Asena'ya tehdit sökmez
Muhterem resmen Meral Hanım'ı tehdit etmiştir. "Daha önümüzdeki günlerde neler olacak neler" cümleleri ile adeta Meral Hanım'ın siyaseten yok edileceği şeklindeki tehdit anlamında ifadeler kullanmıştır. Devamında; "Bunlar iyi günler" diyor. Böyle bir tehdit ve sorumsuzluk örneği olabilir mi Allah aşkına. "Ülkeyi gezmeyeceksin, vatandaşın ayağına gitmeyeceksin. Gidersen Rize'de başına gelenlerin daha beteri gelecektir" anlamında ifadeler...Paydaşı ile aynı dili kullanıyor; "Senin Rize'de ne işin var" diyor.
Bak hele bak; peki senin Rize'de ne işin var, Gürcistan'da olman gerekmiyor mu. Milletin her ferdini marabanız, devleti de kendi malınız gibi görünce aşırı özgüven patlaması size böyle hissettirse de Asena'nın tescillenmiş cesareti karşısında kaçınılmaz akıbetiniz kaybetmek olacaktır. Evet, gelecek günlerde olacak olan budur, sizin işaret buyurduğunuz değil. "Rize'de sana gerekli muamele yapılmıştır. Bunu hak ettin. Benzerleri ile gittiğin her yerde karşılaşacaksın" mealindeki sözler ile sorumsuzluk örneği gösterilip, provokatörlere provokasyonları için "Hazır olun" denmiştir. Şimdi anladık mı; Rize'deki provokasyonun arkasında organize bir yönlendirmenin nere kaynaklı olduğunu.
Bay muhterem, sizler 28 Şubat sürecinde postallardan korkup, mücadeleyi başörtülü kadınlara bırakıp evlerinizde divanların altında saklanıp salya sümük ağlamayı tercih ettiğiniz ve liderinizin de iktidar anahtarını apoletlilerin işaret buyurduklarına teslim ettikleri bir süreçte cesur yürekli Asena sizin alayınıza da o apoletlilere de nasıl "Erkek" ve aynı zamanda "Delikanlı" olunabileceğini göstermiştir. Hadi bakalım; siz tehdit edin, sonra da cesur yürekli Asena ne yapacak takip edin; divan altına mı sinecek yoksa karşınızda yüreklice mücadelesine devam mı edecek. Cesur yürekli Asena'nın sonuna kadar arkasındayız. Bunun nedeni sadece siyasi bir tercih olmayıp bu noktadan sonra artık sana karşı konsolide olmuş yüreklerin simgeleşmiş kahramanı olduğudur.
Ayasofya Camii'nde Atatürk'e kin ve öfke kusma
Ayasofya Siyasal İslamcılar adına simgeleştirilmiş bir mabet haline getirildi ancak bununla da yetinmeyip, orada vaaz veren imamların da Atatürk ve cumhuriyet düşmanı olmalarına özen gösteriliyor sanki. En son orada 28 Mayıs'ta verdiğivaazda Allah'a seslenip, dua ediyor; "Bu mabed-i şeriften ezan-ı Muhammedî, namaz, her şey yasak olarak müze haline çevrildi. Kitab-i ezelinde buyuruyorsun…Onlardan daha zalim, daha kafir kim olabilir. "işte onun içindir ki; 3 Kasım 2002 itibariyle başlayan zulmün bitmesi, cumhuriyet değer ve kazanımlarına tekrar dönmek ve hakim kılmak için her türlü ideolojik taassubu terk ederek, öyle veya böyle cumhur ittifakı karşıtı her birimiz millet ittifakı çatısı altında bir araya gelmemiz farz olmuştur. Bunu yapmak Türk milleti ve devletinin istikbali için elzem olduğu gibi İslam dininin siyasallaştırılmışlığın tasallutundan kurtarılarak özgürlüğüne kavuşmasına vesile olacaktır.
Nankörlüğe bakar mısınız; çıkıp konuştukları kürsüleri kurumsallaştıran bir insana kafir diyecek kadar alçalanların devlete ve millete ne hayrı olabilir ki. Bunların alayı milli bütünlüğün temeline dökülen kezzap gibiler. Tekrar ediyorum ki; bunların asıl meselesi din de değil, Türk milletine aidiyet konusunda kendilerini eksik gören kripto etnik özürlü eziklerdir. Hadsiz, hudutsuz nankör; kıçını koyup ahkam kestiğin o kürsüyü inşa eden insanın imanını sorgulamak size mi düştü. O'nda öyle bir iman vardı ki; onun bunun, senin gibilerin suiistimaline fırsat vermemek, yüce dinimizi "Korumaya" almak için bir Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kuruyor ve beraberinde Kuran-ı Kerim'i de zamanın en itibarlı, itimat edilen din adamına tercüme ettiriyor ki; millet dinini bilmediği bir dilde ezberleyerek değil anlayarak öğrenip tatbik edebilsin diye. Karşınızda sizi dinleyen o birisi var ya; bizler elbette biliyoruz ki ona mesaj vermek için bu nankörlüğe cüret edebiliyorsunuz, kendiniz bir halt değilsiniz, gücünüzü de ondan alıyorsunuz ama şunu da bilin ki; o da sizler de unutmayın; bir sigara misali azar azar tükeniyorsunuz, demokrasinin parmakları arasında ezilip büzülüp tarihin kül tablasında sürdürüleceksiniz.
Finlandiya başbakanı ''İslam ülkesi'' ve dürüst siyaset
Finlandiya polisi, Başbakan Sanna Marin'in başbakanlık konutundaki aylık 300 EUR tutarındaki kahvaltı parasını yasaya aykırı şekilde devletin cebinden ödeyip ödemediğini soruşturuyor. Müslüman bir ülkeyiz ve mevcut yöneticilerimizin yirmi yıldır kazanırken sürekli beslendikleri kesintisiz güç kaynağı İslam inancına rağmen "Finlandiya ülkesinin müslümanlığı"na benzer ne bireysel ne de toplumsal hassasiyete sahibiz. Yukarıdaki haberde geçen konu bize göre "Ne var bunda, alt tarafı koskoca bir başbakan üç kuruşluk kahvaltı yapmış" mertebesinde hoş görülebilecek bir suiistimal olup, o bile kesin değil, şüphe dahilinde. Oysa ki; bu tür arsızlık, hırsızlık ve namussuzluklar bizim toplumunuzda (Hatta buna tüm İslam ülkelerini dahil edebiliriz) kanıksanarak genel kabul gördü. Ben diyorum ki; İslam dini akıl dini olduğuna ve de İmam
Maturidi'ye göre hiç bir aracı olmadan insanın aklı ile Allah'ı bulaşabileceğini söylediğine göre...Ve de; Allah her yaptığımız ibadette, hayır ve hasenatta, iyilik ve güzellikte kendi rızasını kazanmamıza özen gösterilmesine dikkat çekiyorsa...Temiz toplum, "Örnek Müslüman"ların kimler oldukları ve nasıl yaşadıklarına dair bilgi edinmek ve sonra da hem kendi nefsimizde, hem de toplum olarak yaşamak için Hac ve Umre ziyareti için ayrılan imkan ve zaman dilimini Finlandiya ve İskandinav ülkelerinin herhangi birisinde geçirmenin daha faydalı olacağını düşünüyorum. Eğer bu gün Hac ve Umre'ye gidip gelen Müslümanların oluşturdukları toplum devleti yönetenler için "Çalıyorlar ama iş de yapıyorlar" gibi hem dinen hem de sağlıklı toplum açısından kabul edilemez hastalıklı bir ön kabulü kanıksamışsak; öyle veya böyle bunun tedavisi için örnek bir toplumun içinde yaşamak gerekir ki; bu da ancak ve ancak Finlandiya gibi ülkelerin "Toplum vicdanı" ile hemhal olup onlarla beraber yaşamakla mümkün olabilir diye düşünüyorum. Muhtemelen bugün her bir Finlandiyalının İslami anlamda tek eksikleri olan Kelime-i şahadeti getirecek olsalar alayımızın Müslümanlığına yüz basarlar, günlük İslam'ı yaşantımıza göre de her birisi ayrı ayrı birer veli olurlar.
S. Soylu'nın katıldığı TV programı
S.Soylu "Keskin, muhalif gazetecilerin huzurunda çıkmaktan çekinmedi" görüntüsü vermek için dün akşamki programa çıktı. Muhabbete girişi çok ilginçti. Solcu değildi, Türk milliyetçisi de değildi ama sanki bir ülkücü bir solcu gibi 1980 öncesi bir mücadele içinde olmuş da yaşadığı riskleri, uğradığı mağduriyetleri anlatır gibiydi. Oysa ki; Adalet Partisi'nin her bir mensubu fikri mücadele içinde değil iktidar mücadelesi içinde olmuşlardır. Dolayısıyla onların terörden mütevelli ölüm riskleri hiç olmamıştır. Sürekli top çevirdi. Gol atma şansı hiç olmadığını bildiği için gelen topları çevirebildiği kadar çevirdi takati bittiği anda da hep taca attı. Hepimizin kendisi hakkında hemfikir olduğumuz güçlü yanını, terörle mücadele başarısını kullanarak topu bu alanın dışına çıkarmamaya çalıştı. Kendisi açısından akıllıca bir yöntemdi. Ne garip; katıldığı programda malum ithamlar ve söylentiler üzerinden kendisini vicdanlarda yeterince aklayamadığı gibi S.Pekeri'in yeni videosuna merakı ve beklentiyi artırdı. Ben olsaydım özellikle Saymaz ve Yanardağ için söylüyorum en azından "Sayın bakan, siz buraya bizlere brifing vermeye gelmediniz. Bizler soru soracağız siz de cevap vereceksiniz ama görünen o ki; brifing şeklinde konuşmanız devam edecek gibi. Biz artık soru sormayı değil sizi dinlemeyi tercih ediyoruz" şeklinde protesto imasında bulunmalarını bekledim.
Düşünce dünyamda revizyona gidince bayağı rahatladım.
Nasıl mı...*Lidere, doktrine, teşkilata sadakat üçlemesi gibi bir afyonu bıraktım.*Devleti kutsamak gibi; bana ne verdiğinin hesabını yapmadan yaşamayı bıraktım.*Özelleştirilmiş, dayatılan "Devlet dini"ni bıraktım.(Elhamdülillah Müslümanım)Neden mi...Sizler hiç "Lider, doktrin, teşkilat" üçlemesi adına bu devleti yönetmeye talip olunduğuna şahit oldunuz mu. O halde dava denen şey ne işe veya kime yarıyor. Sizler hiç yalı, köşk, villa önünden kalkan şehit cenazesi gördünüz mü ya da duydunuz mu. O halde vatan denen şey kimlerinmiş. Sizler hiç diyanet işleri başkanının devleti yönetenlere hitaben İslami kaideler üzerinden bir eleştiri veya tavsiyede bulunduğuna şahit oldunuz mu. O halde din denen şey kimleri bağlıyor. Peki bu mukadderatı kabullendim mi; elbette hayır. Bu coğrafyada milli, dini ve insani tüm değerlerin aslına rücu etmesi için verilen mücadeleye katkı sağlamaya devam edeceğim.
Kılıçdaroğlu ''Cumhurbaşkanı seçildiğimde...'' cümlesini kullanınca cumhur ittifakı niçin sevindi
Kılıçdaroğlu gençlerle yaptığı bir sohbette "Ben cumhurbaşkanı seçildiğimde..." ifadesini kullanınca...
Aman Allah'ım; bu ifadeyi duyan yandaş trol ordusu, gaz sıkışmasından ıstırap çeken insanlar misali hep beraber yellenip öyle rahatladılar ki; sormayın gitsin. Kılıçdaroğlu bu ülkenin sosyolojik gerçeğine o kadar vakıf ki; malum sözlerinden kendilerince bir anlam çıkararak, yellenme rahatlığı yaşayan besleme yandaş trol ordusu boşuna uğraşmasınlar. Onlar bilmelidir ki; gerek Kemal Kılıçdaroğlu gerekse Meral Akşener'in öncelikleri Türkiye cumhuriyeti Devleti ve Türk milletini cumhur ittifakı tasallutundan kurtararak Türk milletinin önünü açıp siyasal İslamcı vesayetin kalıcılığına müsaade etmemektir. Dolaysıyla öncelik, Recep Tayyip Erdoğan'nın tekrar cumhurbaşkanı olmasına mani olacak en rasyonel yol ve yöntemle belirlenecek olan millet ittifakı adayı ile seçime gidilmesi dir.
Kılıçdaroğlu yukarıdaki ifadesini bu sürece ilişkin strateji gereği kullanmıştır. Her parti lideri potansiyel cumhurbaşkanı adayıdır. Doğal olan, Devlet Bahçeli'nin "Bizim adayımız Recep Tayyip Erdoğan" demesi değil, Kılıçdaroğlu'nun aday olabileceğine dair sergilediği tutum ve davranıştır. Bir önceki seçimden tecrübe sahibi millet ittifakı veya daha doğrusu CHP, o günlerde yandaş besleme trol ordusunun dayattığı Muharrem İnce seçeneğinde olduğu gibi yaratılan algılarla yönlendirilmeyip, millet ittifakının bileşenleri ile en rasyonel kararı verecek, adayını belirleyecektir.
Mehmet Soral