Güya koruma amaçlı getirilen 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı, önce karikatürize edildi ve bayağılaştırıldı. Ardından bu iş adım adım yaşlılara karşı tahammülsüzlüğe ve kötü muameleye dönüştü.
Tek başına bu örnek bile "korumacı" yaklaşımların kadınlara, gençlere, dezavantajlı herhangi bir gruba nasıl bir âkıbet vaadettiğini özetler nitelikte. Ama bu ayrı bir yazının konusu. Özetle, "kendi başına hareket edemezsin" yargısını hemen takip eden bir "otur oturduğun yerde" buyurganlığı sinsice her toplumu bekler.
Klişe olacak ama her şeyin başı saygı! Genelde hoşgörü söylemi ön planda tutulur. Oysa, hoşgörü kusurlar içindir. Ve yaşlılık bir kusur değildir.
65 yaş üstüne getirilen yasak, aynı zamanda COVID19 pandemisinin hiçbir şeyi eskisi gibi bırakmayacağı dünyada, ufuktaki yeni totaliter düzenler açısından belki ilk sınavımız. Yani 65 yaş ve üstü bugün bizim sarı öküzümüz.
Yasağın gerekçesi, yaşlı insanları korumak diye belirtilse de özünde korkutmaya ve sindirmeye yarıyor. En düşük hareketliliğe sahip olanlar zaten onlar. (Toplu taşıma dâhil.) Kaldı ki, yasağın yürürlüğü bir iç işleri genelgesiyle sağlanıyor. Kanunu bile olmayan, millî irâdenin dışında bir yasak. Ve Anayasanın eşitlik ilkesine de aykırı.
Birilerinin "aynı" gemisini yürütmek için üç otuz paraya dışarıya çıkmak zorunda olan genç çalışan kesimin virüsü kapma ve yayma durumu gözler önünde. Virüs üstel bir hızla yayılıyor ve bunun sorumlusu yaşlılar değil. Sorumluyu anlatmak için şu Aziz Nesin'lik anıyı aktarmalıyım;
Bir akrabam vaktiyle Eyüp'teki Otakçılar Lisesi'nin müdürüyken okulun kalorifer kazanı arızalanır. İlçe Milli Eğitim'e bir yazı ile durum bildirilir. İki ay sonra gelen cevap şudur: "Kendi imkanlarınızla tamir ettirmenizde kanunen bir sakınca yoktur."
Dolayısıyla "kendi OHAL'inizi" ilân edip elinizdeki "yakalanmama" kozunuzu kullanmakta kanunen hiçbir sakınca yoktur. Evde açlıktan ölmek de kanunen sakıncasızdır elbet. Ve gençseniz virüs tehdidi altında çalışıp salgına yakalanmak da...
Kânuna uygunluk, genelge ve tüzük fetişizmi ve katı kuralcılık totaliter rejimlerin alâmet-i fârikasıdır. (Kendi koydukları kurallara uymamak bir başka alâmetidir.) Meşrûluk, ahlâka uygunluk, vicdânlara sığabilirlik önemsizdir. Bir hayat bir kez kâğıda dökülüp imza edildi mi kâğıdın kaderini paylaşır. Buruşturulmak, yakılmak, yırtılıp parça pinçik edilmek... Ve bugün büyüklerimize karşı zalimâne bir toplumsal histeriyi tetikleyen şey bir kanun metni bile değil. Atanmış bir bakanın genelgesi.
65 yaş yasağı, yeni nesil Nazizmler için laboratuar etüdü olmaya aday bir uygulama. Bu bir kez tuttu mu, başkalarına da "gel bakalım buraya" derler.
Hepimizin yapması gereken, geçmişimizin canlı sahipleri olan büyüklerimize sahip çıkmaktır. Onlarla ilgilenmek, kötü muameleye karşı uyanık olmak ve yardımcı olmaktır.
Geleceği kurtarmanın yolu, geçmişi cellatlara teslim etmemekten geçiyor.