Biz, tabiatı katletmekten, tarihi yıkmaktan, yok etmekten, kitapları, resimleri yakmaktan, heykelleri kırmaktan ve insanları öldürmekten sonra arda kalana,"insanlık kültürü" diyoruz.
Yani kısacası, insanların yok edici ve yıkıcı güçleri hariç kendi türlerinin, yani insanlığın ve dünyanın mirası için yaratarak, üreterek katkıda bulundukları kültür olarak tanımlanabilir.
Dünyada farklı insanlar, milletler, olduğuna göre, bu insanların yaşadığı coğrafya ve şartlar farklı olduğuna göre ve burada saymakla bitmeyecek farklılıklar olduğuna göre, eserlerin şekillendirilmesinde farklılıklar olmasından daha doğal bir şey olamaz.
Ve bu farklılıkların olması, bir olumsuzluk değil aksine bir zenginliktir.
Dün akşam üzeri Paris'de Notre Dame Katedrali yandı.
Yapımı 200 seneye yakın süren, Gotik Mimarinin ustalık eserlerinden biri olan ve Victor Hugo'nun 'Notre Dame'ın Kamburu' eseri ile sadece mimaride değil, dünya edebiyatında da yer bulmuş olan bu yapıt, basit bir kilise olmaktan çok daha ötede.
1979'dan beri Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO tarafından 'Dünya Kültür Mirası' olarak tanımlanmış yani aynı İstanbul'un tarihi alanları, Sivas Divriği Ulucamii ve Darüşşifası, tarihi Safranbolu şehri, Edirne'de Selimiye Camii ve Külliyesi ve (geçici listede de olsa) Ağrı'da ki İshak Paşa Sarayı gibi özel statü ve koruma altında.
Avrupa Ortaçağı ve mimarlık sanatı ile ilgilenen herkes Paris'e gidip Notre Dame'ı gezme imkanına sahip olduysa, zaten yapıtın özelliğini ve eşsizliğini fark etmiştir.
Bu tür yapıtlar sadece bir defa yapılır...
Aynı Endülüs, Granada'da ki 'El Hamra' Sarayı veya Kurtuba'da bulunan Büyük Cami 'Mezquita' gibi...
Hristiyanlar Endülüs'ü tekrar ele geçirdikten sonra Kurtuba Camii'ni yine kilise olarak kullanmaya başlamışlar. Lakin asıl 1523'de Kral V. Karl'ın izniyle mükemmel simetriye sahip sütunlu salonu bozarak mimarisini değiştirmişler. 1526'da Mezquita'yı hayatında ilk defa ziyaret eden V. Karl yapılanı gördükten sonra 'Ben neyin söz konusu olduğunu bilmeden bu izni vermiştim. Bilseydim asla izin vermezdim. Dünyada bir çok sefer olan bir şeyi yapmak için dünyada sadece bir tek olan bir şaheseri mahvetmişsiniz.' diye kızmış.
Bu eserlerin savaşlarda, fetihlerde zarar görmesi hatta yok edilmesi maalesef bir çok zaman kaçınılamaz.
Dolayısıyla özellikle tarihte imparatorlukların genişlemeleri, büyümeleri için, bir coğrafya, ülkeler veya şehirler fethedilirken, pek çok zaman kültürel mirasa zarar verildiği görülmüştür. Mesela üzerinden daha 100 yıl geçmemiş olan 2. Dünya Savaşının nasıl bir yıkıma sebep olduğuna dair pek çok iz görmek hala mümkün.
İmparatorluklar, kraliyetler, devletler yıkarak, yok ederek, öldürerek büyüyebilir, genişleyebilirler ama hiç bir medeniyetin yaratmadan, üretmeden yani kültüre katkıda bulunmadan kalıcı bir varlık sürdürmesi mümkün değildir.
Medeniyet olmayı, güçlü olmayı sadece yıkmak, yok etmek veya fethetmekten ibaret sananlar, bu eserlerin, kültürün değerini bilmezler, anlamazlar. Belki en iyi ihtimalde kendi hoşuna gidenleri ve kendi çıkarlarına uygun olanları sahiplenir, geri kalanını yıkar yok ederler, aynı Nazilerin şehir meydanlarında yaktıkları kitaplar ve tablolar gibi, ama asla farklılığın getirdiği zenginliğin idrakinde olamazlar.
Maalesef kendi ülkemde uzun zamandır gözlemlediğim ve beni çok üzen bir zihniyet yerleşmiş bulunmakta.
Kendini 'muhafazakar, Müslüman ve milliyetçi' olarak tanımlayan bu zihniyet Mimar Sinan'ın muhteşem eserlerinden biri olan Şemsi Paşa Camii'nin Boğaz'a bitişik tarafını betonla doldurmayı, İstanbul'un eşi benzeri olmayan silüetine fayans döşer gibi gökdelen döşemeyi veya Selçuklu Kümbetine, Kapadokya'da ki Peri Bacaları'na Toki binaları yaslamayı, Trabzon Uzun Gölün etrafını betonla çevirmeyi 'kalkınma' sanıyor.
Muhafazkarlık anlayışları İshak Paşa Sarayının üstünü pimapenle kaplamaktan ibaret olanlar Yunanistan'da, İsrail'de ormanların yanmasına, Ermeni asıllı diye Ara Güler'in ölümüne sevinmeyi 'milliyetçilik', Norte Dame'ın yangını gibi Hristiyan veya gayrimüslim ülkelerde yaşanan facialara zil takıp oynamayı 'Müslümanlık' zannediyor.
Oysa öz evlatları vatani görevde şehit olunca 'üç-beş Mehmet öldü diye meclis toplanmaz' diyenleri ve Suudi Kralı ölünce 3 gün milli yas ilan edenleri alkışlayacak ve ölümüne savunacak kadar 'Milli' ve 'Müslüman' bir zihniyet söz konusu.
Bu zihniyet mevzu bahis konuda maalesef Nazilerden bile daha aşağılık bir zihniyettir. Çünkü Nazilerin yaptığı her ne kadar insanlık dışı ve barbarca olsa da, kendi iradeleri ve kendi güçleri ile yaptığı bir vahşettir.
Bu zihniyet ise 'düşman' olarak bellediklerine zarar veremeyecek kadar acizken, iradeleri dışında oluşan felaketlere sevinebilecek kadar sefil.
İnsanlık kültürü tabii ki alt sınıflara ayırabilir ve tabii ki, sınıf kriterlerini Doğu, Batı, İslam, Hristiyan diye belirleyebilirsiniz. Ama bu alt kültürlerin birbiri ile yarışı karşı tarafın kültür eserlerini yıkmak, yok etmekle olmaz. Gücünüz buna yetse ve karşı tarafın nesi varsa yerle yeksan etseniz bile bu yarışı, mücadeleyi asla kazanmış olmazsınız.
Ancak tüm dünya ile beraber siz de kaybetmiş olursunuz. Kültür savaşı ve rekabetinde ancak karşı taraftan daha üstününü yaratarak kazanırsınız.
Eserlerin 'popüler kültür' yani 'pop kültürü' olması da, eserlerin taşıdığı kültürel ve sanatsal değerlerden ziyade, sahip olduğunuz ekonomik ve siyasi güce bağlıdır. Yani kısacası bağımsız, siyasi ve ekonomik açıdan kendi çıkarlarını başka medeniyetlere yaptırabilecek güce sahipseniz sizin kültürünüz zamanla pop kültürü olur ve sizin medeniyetinizin sınırlarını aşarak başka medeniyetlerde özenti yaratır.
Lakin üretmeyen, yaratmayan, eskinin değerini bilip eskinin değeri üzerine yeni değerler inşa etmeyen toplumlar, yani kültürsüz toplumlar, asla bahsettiğim siyasi ve ekonomik güce sahip olamazlar.
İşte onun için her zaman başkasının kültür emperyalizmine maruz kalma mecburiyetindedirler. Onun için egemen kültürün kendi iradeleri dışında aldığı zarara sevinecek kadar aciz olurlar.
Yanan ormanın Yunanistan'da, İsrail'de veya dünyanın neresinde olduğunun bir önemi olmaz. Yanan o orman, insanlığın kaybıdır.
Yanan ormana üzülmek, Yunan veya İsrailli olmayı gerektirmez.
Ara Güler'in eserini takdir etmek ve 'Toprağı bol olsun' demek sizi Ermeni yapmaz,
Notre Dame gibi bir tarihi şaheserin yanmasına 'yazık' demek, kimseyi Fransız veya Hristiyan yapmaz.
Tamam, kimse Notre Dame yanıyor diye perişan olalım veya 3 gün milli yas ilan edelim demiyor.
Lakin 'oh olsun' diye içimizin yağları erimeyecek kadar insan olsak da kafi.
Mehmet Alp