Bakmak kelimesi, bakışı bir şey üzerine çevirmek anlamı haricinde Türk Dil Kurumunun sözlüğüne göre 16 farklı anlamda kullanmaya müsait bir kelimedir. Görmek kelimesiyse, gözle algılamak, seçmek anlamı haricinde 18 farklı anlamda kullanılabilir. Bir insanın bakabilmesi için gözünün sağlıklı olmaya ihtiyacı vardır. Sağlıklı bir göze sahip insan, dünyaya kendi gözünün baktığı ölçüde yaklaşır. Lakin sadece yaklaşır. Dünyayı tutamaz... Peki, ya insanın görmesi için gözünün sağlıklı olmaya ihtiyacı var mıdır? Yoktur. Bakmak için sağlıklı bir göz yeterliyken, görmek için sağlıklı bir gönle, göze, akla, vicdana ve bilinç altına ihtiyaç duyulur. Bakmak bir fiil, görmek bir şuurdur.
Bakmak Sorunu
Milletimizin en büyük sorunlarından bir tanesi bakmaktır. Lakin bakma eylemiyle bir şey olmayacağını da "bakmakla usta olunsa kediler kasap olurdu." deyimiyle ifade eden Türk milleti, düşüncesiyle eylemleri sürekli çelişen bir hâldedir. "Dediğimi yap, yaptığımı yapma." şeklinde ifade edilen bu durumun, bir ön görememezlik / körlük kaynaklı sorun olduğu kanaatindeyim. Buna istinaden bakmayı şükür sayan milletimiz, kendini görüyor olarak sunan bazı kişilerin ardına tutunup gezmeyi pek sever. Bir lokomotif edasıyla milleti vagon gibi arkasına takan, çoğunlukla bakmaktan bile aciz, hakikatte kör kişiler, en sonunda ardından gidenlerle beraber raydan çıkarak milletimizin başına bela olurlar. Bunun en yakın ve büyük örneği 15 Temmuz'dur.
Bunun yanı sıra Türk milleti gerçekten gören kişileriyse yaşadıkları müddetçe çeşitli ithamlarla yaftalamayı o kişiler öldükten sonra da onları ululamayı pek sever. Bugün adını öve öve andığımız büyük insanlar, yaşadıkları zamanda halkın yüzüne güldüğü ama arkalarındansa laf saydığı kişilerdir.
Göz Nasıl Görür?
Görmek terbiyeye muhtaç bir eylemdir. Gönül, göz, vicdan ve bilinç altı kendinden aşkın bir şeyle ilgilenmeye başladıkça terbiye olur. Bu bir ideoloji, din, bilim veya sanat olabilir. Yeni bir akımın öncüsü ressamlar, siyasiler, bilim insanları, din âlimleri (Pablo Picasso, Salvador Dali, Karl Max, Adam Smith, Newton, Albert Einstein, Şihabeddin Sühreverdi, Martin Luther...) bakarken görür hâle gelebilmek için kendilerini terbiye etmişlerdir. Burada terbiyeden kastım insanın kendisine baskı yapması, daraltması, kendine zulüm etmesi değildir. İnsan hayalinde kendine yeni dünyalar kurarak, sonsuz fikirler ve emeller arkasından koşarak terbiye olur. Kişinin kendi terbiyesi dışarıdan bir öğretiyle değil kendi iç telkiniyle olgunluğa ulaşır.
İç telkinlerse kişinin okuduğu, maruz kaldığı şeylerin bilinç altından ortaya çıkmasıdır. Bu sebepledir ki gören gözler çoğu zaman okur-yazar gözlerdir. Okumaksa sadece kitapla ya da yazıyla sınırlandırılabilecek bir fiil değildir. Halk ozanlarımızdan Mürsel Sinan
"Bana Okudun Mu Diye Sormayın
Kitap Okumadım İnsan Okudum
Kitabı İnsandan Ayrı Görmeyen
İnsanı Sınırsız Umman Okudum"
diyerek esasında son zamanlarda sosyal medyada çok gördüğüm "milletimiz âlim değilse de ariftir." sözünün başlangıç noktasını ortaya koymuştur.
Milletimizin bazı ulu kişileri, kitaptan öte insan okuyarak arif olmuştur. Ama maalesef çağımızda diğer milletlere yem olmamak için hemâlim hem arif olmak zorundayız.
Türk milleti Asya'dan gelirken sürüleriyle beraber örfünü ve geleneklerini de Anadolu'ya ve Balkanlar'a getirmiştir. Doğaya hürmet ve derin saygı beslemek de bu geleneğin bir devamıdır. Doğa kendine saygı duyanın gözünü perde perde açar onu bakmaktan kurtarır. Görür hâle getirir. Yani âdemi, arif yapar. Bu hakikat Sokrates'in doğurtma yönteminde doğuştan gelen bilginin ta kendisidir. Esasında bilginin doğması tabiatla bütünleşmiş, tabiatı okur hâldeki insanın içine ilham olan şeydir.
Doğa'nın sesini dinleme, treaking yapma denilen son zamanların sosyetik âdetlerini, tarih sahnesine çıktığı günden, şehirlerin çok katlı beton yığınları arasına sıkışarak yaşamaya başladığı güne kadar bilen bu millet. Artık bu öğretisini yeni bir şeymiş gibi benimsemeye başlayacak kadar aciz hâle gelmiştir. Bundandır ki eski neslin arif insanları vefat ettikçe, milletimiz, kör sosyal medya kalemşörlerinin, influencerlerinin, yaşam koçlarının, internet sapıklarının, kırmızı başlıklı ilim adamlarının(!) ve uçuk fikirli komplo teorisyenlerinin etkisi altında sağlıklı düşünemez hale gelmiştir. Bunandır ki Türk milleti her geçen gün bir önceki günü aratacak derecede bir şiddetle kendini tatmin edecek bir ortam aramaktadır. Gördüğüm kadarıyla bir arayışın içindekilerinbüyük çoğunluğu şehirde yaşayan tahsilli kişilerdir. Bu kişiler bakmaktan öte bir görmenin olduğunu hissetmiş, farkındalığı yüksek kişilerdir. Şu dönemde hareketlerin ana gayesi bu kişilere ulaşmak olmalıdır.
Harekete Geçme Zamanı
...Bir kitle hareketine söz erbabı (görenler) öncülük eder, onu fanatikler (bakanlar) ete kemiğe büründürür, eylem insanlarıysa (önce bakıp sonra görenler) onu pekiştirir. Koşullar gereği bu rollerin, birbirinin ardından gelen başka başka kişiler tarafından oynanması genellikle bir kitle hareketinin sürmesi için yararlıdır,hatta belki de bir ön koşuludur. Aynı kişi veya kişiler (ya da aynı tip kişilik) bir kitle hareketini başından itibaren olgunluk devresine kadar yönetirse, o hareket felaketle sonuçlanabilir...*(Hoffer,1951)
Neredeyse bütün ideolojiler yukarıda Eric Hoffer'in yazdığı benim de parantez arasında yaptığım yorumlara göre gelişim göstermiştir. Bugün Türkiye'de yaşadığımız ideolojikbuhran da bu bunalım sayesinde arayış içine girmiş, farkındalığı yüksek kişileri doğru yönlendirerek kurtulabiliriz. Bu farkındalığı yüksek kişileri cezbetmenin yüzlerce yolu vardır. Ama burada önemli olan onları cezbetmek isteyen grubun bir meşrebi, duruşu ve fikri olması zorunluluğudur. Çünkü insanları kazanmanın tek yolu doğru gönüllere temas etmektir.
Türk milliyetçiliği açısından gönlü Marksizm'den yana bir kişiyi cezbetmeye çalışmak, siyasal İslamcıların kendilerini kurtarıcı/evliya olarak görmelerinden ötürü girdikleri samimiyetsiz tebliğ çabalarına benzer bir mücadeleyle eş değerdir. Bu da son derece büyük bir vakit kaybı. Şunu kabul etmek gerekir ki her fikir hareketi Hz. Nuh'un gemisine benzer. Türkiye nezdinde dünyadaki tüm ideolojiler, bu ister Türk milliyetçiliği ister siyasal İslamcılık isterse Komünizm veya Liberalizm olsun, birer Nuh'un gemisidir. Hiçbirisi homojen değildir. Hepsi de Nuh'un gemisi hikâyesinin anlatısına göre her hayvan (insan da düşünen bir hayvandır.)türünden (bakanlar, görenler, körler, önce bakıp sonra görenler) birer çift barındırır. Burada önemli olan geminin kaptanlığı meselesidir.
İşte tam bu noktada devreye tecrübe girer. Tecrübe belirli bir hareketi inşa etme sürecinde çok ciddi bir soruna dönüşebilir. Amerikan bağımsızlık hareketini, Fransız devrimini, Nazi hareketini, Bolşevik devrimini, Çin devrimini başlatanların birçoğu siyasi tecrübesi olmayan kişilerdi. Ama başarılı oldular. Çünkü gemilerini zamana, iklime ve tayfalarının yararına uyacak şekilde kontrol ettiler. Uzun süreli iktidarların da sırlarından birisi budur.
Yeni çıkacak fikir hareketlerine söz erbapları (görenler, tecrübeliler) kolay kolay bu tip işlere ön ayak olmayı gerek şahsi planları gerek egoları sebebiyle istemezler. Onlargenelde iş süreklilik kazandıktan sonra harekete dâhil olurlar. Ve grubun işleyişine göre çoğunlukla hareket içinde hızlı yükselirler. Bir hareketi her zaman eylem insanları başlatır, yani bakıp görenler.
Bakıp görenler tıpkı bir kule asansörü gibi aşağı iner, bakanları uyarır, uyarıya cevap verenleriasansöre alır, kat kat onları yukarı çıkarıp onları görür hâle getirir. Görür hâlde olmak bir kemâli ifade etse de hareketlerde mühim olan bakanların gözünü açmaya gayret eden eylem insanlarının çokluğu ve kalitesidir. İşinin ustası olmuş eylem insanları harekete hizmet noktasında kendi derecelerini kemâlattan(ilim, özveri, fedakârlık ve ahlâk sahibi olmada olgunluğa ulaşma hâli) öte ekmeliyet(ilim, özveri, fedakârlık ve ahlâk sahibi olmada kusursuz hâle gelme durumu)derecesine çıkartırlar. Bu durumda geminin kaptanı eylem insanları, geminin gözcüleri kulenin en başında sabit kalmayı tercih eden söz erbapları olmalıdır. Gerektiğinde bu söz erbapları her an kaptanlığa hazır olmak için eylem insanı olabilecek cesarete hatta az da olsa tecrübeye sahip olmalıdırlar. Fanatiklerse (bakanlar) geminin tayfası olarak gemiye hizmet etmelidirler. İşte bu durumda Nuh'un gemisi her tufandan selametle çıkar.
Sonuç olarak doğadan ve doğasından kopan, gözlerinden sancı çeken Türk milleti bugün işte bu sıkıntının bir sonucu olarak ekonomik, siyasi ve sosyolojik bunalım geçirmektedir. Türk milletini bugün görememe tufanından kurtarmak istiyorsak önce onları alacağımız gemimizi çağın gerekliliğine göre restore etmemiz şarttır. Şunu unutmamak gerekir ki bir tufan (kriz) ânında limana kaçan halk sığınacağı geminin dünyanın en tecrübeli kaptanına sahip olmasına değil, görünürde batma riski olup olmamasına bakar. İşte bu nedenle eski yaraları açık gezen yaralı ama onurlu yalnız kurtların, bir kriz anında tercih edilme olasılığı çok zayıftır. Bunun en net örneği 14-28 Mayıs seçimleridir. Milletimiz görüntü itibariyle batması mümkün olanı değil, kaptanına, gözcülerine ve tayfalarına rağmen 20 küsur yıldır bindiği gemiye yeniden binmiştir...Türk milleti her şeyi göremese de çoğu şeyi sezer. Sezmiştir de...