Bugün sizlere uzun bir aradan sonra "kültür- sanat" temelinde fikirlerim ve düşüncelerimi yazmamda kaynaklık eden bir yapıttan bahsetmek istiyorum. Beş yıldır hemen hemen tüm kategorilerinde yazma imkânı bulduğum, bilhassa kültürün ve sanatın dostu Tahtapod blog sitesi sayesinde görüp okuma şansı bulduğum minik öykülerden, ders çıkartılması gereken yaşanmışlıklardan, durusu sadeliklerden beslenen bir kitaptan. Velhasıl kendisi aynı zamanda Tahtapod yazarı Hürriyet Kaya'nın "Görgülü Kuşlar Gördüğün İşler" kitabından.
...
Bir yazarın niçin yazdığını anlayabilmek için mi yazıyorum bu satırları; yoksa bir yazarın neyi anlatmaya çalıştığını izah etmek için mi? Tam olarak bilemesem de bir şeylerin bilincinde olan yanlarımla yetkin sorgulara hazırlıyorum kendimi. Bu bağlamda kavramların karmaşasından sıyrılıp şeffaflaşmayı öyle çok istiyorum ki! Aslında yanlış kullandığımız bazı kavramlardan. Bazı kavramlar ki özellikle durmaksızın işaret ediyor kendi durduğu yeri, âdeta ayak iziyle çıkıyor karşımıza. Doğru kavramı yerinde kullanmadığımızı düşündürüyor. Sırf bu sebepledir ki empati yapamıyor, yaptığımızı sanıyoruz. Zira zordur empati yapmak, yaptığımızın sempati olduğunu bilemedikçe salt başkaları adına üzülebiliyor veya sevinebiliyoruz. Oysa büsbütün ya da kısmen kendimizi onun yerine koyamıyoruz, minvalindeki cümleleriyle inceden inceye sirayet ediyor okurunun kalbine yazar. Bazen bazı sözcüklerin altını özenle çizip okuyanları görsün, anlasın diye sözel dünyanın derinliğini yüzeye çeke çeke somutlaştırıyor. Somutlaştırdıkları ki dağ başları, köyler, taşra ve kasabalardan adım adım çoğalarak kentlere, kentlerin o büyük şaşaasına akan anıları oluyor daha çok. Okurunun belleğinde yer edinsin diye elinden gelenin fazlasına intikal ediyor böylelikle. Nasıl da kök salıyor canın en derin hissi boşluğuna ve beynin kutsi gerçekliğinden damla damla dökülerek sevinç ile hüznün harmanlanmış hâline evriliyor; onlarca tümcenin dizgi dizgi yükselen büyüsüyle anımsanmaya yönelik bir biçimde sanki vücuda geliyor...
Layıkıyla kurulamayan empatinin yerine kurulabilecek şeyin sempati olduğuna onay veren yazarla çıktığım bu yolun duyarlılık, insanlık, mesuliyet adına sağlam bir yol olduğuna inanıyorum. Gitmesek de görmesek de uzakta bir köy olduğunu söyleyen bakış açısına inatla bizzat gidip görüyorum orada kimsesizliğe terk edilmişliğin ne demek olduğunu. Zahmete değer gayesiyle gidip gördükçe kalbimin orada atabileceğini, elimden bir şeylerin gelebileceğini anlıyorum. Hatta elimi taşın altına koyup mutlu olabileceğimin farkına bile varıyorum. İşte, ben bu yüzden söylemde kalmıyor; eylemin ruhu, bedeni oluyorum. Zamanla daha net görüyor, ayrıntıya indikçe ince eleyip sık dokuyorum hayatı. Günü geliyor, uzaktan ve yakından nasıl izlendiğine atıfla yaşamın kadim özünden besleniyorum. Sanki her şey şimdiki zaman içinde gerçekleşiyor. Oysaki dili geçmiş zamana yer verdikçe sayfa sayfa birikip derinleşiyor yüklemin nüfuzu. Birikip derinleşenler birer birer köpürüp taşıyor ve ileriye taşınıyorlar dalga dalga. Tam da burada sözcüklerin büyüsünde bir yazar; yaş aldıkça bütün hâlinde büyüyen doğasının içinde kendine özgü mevsimi ve iklimiyle farklılıklar yaratıyor. Nicelerine benzemediğini ortaya koyan duruşuyla ülkesinin eğitici değerlerinden biri olmayı başarıyor. En nihayetinde gözlemliyor, uzanıp el veriyor, içine girip detaylandırıyor; detaylandırdıkları ile gönülden kurduğu iletişim ağı içinde buluyor özgün ifade biçimlerini. Edebi doygunluğunu okuyucuya aktarmanın heyecanını bölüm bölüm yaşayan yazarın eğitmenlik düstûruyla şekillenen tümceleri kalıba bürünüp ileriye atılıyor. Kişiselleşen onlarca tümcenin arasından baş veriyor hasret, hüzün ve beklentiye dair yoğun yaşanmışlıkların cesur hissiyatı. Bölgeden bölgeye ve özellikle yazarın çocukluğuna özgü özlem yüklü hatıralar dile gelircesine öyküleniyor. Sözcüklerin büyüsü ile yüceleşen bu duygular ki edebiyat sevdalılarının ruhunu okşadıkça güzel bir sanat eserinin satır satır işlenmesinin önünde hiçbir engel kalmıyor. Kalkan engellerin ardından eserin içeriğine yansıyanlara karşıdan bakınca varoşların tüten bacaları, eski günlerin nicelik ve nitelikleri, canların, cananların güzide yüzleri ne güzel görünüyor! Şehrin gürültüsünden adım adım uzaklaşıyor, kilometrelerce mesafeyi geride bırakıp Serhat illerine gidiyorsun. Kars, Ardahan, Iğdır'da sen. Bilhassa yıllar sonraki Kars'a gidince buruluyor yüreğin, buğulanıyor gözlerin. Öfkeyle karışık bir nemlilik nüksediyor gözbebeklerinde. Belki o anda hiç vakit kaybetmeden hissediyorsun bunu. Bakıyorsun şöyle alabildiğine uçsuz bucaksız ovalarından beton yığını şehir merkezlerine Serhat illerinin.
"Nasıl bu noktaya gelindi? Bunu bize kim yaptı? Nedir bu gördüklerim?" diyerek belki kafanı sallıyor, yazarın yazdıklarına "evet" diyorsun. Sesini, bakışlarını, hislerini soğutan betona karşı vermek istediğin amansız mücadelelerinle içindeki isyanı katmer katmer büyüterek savuruyorsun yerden göğe. Ne kadar haklı, ne kadar dolu görünüyorsun. Sitemin, figânın, alevli gözlerin, yaralı böğrün, acıya hapsedilmiş incecik boynunla ne kadar kaygılı duruyorsun! Yerli yerinde ağırlaşıp yuvarlanan bir taş gibisin bazen, yosun tutmasan da farkına varıyor, çektiklerini de beraberinde götürüyorsun. Sen de tıpkı benim gibi, seneler sonra Serhat illerindeki değişimi gördükçe ciğerleri parçalanan eyvahın taa kendisi oluyorsun. Yazarın yazdıklarında vatan toprağının sorgulayan, hakkını arayan insanlarına dönüşüyor; katledilen doğada, elinden alınan bağda, bahçede kendini bulmanın haklılığını taşıyorsun. Yıllar önceki senle yıllar sonraki senin arasında kurulan bağda yazarın kontrolünden çıkmadan sen de benim gibi duyuyorsun işittiklerini. Bir ses geliyor incelen boşluğundan yaşamın, küçücük yaşının dişleri arasından gıcırdayarak süzülüyor işittiklerin. Geçmişin kuytusunda yol alan yalnızlığın derisi üzerinden sorumluluğu kendinden büyük asaletli yaşam öyküleri geçiyor. Öznel yargılardan hareketle nesnelleşen durumlar, hakikatin vazgeçilmez etkisini yaratıyor. Gözler önüne serilen bunca güzelliğin içinde elbette ki hüzün de hazan da yer buluyor. Hüznün ve hazanın deminde duygusallaşan yazar; başat noktalarıyla ele aldığı bazı konular vasıtasıyla sorunlara yol açan eksiklikleri gidermeyi, kötü giden şeyleri iyileştirmeyi, etrafa etraflıca bakmayı, güzel düşünmeyi, ülkenin her karışında ülkesel düzeyde, yönetimsel bazda bayındır hareket etmeyi salık veriyor. Yaşanan güzelliklerin içinde, kıyısında, çevresinde beliren zorlukları gösteren telkinleri, çözümcül yaklaşımıyla da üzerinde önemle durulması gerekenlerin savunucusu oluyor...
Serhat illerinde gurupla yarışan turuncu bir yorgunluk çöküyor üzerine. Her şeye rağmen terk etmeden güçlü kollarındaki varlığın özünü, inançla atılarak engin sonsuzluğun üstüne, keskin kaşlarının arasından avuçlarına sığabilecek kadar topladığı güneşle uyutuyor benliğini. Uyutamadıklarıyla teyakkuzda kalıp çektiği acılarla dik tutuyor gövdesini, diken diken olmuş tüy misali...
Bir yazar hep böyle atıyor elini hemşehrisi olanın da olmayanın da omzuna. Onun işi bilinçlendirmek, doğruyu, yanlışı seçmede önayak olmak...
Olaylardan damıtılan olguların yorumlanmasının örneklerini barındıran kimi öyküleriyle de kaleminin kudretindeki toplumsal duyarlılığı arz ediyor. Arz ettikçe ömrünü vakfediyor. Bir yazar mutlaktır ki hep bunun için yazıyor: " Görgülü Kuşlar Gördüğün işler" için, eğitim için, eğittiği için.
Engin Yeşilyurt
27 Nisan 2023