Kahramanmaraş'ın Cela köyünde doğan Abdurrahim Karakoç edebiyatımızın farklı ve özgün renklerinden biri olarak yaşamı boyunca ilgi gören şiirler kaleme almıştır. Şiirleriyle birlikte iki de düzyazı eseri bulunan Karakoç'un şair kimliğinin oluşumunda ve yetişmesinde zaten şairlerle beslenmiş geçmişe sahip ailesinin ve bilhassa babası Ümmet Karakoç'un etkisi önemlidir. Ümmet Karakoç beş erkek çocuğuna dil, sanat, edebiyat eğitimi vererek onların gelişimine katkıda bulunmuştur. Abdurrahim Karakoç aile gelenekleri haline gelen okuma ve öğrenme tutkusunu ömrünün sonunda dek devam ettirmiştir. İlkokuldan sonra öğrenimine devam etmeyen Karakoç okumaları sayesinde kendini hâyli iyi geliştirmiş bir sanatkar olarak edebiyatımıza adını yazdırmıştır. Ailesinden aldığı eğitimlerden sonra memur olmayı başarmış ve bu memuriyet sırasında da kalem hayatının en güzide örneklerini vermiştir.
Karakoç şiir yazmakla kalmamış şiir kitaplarının ön sözlerinde ve hatta bazı düzyazılarında sanat, edebiyat, şiir konusundaki görüşlerini okurlarıyla paylaşmıştır. Bu durum onu sıradan bir şairliğin ötesine geçirir. Şiir hakkında okuyan, düşünen ve şiirin ne olduğunu tartışan bir düşünce insanı yönü barındırdığına da işaret eder.
Karakoç'un en çok bilinen taşlaması "İsyanlı Sükût" adlı şiiridir. Bu eser, bürokratik oligarşiye yönelik yazılmış halkın zulme karşı isyan duygularını dile getiren etkili bir metindir. Şiirde, devlet dairesine resmî bir iş yaptırmaya giden bir köylü vatandaşın devlet dairesinde "bugün git yarın gel" anlayışıyla çalışan devlet memurundan yediği zılgıt nedeniyle işini yaptıramamış olmasının acısı dile getirilmektedir. Bu durumun meydana getirdiği ruhsal çöküntüyü şair derinden hissetmiş ve aktarmıştır. Şiirin başlığı oldukça etki uyandırmakta. İsyan duygusunu susarak haykırmak bir tepki yöntemidir. Bu yönüyle Karakoç, bir duruş şairidir. Söz konusu şiir, hikâye etme anlatım biçimiyle sunulmuştur.
"İsyanlı Sükût"
Şiir kurgu bir olayın realist bakışla anlatılmasıdır. Köylü vatandaşın devlet dairesinde uğradığı ilgisizlik ve aşağılanma anlatılır. 11'li hece ölçüsünün kullanıldığı şiirde zengin ve tam kafiyeler dikkat çeker. Anlatıcı şairdir. Şair, kahramanı köylüyü tanrısal bakışla anlatır. Bu durum okurun vatandaşla empati yapmasını, onu anlamasını ve onun için üzülmesini kolaylaştırır. Şiirin anlatımı sayesinde köylü tüm varlığı, iç dünyası ve benliğiyle artık yanı başımızdadır.
"Gitmişti makama arz-ı hâl için
'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim…
'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını."
Yukarıdaki dörtlük şiirin ilk dörtlüğüdür. Burada sorununu anlatmak için devlet dairesine giden vatandaşın uğradığı hakaret ve gördüğü muamele hüzünlü fakat düşündürücü bir dille anlatılmıştır. Vatandaş daha sorununu anlatmadan makamdan kovulmuştur. "Arz-ı hal" tamlaması köylünün bir istek veya ricasının olacağını gösterir. Ancak daha söz başında "Bey" dedikten sonra çekinerek yutkunup başını eğmesi zaten başına gelecekleri bilmenin verdiği çekingenliğin habercisidir. Kişi kötü karşılanacağından emin olduğu bir durumun içine ancak mecbursa dahil olur, kahramanın bunu bilerek makama çıkması müşkülünün durumunu gösterir. Köylünün yediği azar ve hakaretten sonra yaşadığı haksızlık şiirde açıkça gösterilir. Bu durum onun zaten derdini tam anlatamadığını ancak anlatsa da bir şeylerin değişmeyeceğini gösterir. Köylünün azarlanmasının sebebinin sonraki dizelere dayanarak devletin içinde bulunduğu ekonomik sorunlar, memurların daha önemli işlerinin olması, köylünün küçük dertleri için aslında çok mühim bir vazifenin başındaki devlet memurunu meşgul etmesi olduğu tahmin edilmektedir.
"Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı
'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını."
İkinci dörtlükte daireden kovulan vatandaş işittiği azar ve hakaretten ötürü gururu kırılmış, ağlamaklı ve sinirli halde dışarı çıktıktan sonra, resmî binanın azameti karşısında hayranlığını gizleyemez. Köylü derdini çözememiş ve belki de son çaresini aradığı devlet kapısından da kovulmuştur. Dönüp arkasına baktığında aslında çok heybetli, gösterişli ve her şeye muktedir görüntüye sahip bir konak görür. Bina (Osmanlı döneminden kalma hükümet konağı) muhteşemdir; devletin gücünü yansıtmaktadır. Ancak devletin gücü köylünün sorununu çözmemiştir.
Çakmak ve Sigara
"Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı... neden sonra garsonu gördü
'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.
İçmedi, masada unuttu çayı
Kalktı ki garsona vere parayı
Uzattı çakmağı ve sigarayı
'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını."
Üçüncü ve dördüncü dörtlükler vatandaşın yavaş yavaş kendi hayat alanına doğru çekildiğini gösterir. Artık kendisi gibi olanların yanındadır. Ötekilikten özne olmaya doğru gitmektedir. Konuşabilir. Yoğun bir düşünce bulutu ile kendi yaşam alanına yakın bulduğu belki de konfor alanı bildiği kahveye gider. Burada onun dilinden anlayacak insanlar vardır. Kafasında karmaşık düşüncelerle tabakasını çıkarıp bir sigara sarar. Neden sonra gördüğü garsondan bir çay ister. Artık gördüğü hakaretin ruhunda bıraktığı yarayı onaracak güvenilir nesnelere gereksinimi vardır. Ancak gördüğü hakaret büyük, kırılan gururundaki yara derindir. Vatandaş daha kendine gelememiştir. Garsonun getirdiği çayı içmeden kalkar, para yerine garsona sigarasını ve çakmağını uzatır. Köylünün tüm varlığı bunlardır. Onun bu halinden çay içebilecek parasının dahi olmadığı, devlet makamından bu nedenle yardım istemeye gittiği anlaşılır. Cebinde para edecek tek şey tütünü ve çakmağıdır. Onu da düşüncelerinden sıyrılıp içmeyi başaramadığı bir çay karşılığında kahveciye bırakır. Artık bu uğursuz yerden kurtularak köyünün yolunu tutmak ister. Şehri terk edişinde de bir mahcubiyet vardır.
"Köy"
" Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş
Sandım can evime döktüler ateş
Sordum: 'memleketin neresi gardaş? '
'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını."
Beşinci dörtlük şair ile vatandaşın karşılıklı konuşmasını yansıtır. Kahveden çıkan vatandaş üzgündür. Gözlerinde bulgur bulgur yaş vardır.Şair vatandaşa memleketini sorar; aldığı cevap 'köy'dür. Bu söz, bütün hikâyeyi anlatmaya yeter. Aslında şiir boyunca bizim bir kahraman olarak gördüğümüz ve olağandışı bir durum yaşadığını sandığımız kişi sıradan bir köylüdür. Köylü insanların sık sık yaşadıkları zorluklardan biri şiire taşınmıştır. Bu dörtlük şiirin en vurucu ve anlatılmak istenenin açıkça dile getirildiği kısmıdır. Köylünün verdiği cevap şairin şiiri yazma sebebini açıkça ortaya koyar. Köy aslında tek bir yerdir. Anadolu'nun sayısız köyü vardır ancak köylerin hepsi tektir. Köyün insanı da tektir. Köyün insanının dili, derdi, sorunu, acısı tektir. Bu kişilerin devlet önündeki durumu ve gördüğü muamele de tektir. Bu nedenle şair, aslında içinde türlü fırtınalar kopan ve yaşamını idare ettirmek için tek yolu gördüğü devlet dairesinden kovulduktan sonra içinde fırtınalar kopan bu kişiyi "Köylü" olarak nitelendirir. Bu tek kelimeyle şiirde anlatmak istediğinin tamamını anlatmıştır.
Dönüş
"Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini... vazgeçti birden,
'Oyyy' dedi, yutkundu, eğdi başını."
Son dörtlükte vatandaşın köyüne doğru yollandığını görürüz. Ağzı küfürler savurmaya hazırdır. Fakat aldığı terbiye onun ağzının zehrini boşaltmasını engeller. Acısını içine gömen soylu insanlar gibi yürek dolusu bir 'Oy!' nidasıyla içini boşaltır. Köylünün şehirden "kör-topal" çıkışı aslında onun perişan durumunu gösterir. Anlatamadığı ve şiir boyunca gururunu hep başını eğerek gösterdiği duygularının büyük bir haykırışını "Oy" serzenişine sığdırdığı dikkat çeker. Köylü artık köyüne dönecek ve hayatına devam etmek için yeni yollar arayacaktır.
Şair dörtlüklerin son dizelerindeki kafiyeyi dizenin başına almıştır. Üstelik kafiye yapılan sözcükler, şiirin anlam yükünü taşıyan sözcüklerdir. "Bey, şey, vay, çay, say, köy, oy" sözcükleri şiirin organik yapısının temelini oluşturur.
Sonuçta
Karakoç'un "İsyanlı Sükût" adlı şiiri devlet dairelerinde yaşanan durumların ağır bir hicvidir. Şairin Anadolu halkının devlet dairelerinde çektiği sıkıntılara bu kadar hâkim olmasında belediyede memurluk yapmasının katkısı büyüktür. Bürokratik engellemelerin Anadolu insanını nasıl mağdur ettiğini memuriyeti sırasında yakından gören şair devlet kapısına gelen bir köylünün devlet memurundan işittiği azardan sonra hissettiklerini ve yaşadıklarını da gayet iyi bilmektedir. Bu kimsesizlik ve gururun duvarları arasında sarmalanıp çıkmaya cesaret edemeyen çaresizlik şaire yabancı değildir.
Karakoç'un şiirindeki köylünün aslında dışa vuramadığı ve haykıramadığı büyük sorunları vardır. Ancak bunları bastırmayı tercih eder. Bu onun "Köylü mahcubiyeti"ne ve küçük insanın büyük oluşumlar karşısındaki ezilmişliğine bağlanabilir.Bu şiirde eleştirilen algıya göre köylü önemsizdir. Devlet işleri köy ve köylünün sorunlarından önce gelir. Köylü bunun bilincindedir ve bu durumdan hoşnut değilse de bunları dile getiremez. Karakoç'un bu his ve düşünceleri etkileyici şekilde şiire aktarabilmesi onun Cela'da geçirdiği çocukluğuyla doğrudan alakalıdır. O köylüye, köylünün tutumlarına, hislerine ve düşüncelerine yakından aşinadır. Memurluk yıllarında zaten tanıdığı köylüyü devlet dairesinde görmesi çocukluk deneyimlerini o güne taşıyarak bu iki olguyu birleştirmesini ve "İsyanlı Sükût"u kaleme almasını sağlamıştır.
Anadolu köylülerinin nereli olduklarından, köylerinden bahsetmeyi sevmeleri pratik hayattan bilinen ve kuşku götürmez bir gerçektir. Ancak "İsyanlı Sükut"taki köylü, makamdan köylü olmasına bağlı sebeplerden kovulduğunun farkındır. Şairin memleketini sormasına "köy" karşılığını vermekle yetinmesi de bundandır. O, devletin gözünde küçük insan,yani köylüdür.
Karakoç'un "İsyanlı Sükût" adlı şiiri köylülerin ve küçük insanların toplumda nasıl kaybolduklarının gösterilmesi açısından önemlidir. Bu şiire göre köy ve köylü, "küçük insan" toplumdan dışlanmıştır. Şiirden hareketle yapılabilecek bir önerme şudur ki köylü insanların devlet kademelerinde ciddiye alınmasının yolu şehirli hâle gelmektir. Köylü olduğu için ezilenler bu yolu göçlerde bulur. Şairin anlattığı hikayenin bu göçlerin haklı sebeplerinden birini oluşturabileceği düşünülmüştür.
Şiirdeki asıl hiciv, devlet dairelerinde çalışan ve gerçekte toplumun ihtiyaçlarını gözetle görevli memurların, görevlerini yerine getirmek bir yana dursun vatandaşların gururunu ezecek muamelelerde bulunmalarınadır.
KAYNAKÇA
ALPER, Z. (1997). Bir Vatandaş Hasan "Abdurrahim Karakoç Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri" Vur Emrinde Unsurlar (Seminer Çalışması), D.Ü., Kütahya.
AVCI, R. (2012). Abdurrahim Karakoç, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi (1/2), 90-102.
BÂKİLER, Y. B. (2012). Abdurrahim Karakoç, Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet Yanında, Yüzbin Defa Bizi Şairimizdir! H. (Ed.), Hak Yol İslam Yazacağız Mihriban Hasan'a Mektuplar Üçgen Piramitinin Zirvesindeki Cihan Şairi Abdurrahim Karakoç (s. 481-490). İstanbul: Nar Yayınları
BİLKAN, A. (1985). "Suları Islatamadım ve Karakoç'un Dünyası", Doğuş Edebiyat Dergisi, (25),s.28.
DEĞİRMENCİOĞLU, D. (2007). Abdurrahim Karakoç'un Hayatı ve Türk Edebiyatındaki Yeri, (Lisans Tezi), A.Ü., Ankara.
KARAKOÇ, B. (1998). "Abdurrahim Karakoç'u Çekiştirir Bu Yazı", Genç Kardelen Dergisi, (9) ,s.5.
KARAKOÇ, O. (2012). Amcam Abdurrahim Karakoç, Alkış Kültür Sanat Dergisi (64), 5-7.
SUBAŞI, M. (1983). "Kendi Alanında Tek Başına Millete Yeten Şair", Doğuş Edebiyat Dergisi, (28),s.27.
ŞEHSUVAROĞLU, L. (2016). Abdurrahim Karakoç Şâir'in Haberci Olarak Portresi. Ankara: Genç Arkadaş Yayınları.
TUNALI, Y. (1983). "Dikkatler", Doğuş Edebiyat Dergisi,(5).