süresi iki yıl olarak belirlenir, zamanında kullanmayandan geri alınacağı, sahtekârlık yapan olursa hesabına tanımlanmış olan bütün paranın faiziyle geri alınacağı belirtilerek katı bir kural konulur.
Bu sanal paranın banknot masrafı olmayacağı için maliyeti daha düşük olacak ve sadece kart çekilerek kullanılabileceği için devlet de iki yıllık zaman diliminde çok daha etkin ve yüksek meblağ da vergi toplayacaktır.
Hiç sosyal güvencesi ve işi olmayan vatandaşlarımız için de temel ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde sadece maaş kartı ile alış verişte harcayabileceği vatandaşlık maaşı verilebilir.
Böylece herkes kendi ihtiyacı olan ne varsa onu satın alacağı için devletin destek paketinden bütün kesimler adil olarak faydalanmış olur. İki yıl içinde dünyanın en büyük on ekonomisinden birisi olamayız fakat içinde bulunduğumuz krizi tamamen aşmış oluruz.
Bu uygulama, boş ağı denize atıp bir süre sonra geri toplamak gibi olacaktır. Biz doğru, mantıklı ve adaletli olanı yapalım, ağımızı dolduracak olan Allah'ın takdiridir.
Hem coronavirüse karşı daha tedbirli olmak hem de içinde bulunduğumuz ekonomik krizi yenmek için yatmaya değil, çalışmaya ihtiyacımız var.
Disiplinli ve ahlaklı bir şekilde çalışmaya…
30 Haziran 2020