Adı bilinmeyen bir ülkenin herhangi bir zaman diliminde yaşanan beyaz bir tehlikeden bahsedildiğini hiç duydunuz mu?
Ben de duymadım ancak farklı zaman dilimlerinde farklı farklı kitaplardan bunları okudum. "Evet beyaz bir tehlikeden bahsediyorum." Bunu duymamışsanız Jose Saramago'yu okumamışsınızdır. Farklı kitaplar diyorum, çünkü iki kitaptan bahsediyorum. Okuyanlarınız tahmin etmişlerdir. Biri "Körlük" diğeri "Görmek" isimli iki kitabı anlatmaya çalışacağım.
Her şeyin olduğu gibi kitaplarında türleri vardır. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bizim ilgilenecek olduğumuz türler "ütopik" ve "distopik" türü olacaktır. Çünkü anlatacağım kitapların ikisi de "distopik" türe girmekle beraber distopyanın anlatılabilmesi için karşıtı olan ütopyayı da bilmemiz gerektiğini düşündüğümden onun da kısa bir tanımını vererek kitaplarımıza geçelim.
İlk olarak "ütopya nedir?" onu tanımlayalım. Gerçekleşmesi imkansız olan ilginç girişimler ve ideolojilerdir.
Salt eşitliğin savunulduğu, her şeyin eşit paylaşımının mümkün olduğunu, kusursuz bir şekilde herkesin mutlu olabileceğini savunan hayalci dünya görüşü veya ideolojileri örnek gösterebiliriz. Bu şekilde yazılan roman veya yazılara da ütopik yazı türleri diyoruz.
Distopya nedir?
Ütopik bir toplum anlayışının mümkün olmadığını, ütopyanın anti-tezini ortaya koyan görüşlere ise distopya diyoruz. Distopyanın görüşlerine bakacak olursak daha çok kötümserlik üzerine kurgulanmış olduğunu görürüz. Daha çok yasak, sınırlama, monarşi ile yönetilme gibi durumları örnek gösterebiliriz. Yani "Yasak hemşerim yasak" Bu görüşlerin anlatıldığı yazı türlerine ise "distopik" yazı diyoruz.
"Körlük" isimli birinci kitaptan başlayalım.
Adı bilinmeyen bir ülkenin herhangi bir zaman diliminde şoförün biri trafikte kırmızı ışıkta direksiyon başında ışığın yeşile dönmesini beklerken kör olur ve olaylar başlar. Aslında ilk kör olan o değildir. Trafikte kör olan kişi bir göz doktorudur. Ancak doktor körlüğü muayene için gelen bir başka körden kapmıştır. Ardından trafikte kalmış olan aracı bulunduğu yerden kaldırmak için sözde yardımcı olmak maksadıyla araca gelen bir hırsız onu görünce o da kör olur. Böyle uzun bir süre boyunca bütün şehirde kör bir insanı gören kişi çok geçmeden kör olur. Ancak bir kişi hariç, doktorun karısı kör olmamıştır. Şehirde çok geçmeden körler çoğalır ve hükümet tarafından körler bir hastaneye kapatılır ve karantina altına alınır. Körlüğün önüne geçilemez ve bütün şehir kör olur. Şehirde ve hastanede anarşi başlamıştır. Olaylar kör olmayan doktorun karısı ve yanındaki altı kişi arasında geçer. Fakat körlüğün garip bir yanı vardır ki o da kör olan kişiler karanlık içinde kalmazlar, bu körlük bembeyaz bir körlüktür.
"Görmek" isimli kitabımızla devam edelim.
Adı bilinmeyen bir ülkenin herhangi bir zaman diliminde seçim yapılacaktır ve seçim günü aşırı bir yağış vardır. Seçimler körlük tehlikesi atlatıldıktan dört yıl sonradır. Seçimlere üç parti girer, sağ parti(sap) sol parti (sop) merkez parti (mep)...
Seçimler yapılır, sandıklar açıldığında hükümet hayretler içerisinde kalır. Çünkü oyların çoğu beyazdır yani pusulalarda partilere mühür basılmamıştır. İkinci bir seçim yapılır yine aynı durum (%83 beyaz oy %7 sap %7mep %1 sop) değişmekten ziyade beyaz oyların oranı artacaktır. Bu ise hükümetin moralini bozar ve şehri karantinaya alır. Askerleri şehrin çevresine yerleştirir, polisleri de beraberinde şehirden dışarı çıkarır. Beyaz oy olayının faili bulunmaya çalışılır. Araştırma yapılır, insanlar sorgulanır ama hiçbir sonuca ulaşılamaz. Neticede insanlar yanlış bir şey yapmamışlardır, vatandaşlık görevi olan seçimlere katılmış ve boş oy (beyaz oy)kullanmışlardır. Şehir sakinleri hükümet tarafından terk edilmiştir. Kendi başlarının çaresine bakmaları için yalnız bırakılmışlardır. Hükümet anarşi çıkmasını beklerken gariptir hiçbir olay olmamıştır. Ta ki hükümet metroda bir bomba patlatana kadar. Fakat hükümet yine başarılı olamaz ve ortam yine sakinleşir. Hükümet failleri bulmak için ekip gönderir ve bütün fatura körlük tehlikesinden kör olmadan çıkmış olan doktorun eşine kesilecektir.
Bence okunması gereken kitaplardan diyebilirim. En azından insanı düşündürüyor, sistemi sorgulamasını sağlıyor. Romanın garip bir yanıda kitapların ikisinde de isim yoktur. Hiç kimsenin ismi yoktur. Neyse bu kadar körlükten söz etmişken yazımızı da körler üzerine söylenmiş bir söz ile bitirelim.
"Körler ülkesinde tek gözlü adam kral olur"
Erasmus