Geride bırakmak üzere olduğumuz yılda yaşananları tekrar bir gözden geçiren herkes, 2022'nin özellikle Demir Perde sonrası dönemde oluşan bir çok öğretim ve söylemi haksız çıkardığını tespit edecektir.
Özellikle her tür uluslararası gerginliğin yegane çaresi olarak sözde neo-liberal söylemlerle küreselleşme goygoyculuğu yapan, gerçek manada 'liberalizm' yani 'hürriyetçilik ile alakaları olmayan neo-con'cu tatlı su liboşlarının hepsi (Sadece bizdekiler değil, dünya çapında hepsi) ters köşe oldu.
Yugoslavya savaşının Avrupa'da son savaş olduğunu iddia edenler vardı mesela. Avro'nun yürürlüğe girmesi ve AB'nin Doğu Genişlemesi ile 'savaş' kavramını artık Avrupa gibi 'medeni(!)' ve gelişmiş bir kıtaya yakıştıramayanlar, 'savaş'ın sadece 'Ortadoğu', 'Afrika' gibi coğrafyada var olacağını savunanlar… Rusya'nın 2014 Kırım ilhakına hala teorik kılıf uydurma çabasında iken, bu yılın Şubat'ı şamar gibi oturdu suratlarına.
Elbette Ukrayna AB'de değil ama en geç Rusya'nın Ukrayna'ya uluslararası hak dışı savaş ilan etmesiyle beraber artık herkes AB'nin de kendi burnunun dibinde olan bitene karşı çaresiz kaldığını, müdahale gücünün olmadığını, istediği kadar genişleyemeyeceğini gördü. Kaldı ki bu savaşla beraber Avrupa'nın içinde bulunduğu ekonomik ve jeopolitik duruma karşı sergilenmesi gereken tavırda kendi içinde yaşadığı görüş ayrılıkları AB'nin sanıldığı kadar da 'birlik' olmadığının kanıtıdır.
Aslında en geç 2008 Finans Krizinden gündeme gelen ve başta Yunanistan olmak üzere birçok güney Avrupa ülkesini borç batağı AB'deki fay hatlarını duyuran ilk çıtırtılardı. Sonra İngiltere'nin AB'den ayrılma kararı, Macron yönetimindeki Fransa'nın Merkel sonrası Almanya ile düştüğü fikir ayrılığı ve günümüzde ise AB-Macaristan sürtüşmesi derken ve en son AB parlamenterlerinin Katar'dan aldığı rüşvetin skandalı gibi birçok olay AB'nin örnek alınması gereken rol modeli olmadığını bariz şekilde göstermekte.
AB'nin kendi iç sıkıntıları ve Rusya – Ukrayna savaşı ile göğüslemesi gereken problemlerin yanı sıra şimdi bir de en yakın müttefiki ABD ile bir ticari savaşın eşiğinde. Biden hükümeti enflasyon ile mücadele kapsamında ABD şirketlerine ve ABD'de üretilen ürünlere teşvik vereceğini açıklayınca AB ülkeleri, başta Almanya ve Fransa olarak, buna nasıl bir cevap verebileceklerini tartışıyorlar. Bu da sadece AB içi ayrışmanın değil, Batı ekseninde olan ayrışmanın göstergesi. ABD Rusya'yı zayıflatmak için Nato Doğu Genişlemesini AB'den büyük destek aldı. 1999'da Nato'ya alınan Polonya, Çekoslovakya (sonraki Slovakya ve Çek Cumhuriyeti) ve Macaristan 2004'e girerek Batı ile ilişkilerini pekiştirdi.
Rusya – Ukrayna olayında ABD'nin, aslında her zaman yaptığı gibi, AB'yi öne sürüp kendisi fazla etkilenmeden hedeflerine ulaştığını görmekteyiz. Ukrayna konusunda hiçbir karışma yetki ve imkanı olmayan AB ve ABD, Ukrayna'ya AB ve Nato üyeliği sözü ile Ukrayna'yı Rusya'nın etki alanından koparmaya çalışırken, olası bir savaşta doğrudan müdahale ile Ukrayna'ya destek vermeyecekleri ve Rusya'nın AB'ye karşı tavır alacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yoktu.
ABD için bu durum çok fark etmez iken, petrol ve doğalgaz ihtiyacının büyük bir kısmını Rusya'dan ithal eden AB'nin çok olumsuz etkileneceği kesindi. Dolayısıyla Rusya – Ukrayna savaşı gerek dünyada ABD'ye karşı yeni bir kutup oluşturma iddiası ile meydana çıkan Putin Rusya'sını zayıflatarak, gerek ise AB sanayisini sıkıntıya sokarak ABD'nin işine yaradı. AB şimdi yeni enerji kaynağı bulmak için, ABD, Kanada ve ABD yörüngesindeki Körfez Ülkelerine yönelmekte.
Olaylara bu açıdan bakıldığında 'küreselleşmenin' birilerinin iddia ettiği gibi her derde deve olmadığını görmekteyiz. 'Kurallar herkes için geçerli' diyerek bir ağırsıklet boksörünü bir sineksıklet boksörü ile ringe sokup adil bir maç beklemek olmaz. Emperyalizm kendini her zaman Rusya'nın yaptığı gibi zor kullanarak, yıkarak, yakarak göstermez. Bazen de kendine bilerek veya bilmeyerek hizmet eden, anlamadıkları basma kalıp lafları bir cacık biliyorlarmış gibi ezberden tekrarlayarak neoklasik postmodernizmi savunan liboşlarla yapar.
Elbette bu bir toplumun kendini proteksyonist bir çizgi ile tamamen dışa kapatması gerektiğini manasına gelmez. Ama açık piyasanın getirdiği faydalarla beraber bazı konularda bağımsız olması gerektiğini de unutmaması şarttır.
Tüm yüksek piyasa, girift ekonomik yapılanma vesaire bir yana…
Toplumun temiz sağlıklı gıda ve suya, temiz havaya, enerjiye ve ilaca ihtiyacı vardır.
Bunları dışardan almak her ne kadar daha da ucuz olursa olsun, başarılı ve sağlıklı bir ekonomi modelinin temelinde bu ürünlerde mümkün olduğu kadar dışarıdan bağımsız kalmak olmalıdır.
Bir yerli peyniri dün 50 liraya alırken bugün 500 liraya almanın sebebi enflasyon olabilir ama dün asgari ücretle geçinen bir aile ayda 500g peynir alabilirken bugün ancak 50g alabilmesinin sebebi o ekonomide gıda sektörünün yok edilip ülkenin tamamen dışa bağımlı hale getirmiş olmasıdır.
Bugün AB özellikle enerji ve ilaçta göbeğini büyük ölçüde Rusya ve Çin'e bağlamış olmanın ceremesini çekmekte.
2022'den alınması gereken derslerin bir diğeri ise Çin konusunda.
Karşılıklı ekonomik ilişki ve ticaret Rusya'yı Ukrayna'ya saldırmaktan nasıl vazgeçiremedi ise, Çin'e yapılan onca yatırım ve ticari faaliyet, Çin'in Batı'da hakim olan hürriyetçi, demokratik hukuk devleti modeline doğru gelişmesini sağlayamadığı gibi, ülkenin daha da otoriterleşmesini engelleyemedi. Çin onca ticari açılıma rağmen ne iç siyasetinde reformlar uyguladı, ne de dış siyasetinde yayılımcı ve emperyalist tavrından vaz geçti. 1997'de Birleşik Krallık egemenliğinden çıkarak Çin'in egemenliğine geçen Hong-Kong'da bile, anlaşma gereği 40 yıl boyunca siyasi yönetim şeklinde değişim yapmaması gerekirken, anlaşmaya uymayarak kendi teklif ettiği 'bir ülke iki sistem' ilkesinden vazgeçerek ciddi değişikliklere gitti ve Hong-Kong'u neredeyse tamamen kendi kıta yönetimi ile uyum haline getirdi. İnsanların demokratik hakları, basın özgürlüğü ve birçok başka hak kısıtlandı ve Pekin çizgisine karşı olan Hong-Kong'lu gazeteci ve muhalifler tutuklandı.
ABD başta olmak üzere tüm Batı büyük bir yanılgı içinde.
Genellikle finansal yaptırımlarla karşı tarafı kendi çizgilerine getirebilecekleri, getiremeseler bile yaklaştırabileceklerini var sayıyorlar. Oysa bu, söz konusu ülkenin gücü veya o an ona destek verebilecek ülkelerin gücü ile orantılı.
Tekrar Rusya örneğine bakalım.
10 aydır uygulanan yaptırımların hiçbiri Rusya'nın savaştan vazgeçmesine sebep oldu mu?
Olmaz, çünkü Rusya kendi toplumunu doyurabilecek gıdaya, ısıtabilecek enerjiye ve hayatta tutabilecek sağlık sistemine sahip.
Dolayısıyla Batı tarafından uygulanan yaptırımlar genelde 'Lüksten feragat' gerektiriyor. Bunun da gerek Putin gerekse sefalete alışkın olan Rus halkı tarafından çok da umursanmadığını görmek mümkün.
Batı'nın senelerdir yaptırım uyguladığı bir başka ülke ise İran.
İran başta Rusya olmak üzere ŞİÖ üyelerinden destek aldığı sürece, bu yaptırımların aslında ABD başta olmak üzere Batı'ya ters etki yaptığını görmek mümkün.
20 küsür senedir İran'a uygulanan yaptırımın sonucu İran'ın petrol ve gazını ucuz fiyata Çin ve Rusya'ya satma mecburiyetinde kaldı. Bu sadece ekonomik olarak başta Çin'e ve Rusya'ya yaramadı, aynı zamanda İran'ı daha da fazla bu eksene itti. Şimdi Rusya'yı izole ederek Çin'in daha da güçlenmesine sebep olunuyor. Bu ABD'nin yaptığı tek hata değil.
Şubat ayından beri süren savaşta dünya Rusya'nın ondan önce sanıldığı kadar güçlü olmadığını gördü. Sanırım artık Putin'de Rus ordusunun kendi sandığı kadar güçlü olmadığını idrak etmiştir. Elbette Ukrayna kendi başına bu kadar direnemezdi, elbette AB ve ABD tarafından verilen maddi destek Rusya'nın istediği gibi ilerlemesini sınırladı. Ama artık herkes şunu gördü; karşılıklı destekle Rusya'nın saldırganlığı dizginlenebiliyor.
Dolayısıyla Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliğine karşı güvende olmak için ve 1989'dan sonra Putin dönemine kadar yayılganlık için ABD himayesinde bulunan Avrupa ülkeleri ABD'ye olan bağımlılıklarını er ya da geç sorgulayacaklardır. Bu da ya ABD'yi Kıta Avrupası'na yönelik dış politikasını yeniden değerlendirmesi gerektirecektir ya da Kıta Avrupası'nda etki kaybetmesine yol açacaktır.
Sadece Avrupa'da da değil. ABD'nin yaptığı büyük bir hata ise İran ile Batı arasına imzalanan nükleer enerji anlaşmasını tek taraflı feshetmek oldu. Bu anlaşmanın feshedilmesi ile İran alenen tüm kontrollerden sıyrılıp sadece enerji konusunda değil, nükleer silah konusunda da hedeflerine hiç olmadığı kadar yaklaştığını bu sene gördük.
Bütün bu gelişmeler bir yandan 'küresellik' bahanesi ile birilerine teslim olmanın hata ve tehlikeli olduğu kadar uluslararası düzgün diyalogdan vazgeçerek yalnızlaşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu göstermekte. Umarım bundan da Moskova sevici ulusalcıların gazı ile tavizsiz Nato karşıtlığını milliyetçilik sananlar ders çıkarırlar.
Bugün Rusya Türkiye ile Ukrayna tahıl anlaşmasının pazarlığını yaptı ise bunun en baştaki sebebi donanmamız, ordumuz ve doğrudan Nato üyesi olmamız.
Elbette sırf Nato'da oldukları için kimse bizim dostumuz değil. Nato'da olmayan her ülke ile düşman olmamızı gerektiren bir şart olmadığı gibi.
Ama Nato'nun hiçbir maddesinde gidin Kozmik Odanızı salya sümük zırlayana açın yazmıyor,
Nato'nun hiçbir maddesi Nato'nun en güçlü üyesinin sizin iç politikanıza karışma yetkisi vermiyor.
Bu tür şeyler tamamen kendi yetkililerinizin ve siyasilerinizin sorumluluğunda.
Nato'ya karşı gelenler ve artık çağımızda ordu ve askeri gereksiz görenler Rusya Nato üyesi olmayan ve zayıf bir ordusu olan Türkiye'ye yönelik nasıl bir tavır takınırdı, acaba düşündüler mi? Kaldı ki, Nato Türkiye'ye sadece Nato dışı tehditlere karşı değil, Nato üyeleri tarafından olan tehditlere karşı da gerekmekte.
Genel açıdan bakıldığında zor ve tehlikeli yılı geriye bırakmak üzere olduğumuz kanaatindeyim.
Ama meselelerin yılbaşıyla beraber geride kalacağını düşünmüyorum. Aksine ekonomik ve siyasal açıdan bakıldığında dünya daha çok tehlikelere gebe gibi. Yukarıda bahsettiğim ticari savaş, artan faiz ortamında yeni boyutlara ulaşabilecek borç krizi, Çin'in yayılımcı ve emperyalist siyaseti, Tayvan sorunu ve belki de henüz göremediğimiz veya şu an aklımıza gelmeyen daha nice krizler…
Ve bütün bu çalkantıların ortasında Türkiye.