By Engin Yeşilyurt on Pazar, 12 Aralık 2021
Category: Kültür ve Sanat

RAMAZAN AYDIN'IN ŞİİR KİTAPLARI

Feyzullah Abi'yi sokağın bitimine doğru köhne duvarların arasında kurulu salaş çay ocağının önünde gördüm. Geçirdiği onca yılın burukluğunu, mutsuz geçen evliliğini, anne karnında yedi aylıkken doğan ve hızlıca büyüyen, büyüdüğü oranda hayırsız çıkan evladını gözlerinin yaşını silerek anlatmıştı bana. Elbet ben de bir şeyler söylemiştim kendisine destek mahiyetli. Lakin bir psikolog gibi yüreğinin derinlerine inemezdim, duyarsız insanlar gibi de "Boş ver, bu da gelir geçer... İnsan evladı neler neler atlatmıştır...Sen ki koca adam, bunu mu atlatamayacaksın? Sendeki de dert mi, bak aç yatanlar var, çocukları doysun, çorbanın miktarı artsın diye tenceresine taş katanlar var, diyemez ya da Orhan Gencebay'ın "Bir Teselli Ver"ini armağan edemezdim yaralı yüreğine, zira 'Bir Teselli Ver' de Allah'tan tevekkülsüz istemekti. Dur, armağan edeyim," diyemezdim. Biliyordum ki bütün bu meseleler kendi kategorik çizgisinde kişiye özgüydü, meselelerin toplumsal olmaları ayrı bir boyuttu ve burada sosyoloji girmeliydi devreye...

"Nasıl? Anlayamadım, biraz daha açar mısın cümlelerini?" dedi yaşlı gözlerini cebinden çıkarttığı mendille silerek.

Çaycıya seslendim:
"Usta! Bize iki çay daha getirir misin?"
"Derhal ağabey, getiriyorum."
"Bak, Feyzullah Abi! Sana şöyle bir örnek vereyim: Diyelim ki yanan bir soba var önünde. Odunları yanarak közlenen sobanın kapağını açıyor, çıplak elle közleri avuçluyorsun, ne olur?"
"Elim yanar."
"Hah, elin yanar di mi? Aynen öyle, yanar! Acı duyarsın, feci de yanabilir, büyük yanıklar da oluşabilir... Bir de şöyle düşün: sobanın kapağını açıp közleri çıplak elle avuçlamıyor, maşa kullanıyorsun. Ne olur?"
"Elim yanmaz."
"Hah, aynen öyle, yanmaz! Şimdi elinde maşa olmasıyla ellerinin çıplak olması arasında 'yanmak' gibi çok önemli bir fark var. Bu farkı kim oluşturuyor? Biz. Maşayı kullanabilecek olan da biziz, çıplak elle közleri avuçlayacak olan da... O zaman seçim bizim elimizde. Şimdi, ben sana desem ki; boş ver, yananı Allah görür! Tek sen mi yandın dünyada, tek senin mi yüreğin, avuçların yandı? Sence doğru olur muydu? Cevap veriyorum: Olmazdı! O zaman yarası, acısı olana kıyaslama üzerinden teselli dediğimiz şeyi sunduğumuzda da benzer şekilde acı vermiş olabiliyoruz."
"Peki, nereye varacağız böyle kardeş?"
"Güzel soru sayın abim! Şuraya varacağız demeden önce yaşanmış bir örnekten bahsedeyim: Geçen ay komşulardan biri ruh doktoruna gitti, ruh doktoru ona 'sevdiğin, sevebildiğin şeyleri yap,' dedi. Yani sevdiğimiz, sevebildiğimiz şeyleri yaparsak beynimize olumlu iletiler sunmuş oluyoruz. Sevdiğin şey bir nesne, bir özne, bir kitap, bir film olabileceği gibi, bir insan da olabilir. Sevdiğin insanlarla birlikte olmak da buna örnektir...

Şimdi şuraya varacağız sayın abim: Sen elinde maşa ile sobanın közünü alırsan elin yanmaz. Öyle ki nerede, ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiş olursun. Ama sen inatla çıplak ellerinle közü avuçlarsan ellerin yanar. Dolayısıyla nerede, ne yapacağın ve nasıl davranacağını kestirememiş olur, bu durumdan zarar görürsün. Teselli, nasihat kavramları ile insanları başkalarıyla kıyaslayarak 'aman ne olacak... sen de yaparsın... o yandıysa sen de yan... sen de dayanırsın... tek sen mi acı çekiyorsun? gibilerinden, "Bir Teselli Ver yarattığın Mecnun'a," dersen arabesk yakınmaların içinde yalnızca debelenir durursun. O hâlde ne yapacağız? Bize iyi gelmeyen teselli ve nasihat sözlerinden uzak duracak, sevebileceğimiz şeyleri yapacağız...

"Yani bana alttan alttan sevebileceğim şeylerden bahsetmem konusunda sinyal mi gönderiyorsun kardeşim?"
"E yani. Lafın tamamı deliye söylenir, anladın sen?"
"Anladım kardeşim, lafın tamamı kalsın. Deliye gerek yok! O zaman sana en sevdiğim, sevebildiğim bir şeyin adını vereyim: kitap.
Evet kardeşim, kitap. Bana özellikle kitaplar iyi geliyor."
"Şiir sever misin abi, şöyle güçlü yargılardan, sağlam kurgulardan hasıl devrik ve kurallı cümleleri olan şiirler..."
"Sevmez miyim? Kitap dedim ya kardeşim..."
"Sana çağdaş Türk edebiyatımızın yeni ve güçlü kalemlerinden birinin, otuzlu yaşlarındaki genç bir şairimizin üç şiir kitabından minik kesitler sunmak istiyorum."
"Sun kardeşim. Memnuniyetle kabul eder, kitapkurdu olduğum için de en kısa sürede okur, gözlemlerimi paylaşırım seninle...
Bu arada, kim bu yetenekli, genç şair?"
"Şairimizin adı soyadı: Ramazan Aydın.
"Zonguldak doğumlu. Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi kimya bölümünden mezun... 
"Şiirleri, 'Şiiri Özlüyorum, Temrin, Hayal, Akköy, Kıyı, Kurşun Kalem, Mavi Yeşil, Şiir Dalı, Caz Kedisi, Temren, Şehir, Sunak ve Son Gemi' isimli edebiyat dergilerinde yayımlandı. Ayrıyeten 'Taşın Kavmi Yok' adlı kitabıyla Kıyı-Ruhi Türkyılmaz Şiir Ödülü'nü aldı."
"Peki, kitaplar nerede, şu an yanında mı?"
"Evet, yanımda. Cümlelerinden ilham aldığım kitapları bugün yanımda bulundurdum. Şehrin taşrasına, numunelik birkaç çınar ağacına bakmak, çınar ağaçlarının dallarındaki kuşları seyretmek, yüreğimi şiirsel sözlerle taramak için dışarıya çıktım. Yürüdüm, ilhamımı aldım, geri dönüp sokaktan geçerken tam da burada seninle karşılaştım. Tesadüf mü dersin, yoksa kaderin plânı mı, bilemem. Ama bu güzel, yetkin, kalburüstü tümcelerin büyük düşler, kudretli sanatsal büyü ile donatıldığı, imgelendiği eserleri seninle tanıştırma girişimimin bir nebze de olsa ruhuna iyi geleceğini düşünüyorum."
"Madem bu kadar güçlü kalemi var, o hâlde Ramazan Aydın'ın şiirlerinden bazı kesitler sunabilir misin?"
"Elbette sayın abim. Gururla sunarım..."

Sevgili Şair Ramazan Aydın'ın ilk kitabı 'Taşın Kavmi Yok'tan başlamak istiyorum.

Misal:

'Taşın Kavmi Yok'
(Klaros Yayınları) isimli şiir kitabındaki 'Dağ Meseli' başlıklı şiirden küçük bir kesit sunayım.

"... Dağa sormalı acıyı, eskiyen bakışlarına Tanrı'nın
İnsandan olma insandan doğma bu kan
Her ölüm için bir işaret bıraktın sofrasına aklımın
Afiyetle doyurdun toprağın nefsini ki;
Kim şikâyetçi olsa birazcık hâlinden
Dağ ile korkuttun küçücük kalbimizi."
(Sayfa 45)

Aynı kitap üzerinden biraz geri gelip 'Yanağını Cam Kenarında Unutan Çocuklara' başlıklı şiirden de küçük bir kesit sunayım.

"... Küçük bir farkla ıskalıyorum riyakâr sözcükleri
Yoksa tam alnının ortasından çivilerdim aklımın geçmişini
Babam diye bir ülke tanıdım
Gereğinden fazla acemi gereğinden fazla kör
Ne vakit söz hakkı istesem cahil cesaretimle
İnceldiğini hissettim boynumun eğer hâlâ yerindeyse."
(Sayfa 30)

"Devam et, çok güzel... Diğer kitaplarından da sunar mısın birkaç kesit?"
"Nasıl olsa okuyacaksın sayın abim. Ama yine de sunayım, üzerinde düşünürüz belki. İyi, o zaman bir diğer kitapla, 'Yıldızlar Açtığında Gözlerin Çocuk' ile devam edeyim.
'Yıldızlar Açtığında Gözlerin Çocuk'
( Klaros Yayınları / Sayfa: 57)

'Asi Bir Gülümseyiş' başlıklı şiirden bir kesit:" ... 

III. 
Sözünün omurgasında asi bir gülümseyiş
Bütün tiranlara kafa tutabilir
Toprağa abanan kökleriyle sonsuz
Yıldızları çatlarcasına kovalayan bilinç
Kanında eski zamanları düşleyen çerağ
Atını alnından öpüp uğurlarken
Yepyeni şafaklar yaratabilir."

"Ve son olarak 'Kalbimizi Sürdük Namluya' isimli kitaptan küçük bir kesit sunup bugünün muhabbetini sonlandıralım, ne dersin sayın abim?"

"Olur güzel kardeşim, hay hay!" derim.

'Kalbimizi Sürdük Namluya'
( Hayal Yayıncılık/ Sayfa 56)

'Kapkara Çocuğuyum Tanrının
Kapkara çocuğuyum tanrının
Lanetli ve kusurluyum çoğunuza göre
Kamburuyum bu taştan oyma kürenin
Asırlarca çağlarca sustunuz üzerime..."

...

Feyzullah Abi çayların parasını ödemek için elini cebine attı. 

"Olmaz!" dedi arkadaşı. Öne atıldı, Feyzullah Abi'nin elini tuttu, geri çekti. 
"Ben ödeyeceğim, hayatta olmaz abi!"
"Oğlum, manyak mısın? Sen gelmedin mi masama? Adettendir, masasına gittiğin adam parayı öder, giden değil. Şimdi çekil önümden de ödeyeyim ücreti.
"Olmaz abi! Olur mu abi? Ben ödesem ne olur?
"Olmaz kardeşim olmaz! Sen ödesen olmaz, âdet yerini bulmaz!"
"Neyse tamam, sen öde abi!"

Feyzullah Abi çayların parasını ödeyip dışarı çıktığında arkadaşına her şey için teşekkür etti, tam ayrılıyorlardı ki, "Var mı bana giderayak söylemek istediğin bir şey?" diye sordu.

"Maşa kullanmayı unutma! Her ne olursa olsun çıplak elle değil, maşa ile dokun köze... 

Haa, bir de kitaplarını unutma! Kitapların masanın üzerinde. Güle güle oku sayın abim," dedi.

Engin Yeşilyurt
11 Aralık 2021


Dipnot: Paylaştığım yazının içeriği için Şair Ramazan Aydın'dan izin alınmıştır.

Related Posts

Leave Comments