...ya da "Yanılmak insana özgüdür"
Le Corbusier ya da resmi adıyla Charles-Edouard Jeanneret, mimarlık tarihinde çok önemli bir isimdir. 1887-1965 yılları arasında yaşamış bu İsviçre asıllı Fransız mimarın Edirne, Tekirdağ ve İstanbul'u içeren 1911 yılında yaptığı doğu gezisinin anlatımı bir edebi eserden "bence" çok daha kalitelidir.
Onun bu kitapta anlattığı bir İstanbul yangını sahnesi vardır ki sanki Marcel Proust cümleleri;
"Hemen her gece yangın çıkıyor. Hava rüzgarlıysa (hele bir de birileri sinsice intikam almak peşindeyse) İstanbul yenilip yutuluyor. Hem gaddarca hem muhteşem. Bu inanılmaz meşaleyi biz Avrupalılar dehşet içinde seyrediyoruz. Onlarsa alevlerin ilerlemesine bakıyorlar bir tek, bütün bunların çok uzun zaman önce belirlendiğini düşünüyorlar. Dolaysıyla Türk ruhu da, suça ortaklık eden gecede tevekkül silahını kuşanıyor, ışıklar kapalı kalıyor, kimse de yatağından kalkmıyor... Bunu duymamış kimsenin hayal bile edemeyeceği bir sessizlik çöküyor... Çok uzaklarda, sokakların kireçtaşı döşemesinden yankılanan madeni bir ses geliyor iyice hassaslaşan kulaklarımıza; birden zifiri gecede , kalleş bir darbe alan, dehşete kapılmış bir adamın feryadı yükseliyor, yürek paralayan bir çığlık. Uzun sürüyor, saniyeler sürüyor. Eskiçağ Yunan korolarındaki sözler gibi, bir şark ahengiyle sarsılıyor etraf, bir hırıltıyla tükeniyor sonra da. Geceyle sessizlik köşesinde, değneğin madeni ucu yeniden eziyor taşı ve yeniden yükseliyor feryatlar, içi yıkılıyor insanın. Adam çığlık çığlığa şurası yanıyor diye bağırır. Kazazedelerin akrabaları yakındaysa hemen kalkıp giyiniyor, ahşap kapıyı itiyor be karanlıkta ağaçların tepelerini taçlandıran küçük meşe ağaçlarının oluşturduğu duvarların arasına, bu tuhaf dolambaca kayarcasına giriyorlar"
Elbette büyük bir mimara gözüyle de bakıyor İstanbul'a. Onun için Süleymaniye cami bir "SFENKS"dir;
"Gözlerim her şeyi anladı. Sağ tarafta üç kat gerdanlıklı altı sıra var, çünkü bu büyük Ahmet Camii. Şu muhteşem dörtgen, gökyüzünden inmiş Pegasus, birbirinden müthiş bir mesafede bulunan camii dört ayrı birim de Ayasofya, Nuruosmaniye Camii ile Beyazıt Camii birbirine karışıyor. Hemen sonra da Süleymaniye'nin dört minaresi, gözler önüne bir sfenks seriyor. Perspektif ve mesafe nedeniyle hepsi birbirine karışıyor; rastgele sayıyorum Şehzade, sultan Mehmet, Sultan Selim diye. Tam karşıda köprünün başında da Valide camii'nin minareleri ışıl ışıl"
Eski geleneksel mimariye övgüler düzer Le Corbusier, ancak batılı tarzda yapılmış saraylar beğenmez ; "Gemimiz Beşiktaş'taki o iğrenç sarayların açığındaydı"... der. İğrenç bulur batılı tarzda yapılmış Dolmabahçe, Çırağan ve Feriye saraylarını...
Ölümle iç içe yaşan kenti anlatır kendi hoş cümleleriyle;
"Üsküdar toz ve unutulmuşlukla örtülü eski bir kabristan. Eyüp mukaddes bir semt. İnsanın, saygı duyulan bu kabirlere yüksekten bakan bu dik yamaçlı tepede son uykusuna yatması hoş olur her halde"...
Ve sonra TÜRK'ü anlatır bir cümle ile: "Türk'ün hayatı cami ile başlar, konuşulmadan tütün içilen kahvelere uğrayıp mezarlıkta son bulur." (Nasıl sıkı tespit 1911 için)
Yazar hakkında çok sevdiğim bir anekdot vardır. Bir başka kitapta okumuştum. onu da paylaşayım:
"1950'1erin sonuna doğrudur. Lyons dışında bulunan SainteMarie de la Tourette Manastırı'nın son çalışmaları yapılmaktadır.
Bir merdiven evine bakan çok küçük, belki de on beş santimetre karelik, bir pencerede yanlışlık yapılmış, kalıptaki bir kayma nedeniyle biçimi bozulmuştur. Yapıyı denetleyen yapım yeri görevlisi üzgündür. Büyük Adam ne diyecektir acaba? Kuşkusuz çok kızacaktır. Ama görevli yanılmıştır...
Le Corbusier yalnızca pencerenin altına bir plaka konmasını, üstüne de «Yanılmak insana özgüdür» yazılmasını önerir. Herhangi bir değişikliğin yapılmasını istemez pencere olduğu gibi kalabilir...."
Ancak bu plaka önerisi uygulanmamıştır. Bana sorarsanız her ibadethaneye asılması gereken bir plakadır bu: «Yanılmak insana özgüdür ... »