By Yasin Sarı on Perşembe, 21 Temmuz 2016
Category: Siyaset

15 TEMMUZ: BİR ABD/CEMAAT/NATO OPERASYONU VE MİLLÎ REFLEKS

Darbenin gündüz vakti saçma sapan bir saatte yapılması, girişimin duyulması üzerine erkene alındığıyla açıklandı. Yoksa darbeyi gece yaparsınız, sabah millet yeni bir güne, yeni bir Türkiye'ye uyanır.

15-16 temmuz 2016 günleri Türk milleti olarak bir darbe girişimine tanıklık etti. Darbe girşiminin -veyâ terör saldırısının- ilk saatlerinde birçok kişi olan bitene anlam veremezken en önemli bilinmeyen, darbenin kimler tarafından hangi amaçla yapıldığıydı. Kendine 'Yurtta Sulh Konseyi' adını veren bu cuntanın TRT aracılığıyla deklare ettiği darbe bildirisi, görünürde kemalist/ulusalcı bir etki bırakma amacında olsa da, bu bağlamda fazla renk vermiyordu. Nitekim bildiriye rağmen darbe girişiminin arkasında Fethullah Gülen Cemaati'nin/Paralel Yapı'nın olduğu açığa kavuştu.

Darbe girişiminin ilk saatlerinde, her ne kadar az da olsa, sırf AKP ve Recep Tayyip Erdoğan bertaraf edilecek diye sevinen, bu girişimi hoş karşılayan insanlar oldu. Bu durumun Ülkücü Hareket ve Türk milliyetçileri arasında başka cenahlara kıyasla daha az olduğunu iletmem gerek. Türk milliyetçileri milletin egemenliğini yok sayan herşeyin karşısındadır. 12 Eylül 1980 darbesiyle kolu kanadı kırılmış, maddî ve manevî açıdan çökertilmiş Ülkücü Hareket mensupları itidalli davranmıştır. Türk milliyetçilieri sırf AKP veyâ Recep Tayyip Erdoğan gidecek diye darbe girişimine sevinmediler, hoş karşılamadılar hatta AKP'liler kadar tepki koydular. Eğer askerin siyasette yeri olsa Alparslan Türkeş üniformasını çıkarmaz, çıkarmakta kararlı olmazdı. Kaldı ki, özellikle orta yaş ve üstü ülkücüler 12 Eylül'ü gördü ve yaşadı. İkinci bir 'Our boys have done it' vakasına Ülkücü Hareket'in sevinmesi zaten abes olurdu. Türk milliyetçileri darbelerin kimseyi dinlemeden kendi diktasını kurduğunu, bunu yaparken fütürsuzca ve sorumsuzca yaktığını ve yıktığını biliyor. 15 Temmuz gerçekleşecek olsa ne AKP, ne MHP ne de CHP kalacaktı. Kalan sadece Cemaat, Cemaat, devlet olacaktı. Yaşı ilerlemiş olan Fethullah Gülen, çok özlediğini ilettiği memleketine Humeynî gibi geri gelecekti. Sonrası onun insafına kalmış.

Darbe girişminin ilerleyen saatlerinde AKP'li yetkililer darbenin Paralel Devlet Yapılanması diye anılan Cemaatçilerin bir operasyonu olarak lanse ettiler. Yine cumhurbaşkanı, başbakan ve bilumum TSK mensuplarının canlı yayınlara bağlanması, bağlanabilmesi hemen hedef olarak meseleyi 'Cemaat yaptı' ya getirmesi, ister istemez toplumun bir kısmında bunun bir mizansen olabileceği hissini verdi. Açıkça ifade edeyim, darbenin ilk saatlerinde Paralel Yapı'nın böyle birşey yapacağına ihtimal vermedim. Yoldaydım, genelkurmay başkanının işin başında olmadığını öğrendikten sonra benim açımdan bu olasılık yükseldi. İlerleyen saatlerde bunu teyit eden emareler artınca ve kendimde bazı şeyleri üzerine koyunca, bu darbe girişiminin Paralel Yapı tarafından, veyâ en azından onların bilgisi dahlinde yapıldığından, bir şüphem kalmadı. Darbe püskürtülene kadar Cemaat mahallesnin sessiz kalması benim için ilk emareydi.

Adı geçen darbeci subayların, hepsi değilse de, önemli kısmı Cemaat bağlantılıydı. Ağırlıklı birliklerin jandarma ve hava kuvvetlerinden olması da bunu teyit ediyordu. İkincisi, adı geçen darbeci rütbeliler ağustos ayında TSK'da yapılacak 'temizlikte' tasfiye edilecek subaylardan oluşuyordu. Rütbelilerin bu son çırpınışı, ayrıca Cemaatin de belki son kozu, son çırpınışıydı. Yani kişisel öfke ve kaygılarla, Cemaatin genel çıkarları örtüştü. Darbe girişiminin noksanlıkları, planın acemilikleri ve cuntanın zayıflığı bu girişimin darbe yapmaktan çok, son bir çırpınış hatta intihar gibi görünmesini sağladı.

Bunların dışında, Cemaat medyasının yazarlarından Mehmet Efe Çaman, Yarına Bakış gazetesinde 21 haziran 2016 günü 'Post-Erdoğan dönemi demokrasinin garantisi mi?' diye bir yazı yazmıştı. Yazıda Erdoğan sonrası Türkiye üzerine kafa yorulmuş. İlk okuduğumda anlam verememiştim. Düşünsenize, Ortadoğu Gazetesi böyle birşey yazıyor, imkanı var mı? Cemaat kalem ve yayınlarından başka emarelerin de olduğu söyleniyor. Özellikle Cemaatin Irmak TV'si varken stratejilerini takip etmek daha kolaydı, o kanal canlı yayınlar ve güncel Gülen açıklama ve sohbetleriyle çok ipucu veriyordu. Şu an Cemaat'te gözlemlediğim en önemli strateji değişikliği Avrupa'da. Artık bizzat kendilerini değil, organizasyonlarda ve teşkilatlanmalarında Türk olmayanları/yerlileri öne sürüyorlar. Şu an tek güçleri Batı'da lobicilik ve imajları.

Mâlum, cuntacılar TSK'nın azınlık bir kısmı tarafını teşkil ediyor. Emirleri altında bulunan erleri ikna edemeyecek, onların bir kısmını tatbikat var diye kandıracak kadar kozları zayıf bir cuntadan. Bu bağlamda, devlet adamlarını doğrudan hedef almamaları kendi adlarına riskli görünüyor. Çıkan haberlerden devlet adamlarına yönelik girişimleri olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Kezâ Türksat'a yapılan baskınla televizyon yayınlarının toptan kesilmesinin amaçlandığını da. İlk gün tek önemli kozlarının genelkurmay başkanı Hulusi Akar'ı rehin edilmesi olarak görünüyordu. Diğer yapılan bombalamalar ve millete açılan ateş darbecilerin kendi ayağına sıkmasıydı. Darbe girişiminden çok bir terör saldırısı niteliğindeydi.

Elbette azınlık bir grup oluşturmaları daha detaylı ve daha kapmsalı bir girişim olmasını engellediği gibi, bu girişimin sızmamasını sağlamış da olabilir. Ülkede kimse böyle birşey beklemiyordu. Darbe planı da detayları üzerinde durulmuş bir girişim gibi görünmüyor. Belkide plan-projesi -darbe fikrini kastetmiyorum- uzun soluklu birşey olmayabilir. Herşeye rağmen, MİT'in bundan haberdar olmaması imkansız. Nitekim cumhurbaşkanının, 'Ben darbeyi eniştemden haber aldım' sözüyle MİT ve Hakan Fidan'ın bilgi ulaştırmada aksaklık yaşadıkları anlaşılıyor. Esasen cumhurbaşkanının bu açıklamasının meâli Fidan'ı net bir biçimde kasıtlı olarak ofsayta düşürdü.

Darbenin gündüz vakti saçma sapan bir saatte yapılması, girişimin duyulması üzerine erkene alındığıyla açıklandı. Yoksa darbeyi gece yaparsınız, sabah millet yeni bir güne, yeni bir Türkiye'ye uyanır. Yine de darbecilerin CNN Türk ve Kanal D'ye baskın yaparken havuz medyasını es geçmesi şüpheleri arttırdı. Aslında bu darbecilerin ince düşünülmüş bir stratejisiydi. Nihâyetinde darbe girişimi başarısız olduğu vakit, buna 'tiyatro' izlenimi verilebilmesi için. Nitekim gerek Cemaatin kalemleri, gerekse Batı medyası bunun tiyatro olabileceğini derhal işlediler.

Buna ek olarak, 'Fuat Avni' hesabının da aylardır Recep Tayyip Erdoğan'ın kendi menfaati uğruna içsavaş ve kaos çıkarmak istediğini işlemesi, Hakan Fidan üzerine şüpheler oluşturmaya çalışması bu tavrı doğruluyor. Henüz iddia boyutunda olmasına rağmen Fuat Avni hesabıyla ilgili ortaya atılan iddia oldukça ilginç. 'Fuat Avni' diye tutuklanan Akif Mustafa Koçyiğit'in ağabeyi, Paralel Yapı ile ilişkilendirilen Fuat Avni ekibinin arkasında 'Kısa Seyfi' diye anılan Ahmet Davutoğlu olduğunu açıkladı. Hatırlanacağı üzere Ahmet Davutoğlu kendi medyasını kurmuştu. Dahası, kendisinde asıl moral kırıklığını yaratan ve istifaya sürükleyen olay 'Pelikan Dosyası' diye anılan blog sayfasıydı. Pelikan Dosyası, Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki gerilimlerden, anlaşmazlıklardan bahseden, Erdoğan'ı Davutoğlu'na karşı savunan, parti içi bilgi ve detaylarla oluşturulmuş bir sayfasıydı. Buna göre Davutoğlu, Erdoğan'a karşı hareket ediyor ve ona karşı oluşumlar kuruyordu. Bu sayfayla Davutoğlu'na, senin yaptığını biz de yaparız dendi.

15 Temmuz ile alakalı benim kafamı sürekli kurcalayan mesele, Cemaatin bu kadar acemice icraata konmuş, bu kadar ölçüsüz bir girişimi neden yapmış olabileceğiydi. Nitekim Cemaatin Recep Tayyip Erdoğan'ı güçlendirecek, onu mağdur durumuna sokacak ve başkanlığa yol açacak bir hamleye girişmeleri kendileri adına ahmakça. 'Danışıklı dövüş' savını gülünç buldum, silahlı danışıklı dövüş olmaz. O halde yaşananlar neydi?

1. Bu cunta zayıf olduğunun farkındaydı. Girişimlerinin bir anlamı olabilmesi veya sonuç verebilmesi için tek çıkar yol olarak muhtemelen kaos çıkarmayı ve ülkeyi içsavaşa sürüklemeyi gördüler. Hal böyle olunca darbeyi gündüz yaparken, karşı tarafın çağrılar yapmasına izin veririsin, hükümet medyasına dokunmazsın ve Türk askeriyle Türk milletinin karşı karşıya gelmesini bekler, milletin bir kısmının darbe lehine pozisyon almasını umarsın. Darbeciler muhalefetten umdukları desteği bulamadılar. MHP genelbaşkanı Devlet Bahçeli'yi aradıklarında, Bahçeli oyuna gelmemiş ve bilerek veya bilmeyerek darbeciler lehine hamlelerde bulunmamıştır. Aksine, Bahçeli'nin 1. Ordu içerisinde bulunan ülkücü subaylar tarafından önceden bilgilendirildiği, Bahçeli'nin bunun üzerine hükümetin yanında olduğunu hemen ve açıkça ilettiği konuşuluyor. Yine de bu bağlamda, cumhurbaşkanının halka sokağa çıkın çağrısı yanlıştı. Bu hesap edilmemiş -aslında edilmiş ama doğurabilecek sonuçları önemsenmeyen- tüm ülkeyi riske atan bir çağrıydı ve karşı taraf güçlü olsa veya muhalefet desteği alsa içsavaş çıkarırdı. Bu iş halkın değil ordunun ve polisin işiydi.

2. Bir ihtimal, bu darbe girişimi daha kapsamlıydı. Hulusi Akar ve 1. Ordu'nun darbeye katılmayacağını öngöremediler. Bunun meâli şu: TSK'nın kemalist/ulusalcı (yani Avrasyacı) ve ülkücü subayları, Cemaatçi (NATO'cu) darbeci subayları -belki intikam belki darbenin başarısız olacağı düşüncesiyle- tongaya düşürdü, ve Ergenekon ile Balyoz'un rövanşını Cemaatten aldı. Tayyip Erdoğan ve diğer siyasiler ise darbe teşebbüsünü kesinlikle önceden biliyordu ve ona göre -siyasi şov da dahil- strateji geliştirdiler. Darbeci olanlar net bir biçimde ortaya çıktı.

3. Belkide bu girişimde amaç darbeyi başarıya ulaştırmak bile değildi. Bir güç gösterisi, bir korku salma, bir veya birçok kişiye mesaj verme işiydi. Elbette sırf mesaj vermek için silahlı girişim yapılmaz. Şayet böyle bir durum varsa mesajı vermek isteyen bizzat darbeciler değil, darbenin yarıda kalmasını sağlayan veyâ ona göre manipüle eden güçler olabilir. Hakan Fidan'ın ve darbecilerin başı diye gösterilen Akın Öztürk'ün ikircikli durumları bu tezi destekler nitelikte.

4. Belkide bu girişim, Türkiye'yi bilinçli olarak belirli bir yola sokma hamlesiydi. Yani demek istediğim, belkide bu hamle uzun soluklu başka bir hamlenin ilk fitili, onun altyapısı. Görüntü itibariyle Türkiye başkanlık yoluna sokulmuş görünüyor. Bu rüzgarla birlikte Recep Tayyip Erdoğan bu darbe girişimin şüphesiz büyük kazananı. Kendisine ve AKP'ye, AKP tabanından dahi yükselen eleştiriler, bir anda bıçak gibi kesildi. Başkanlık sürecinde Türkiye'de ne derece gerilimli bir hal alır, içsavaş ihtimali ne boyutta olur bilemiyorum. Fakat darbecilerin amacıyla bu yolda artacak gerilimler, kaos, ve bunun sonu örtüşüyor. İçsavaş haricinde, doğrudan ABD ve NATO ile oluşabilecek gerilimler de ihtimaldışı değildir. Darbe günlerinde ABD ile İncirlik konusundaki gerilim, ABD'nin Türk uçaklarına yasak koyması ve en önemlisi Fethullah Gülen'in iadesi konusu bunun işaretleri. Her iki ihtimalde de ABD/NATO müdahelesini olasılıkdışı görmüyorum.

Bu darbe girişimi mikro boyutta Cemaat-AKP kavgası gibi duruyor. Orta ölçekte ise Cemaat tarafından mağdur edilmiş bütün kesimler, yani tüm Cemaat harici gruplar var. Nitekim TSK ve Emniyet'te Cemaat yapılanmasından en çok çekmiş olan kesimler darbeyi püskürttü. Yani kemalist/ulusalcı ve ülkücü subaylar ve generaller, ülkücü polisler ve ağırlıklı olarak AKP'li ve MHP'li yığınlar. Bu üç farklı tabanın tek ortak noktası anti-amerikancılıktır. Türkiye 2000'li yıllardan beri, ABD müttefiki olmasına rağmen ve herhangi bir ABD işgali yaşamamış olmasına rağmen anti-amerikancı duyguların oldukça yüksek çıktığı bir ülkedir. Keza Türkiye'de kemalistleri/ulusalcıları, ülkücüleri ve siyasal islamcıları ancak anti-amerikancılık birleştirir. Diğer taraftan darbeci rütbelilerin hepsi Cemaatçi olmasa da hepsi NATO'cu. İşte bu durum, darbe girişiminin makro boyutuna bir köprü oluşturuyor.

Hatırlanacağı üzere, kısa bir süre önce Türkiye hem İsrail ile hem de Rusya'yla arasında soğukluğu bir kenara attı ve zeytindalı uzattı. Şu an ki durum, Türkiye'nin apar topar Rusya'yla olan yakınlaşmasını açıklıyor. Bu yakınlaşma, ABD/NATO destekli darbenin kapıda olduğunun bilinmesiyle, Türkiye'nin ABD'ye karşı eline güçlendirmek içindi. Aksi halde Türkiye tamamen yalnız kalacaktı. Oysa şimdi Rusya gibi -Avrasyacı- bir seçenek var. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin 'Türkiye'yi NATO'dan çıkarabiliriz' çıkışı -ki sonradan bu haber düzeltildi ve Kerry'nin böyle ifadede bulunmadığı söylendi- bu gerilimin bariz bir gerçek olduğunu kanıtıdır. Türkiye NATO'dan çıkma kararı almaz en fazla İncirlik başta olmak üzere NATO üsleri üzerine bir kararı ihtimaldışı görmüyorum. Diğer taraftan Fethullah Gülen, ABD için anlamını ve işlevselliğini yitirmiş görünüyor. Türkiye'nin hazırlayacağı dosya zayıf bile olsa, bir ihtimal, iade edilebilir. ABD'ye ilginç bir şekilde nefes aldıran tek konu, cumhurbaşkanının idam çıkışı. İdam meselesini vurgulayarak Recep Tayyip Erdoğan ABD'nin elini, belkide bilinçli olarak, güçlendirmektedir.

Görünen o ki Türkiye gelecekte Rusya ile daha da yakınlaşacak. Ulusalcı subayların umduğu gibi daha Avrasyacı tavır takınarak, bu konumunu NATO ve ABD'ye karşı bir koz olarak kullanacak. Bunda bir sakınca görmüyorum, fakat Avrasyacı tutum ne kadar ileri gider bilemiyorum. Nitekim uzun vaadede Türkiye'yi onun da sıkıntıya sokacağından şüphe yok. Rusya ve Türkiye'nin arkabahçe saydıkları bölgeler ortak. Çıkarlar mutlaka çatışacaktır. Bunun dışında Avrasyacı eksende görünen İran ve Çin ile de Türkiye'nin ne derece sağlıklı ilişki kurabileceği oldukça şüpheli.

Tekrar yurda dönecek olursak, üstte ifade ettiğim gibi cumhurbaşkanın milleti sokağa dökmesi yanlıştı. Bugün hâlâ, sebepsiz gibi görünerek, döküyor olması da yanlış. Gün geçtikçe işin boyutu siyasi şova dönmekte, tek adamın propagandasına ve OHAL ilanı ile başkanlığa doğru evrilmektedir. Bunun haricinde, Türk milletinin darbeye ve darbecilere verdiği tepkinin destansı olduğunu ifade etmek gerek. Türk milleti, mesele vatan ve millet olunca, canı pahasına tankların, namluların ve uçakların karşısına dikilmekten çekinmemiştir. AKP'lisi, MHP'lisi, CHP'lisi, SP'lisi, BBP'lisi, istisnasız tüm partilerin sempatizanları sokaklara dökülmüştür.

Kayseri ve Konya'da, ciddiye aldığım insanlardan bilgelere göre tüm millet -AKP'liler ve ülkücüler ağırlıkta olmak üzere- sokaklara döküldü. Bana aktarıldığına göre, Ülkücü oranı azımsanmayacak boyutlardaymış. Özellikle Kayseri'de bu durum sloganlarda ve Mustafa Yıldızdoğan'la oldukça belirginmiş Televizyon ekranlarından Mustafa Yıldızdoğan'ın 'Ölürüm Türkiyem'inin Kayseri ve Konya'ya özel olmadığını da anladım. Bu bir taraftan Ülkücü Hareket için olumlu gibi görünüyor.

İster Türkiye'de olsun ister Avrupa'da, Türk milletinin başına ne zaman bir iş gelse, herkes 'Ülkücüler nerede?' diye soruyor. Çünkü Türk milleti, ülkücülerin vatan, millet konusunda siyaset gütmediğini, bunda samimi olduğunu, ve 'millî refleks' konusuna en duyarlı kesim olduğunu biliyor. MHP ve Ülkücü Hareket de milletin verdiği bu tepkiyi olumlu işlemek istiyorsa, milletin darbe ve darbecilere ve onların arkasındaki güçlere karşı koyuşunu 'millî refleks' diskuru üzerine oturtmak zorunda. Bilindiği gibi bu terim, Ülkücü Hareket jargonuna aittir. 12 Eylül darbesinde Alparslan Türkeş ve Ülkücü Hareket savunmalarını millî refleks kavramı üzerine kurmuştu.

Nevzat Kösoğlu'nun (1940-2013) içini doldurduğu bu kavrama göre, Türk toplumunun ortak değerleri olan vatan, millet, bayrak ve din tehlike altına girdiğinde, Türk milliyetçilerinin ve Türk milletinin unsurlarının (bilinçsizce) üzerinde fazla düşünmeden, anlık kararlarla verdiği tepkinin adı 'millî refleks'tir. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşananlar, içini kendimizin doldurduğu bu kavrama oldukça uyuyor. Son olarak, uzun bir aradan sonra Türk milletini bir bütün olarak görmek sevindirici. Bizleri ancak ortak bir düşman birleştirebilirdi, ki öyle de oldu. Ülkücü Hareket, darbeye karşı siyasilerin ve Türk milletinin koyduğu bu ortak tavrı millî refleks kavramı üzerinden işlemeli ve savunmalıdır.

Notlar:

- Birileri milletin adının 'Türk milleti', bayrağın adının 'Türk bayrağı', devletin adının 'Türkiye Cumhuriyeti' olduğunu anladı. Olumlu...

- Recep Tayyip Erdoğan'ın söylemlerini bırakın MHP ve Ülkücü Hareket'in söylemlerine yaklaşmasını, Ülkücü Hareketin Türk-islamcı söylemleriyle bir farkı kalmadı.

- Mustafa Yıldızdoğan ve 'Ölürüm Türkiyem', siyasi gidişat ne olursa olsun, her türlü kazanan oldu.

- Recep Tayyip Erdoğan ve AKP propagandasına rağmen Ülkücü Hareketin sloganları oldukça yaygın ve tesirli kullanılıyor. MHP'nin potansiyelini buradan da anlamak mümkün.

- Erdoğan'ın Davutoğlu'na yaptığı sivil darbeye ses etmeyenler, darbenin her türlüsünün yanlış olduğunu idrak eder umarım.

- Türk milleti olarak TSK'ya ve erlerine cephe alacak değiliz. TSK'ya cephe alacak bir durum yok.

- Keşke millet olarak PKK'ya karşı da bu dirayeti gösterebilsek.

Related Posts

Leave Comments