Budapeşte'den yaklaşık 3 saatlik bir tren yolculuğuyla nihayet "Bratislava Hlavná Stanica" istasyonuna vardık. Saatin hemen hemen 14.00'ü geçmesi ve zaten Bratislava'da hepi topu bir gün kalacağımızdan ötürü zamandan tasarruf etmek amacıyla otele ulaşım için taksi kullanmaya karar verdik. Fakat Bratislava taksicilerinin sabit birkaç güzergah haricindeki tüm adreslere 15 Euro talep ettiğini belirteyim. Dönerken otobüsle döndük ve aynı yolu kişi başı 70 Cent' e kat ettik. Karar sizin elbette.
Otele eşyalarımızı yerleştikten sonra kendimizi Bratislava sokaklarına bıraktık. Aslında şehre dair ilk izlenimlerim pek de müspet değildi. Kale tarafında olan otelimizden başkanlık sarayına doğru giden yol boyunca yürüdük ve gerçekten "ben buraya niye geldim ki " sorusunu kendime çoktan sormaya başlamıştım.(Neyse ki old city' e geçtikten sonra üzerimdeki kasvet dağıldı) Başkanlık sarayını ziyaret edip fotoğrafladıktan sonra tekrar geldiğimiz istikamete kale yoluna doğru yürümeye başladık. Yol boyunca izlediğimiz şehir barok tarzda yapılar ile alelade inşa edilmiş yeni binaların uyumsuzluğu içinde kıvranıyordu. Nihayet birçok kapısı olan kaleye Viyana kapısından giriş yaptık. Bratislava kalesi kişi üzerinde kuvvetli tesirler bırakmayan ama bir yandan da ortaçağ şövalyelik kurumunu yad etmemize vesile olan bir yapı. Kaledeki galeriyi ziyaret edebilir; Tuna ve Bratislava manzarasını izleyebilirsiniz.
Kaleyi terk edip aşağıya doğru yürüdüğümüzde sağ tarafımızda Bratislava'nın eski şehrine inen merdivenler bulunmaktaydı- Hemen yanı başında halihazırda"Old City" tabelası dikkatiniz çekecektir- Michael Kapısından eski şehre merhaba dedik.Artık Bratislava'nın eski şehrindeydik. Bratislava'da kendimi en huzurlu ve dingin hissettiğim yer kesinlikle eski şehirdi. Dar sokaklar, çoğu kafe ve restoran olarak kullanılan şık barok mimari binalar , her an bir yerlerden bitiveren sempatik heykeller… Heykel demişken paparazzi heykeli kaldırılmış bilginize. Ahalinin söylediğine göre paparazzi heykeli bir restorana aitmiş ve bu restoran kapanınca heykeli de yerinden kaldırmış.
Budapeşte'den süregelen yorgunluğu eski şehirdeki bir barda dinlenerek atmaya çalıştık. Barın ismini hatırlamıyorum ama bira fiyatları oldukça makuldu. Slovakların yerel biralarının oldukça lezzetli olduğunu söyleyebilirim. Bir de "kofola" diye bir Slovak kolası var ki onu kesinlikle deneyin. Sovyet döneminde Amerikan kolasına mukabil üretimine başlanılmış olan bir içecek ve tadı da gayet iyi. Yeterince dinlendikten sonra eski şehirden yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesinde olan Mavi kiliseyi ziyaret ettik. Kilise şekerden yapılmışçasına masalsı bir görünüşe sahip. Mutlaka uğramalısınız . Vardığımızda maalesef saat 18.00'i geçtiğinden içerisini göremedik. Bratislava'da tek vahvahlandığım an budur herhalde. Şehirde gezilip görülmesi gereken diğer kiliseler ise St. Martin Katedrali ile Trinity kilisesidir.
Bratislava ile edindiğim izlenimlere gelirsek; çabuk tüketilebilen bir şehir . Fazladan bir sebebiniz yoksa bir günden fazla konaklamayı tavsiye etmem. Slovak halkı oldukça yardımsever. Herhangi bir adres sorduğunuzda cevaplamanın da ötesinde işlerini güçlerini bırakıp size gideceğiniz yere kadar eşlik ediyorlar. Bratislava'nın bende her zaman saklı kalacak bir hatırası da 7-1 gibi tarihi bir skorla biten Brezilya – Almanya maçını Bratislava'da bir "pub"ta izlemiş olmamdır . Bu bilgi oldukça öznel olmasına rağmen ister istemez bilinç akışımda Bratislava ile bir özdeşlik kurmasından dolayı burada zikretmeden geçemeyeceğim. Menfi gözlemlere gelirsek; Türkiye'de pek sık rastladığımız boyasız ,tuğlaları gözüken çirkin apartmanlardan burada da var . Şehir büyüme emareleri gösterdikçe Bratislava'yı çarpık kentleşme sorunu bekliyor sanki. Asıl önemli handikabı ise etrafındaki Budapeşte ve Viyana gibi iki muazzam şehir dolayısıyla hep günü birlik bir yer olmaya mahkum kalacak gibi gözüküyor. Fakat aynı vaziyete farklı bir açıdan bakarsak bu durum belki de Bratislava'nın şansı da aynı zamanda.
30.07.2014
30.07.2014