ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda
Bu ciddi yönetimlere sahip ülkelerin büyükelçileri, gece şarabı viskiyi fazla kaçırıp, "hadi Türkiye'ye bir şeyler söyleyelim" demez. Bunların söyledikleri bu tip sözler, bir araya gelmeler, kendi yönetimlerinden alınan onay sonucudur.
Sahte kabadayılık yaparak, bu diplomatları "istenmeyen adam" ilan edebilirsiniz. Bu iç siyasette, sıçıp sıvanmış ekonomi nedeniyle, iktidar partilerinden kopan bir grup gerzeğin milli duygularını körükleyerek yeniden kendilerine bağlanmasını sağlar. Ancak bu ülkeler de sabah bir gün aynı şekilde karşılık verdiğinde, sıçtığın ekonominin üzerine bir de mum daha dikilir.
"Bağımsız ülkeyiz" naraları atmak istiyorsan önce oturacaksın önce kendi Anayasanda yer alan;
"Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/20045170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."
hükmünü yok edeceksin. Ya da neyin altına imza attığının farkına varacak, attığın imzanın gereğini ya yapacaksın, ya da bu imzaları kaldıracaksın.
Bu hüküm gereği ortaya çıkan; "milletlerarası andlaşma ile kanun arasında hiyerarşi kurulur mu?", "milletlerarası andlaşmalara kanun üstü ve dolayısıyla anayasal bir değer verilir mi?" şeklindeki anayasal sorunsallara yanıt verecek hukuk teorisyenlerine ihtiyaç vardır ki bunu da bu ülkede bulamazsınız.
İnsan haklarına ilişkin milletlerarası andlaşmalar (temel hak ve özgürlüklere ilişkin) hususunda kabul etmek itemesen de altına imza attığın andlaşmalar senin anayasandan da üstündür. Çünkü YASA ve ANAYASA yazmayı ve dahi okumayı bilmeyenler tarafından yapılmış ve uygulanmaktadır.
Örnek vereyim: Alman ve Avusturya Anayasalarında "milletlerarası andlaşma" lakırdısı yerine "devletler hukukunun genel ilkeleri" lakırdısı geçer. Yani dar alan yerine "soyut kavramın" yarattığı geniş alanda oynaşmak mümkün. Daha bağımsızlıkçı imkan var onlarda...
Fransız Anayasası'nda ise, anlaşma ve andlaşmadan söz edilmiştir ancak orada da "diğer tarafça da uygulanmak" şartına bağlı bir "bağımsızlıkçı yoruma uygun daraltma" var. Karşı tarafın uygulayıp uygulamadığına dair bir yorumu yapma imkanı var.
Bunlar teknik konular, bu ülkede "Anayasabilimci" yok, üzerinde durmaya değmez anlamazlar da... (Zamanında Kemal GÖZLER makalelerinde çok uyarmıştı bu konularda)
Olayın siyasi ve avam bakışıma geleyim.
Zamanında birinin deyimiyle "SOROS artıkları" bu AKP hükümetini çok destekledi. SOROS artıkları ve AKP, bu ülkenin milli kurumlarını ve bu kurumların milli ruhunu ezdi geçti. O yüzden KAVALA için, içim zerre kadar yanmıyor. Ergenekon ve Balyoz davalarına destek verirken bu "SOROS ARTIKLARI" çok MAKBUL vatandaşlardı. AKP bir zamanlar nasıl Fetullahçılara ortaklık yaptılarsa bunlarla da gayet sıkı-fıkıydılar. Şimdi ekonomide çakılınca, bir zamanlar makbul olanlar TERÖRİST ve ARTIK oldular. Sadece KAVALA değil onun gibi 299 "ARTIK" daha var: Bir zamanlar AKP yi destekleyen ve ülkenin Atatürkçülerine saldıran bu 300 kişinin keşke tamamını tıkabilsek "casusluk" suçlaması ile
Ancak ortalıkta çağa yakışmayan bir "hukuk garabeti" de var. Beceriksiz ve talimatla hareket eden yargı, makul ve kesin kanıt toplayamadığı için, yaptığı "sanıklama" da, altına imza attığımız andlaşmalara uymuyor. Temel insan haklarına hiç uymuyor. Öyle birileri kafayı taktı diye, kimseyi makul ve kesin kanıt olmaksızın davaları lastik gibi uzatarak, davalara dava ekleyerek içeride tutamazsınız. Tutarsanız, bu dünyada ancak "geri kalmış" ülkelere ziyarete giderek mastürbasyon yapar, çağdaş dünyadan kopar ve aşağılanırsınız. Senin meclisinin heyetleri çağdaş dünyada kabul görmez.
Diğer taraftan milliyetçiliği "hayvan gibi höykürmek" olarak anlayan çok ciddi bir cahil kitle var. Biliyorsunuz bu salaklar "sokaklarda portakal keserek batıdan intikam aldığını" zanneden eziklerden oluşuyor. Eh bunlar da ciddi oy potansiyeli demek. Bunlara hitap ederek, diğer paralar karşısında yerlerde sürünen paranın yarattığı oy kaybı giderilmeye bir yere kadar mümkün ama bir süre sonra onlar da "ulen açız be çocuğumun karnı doymuyor" dediğinde bu cahil kitle eline taşı alır. İşte asıl tehlike bu kitle ile başlar. Yatlarında viskisini yudumlayan çokuluslu şirketlerin yöneticileri, yani SOROS ve benzeri kurumların temsilcileri içkilerini sokaklarda akan kana bakarak yudumlamaya devam eder. Avam tabirle "onlara giren çıkan bir şey olmaz" ...
Bilmem anlatabildim mi?