Yakındır, uzun sürmez.
Yeni bir polemik çıkar.
Biri başka birine küfür eder mesela.
Veya, ben ne bileyim, başka bir sansasyonel olay olur ve hepimiz o olaya odaklanırız.
Çünkü sorgulamamıza vakit tanımazlar.
„Onca şehidi verdikten sonra hani ‚rejim güçlerinin bilmem kaç bin unsurunu yok etmiştik',
hani ‚SİHAlarımız savunma sistemlerini imha etmişti…'
Üstünlüğü bu kadar yakaladıktan sonra neden biz bu ateşkesi onayladık, hemi de gözetim noktalarından geri çekilme pahasına?" diye sorulmasına müsade etmezler,… Etmemeleri gerekir.
Zaten başlamışlar şimdiden „Hem cephede kazandık, hem masada" naralarına.
Kimsenin „La neyi kazandık? Nasıl kazandık?" diye sormasına fırsat vermemeleri gerekir.
„Kazandık!" diyorlar mı?
Kazanmışızıdır o zaman!
Sonra…
Geçer bir kaç gün veya hafta.
Ve yine şehit veririz.
Eee, malum; Şehitler tepesinin boş kalmaması gerek ya…
Yine tansiyon artar.
Ve baktılar ki, yine bazı ‚hainler(!)' soruyor „Ne işimiz vardı orada?" diye, yine çağırırlar elalemi masaya.
Ama evvela elalemin yanına gidilir sonra „Buyurun masaya oturalım." denir, sonra da nezaketen elalem bizimle görüştüğü için bir de ‚teşekkür' edilir.
Ama hiç değilse yine ‚biz' masaya çağırmış oluruz.
Zaten sonuç bellidir. Yine biz ‚kazanacağızdır' o masada!
Ve öyle bir kazanırız ki, mesela karar verebiliriz o bölgeden komple çıkmaya.
Ne de olsa çok kızdırmışlardır bizi, „Ne halleri varsa görsünler" deriz.
Her zaman bir söyleyeceğimiz olur zaten.
Örneğin „Kusura bakma komşu halkı." deriz, „Biz sana barış getirmeye, seni bu diktatörden kurtarmaya gelmiştik ama madem istemiyorsunuz, bakın başınızın çaresine. Sizi severiz, sayarız ama başınızdaki diktatörle konuşacak kadar da değil."
Gerçekten de böyle biriyle görüşmemizi kimse bekleyemez bizden.
Biz mesela Oslo'da barış pıtırcıklarıyla görüşmeyi biliriz biz.
Veya demokrasinin yegane temsilcisi Arap krallar için milli yas ilan ederiz.
Veya Mısırlı hümanist başkanlar için her ilimizde cenaze namazı kıldırırız.
Veya Hukuk Develti'nin mucidi Rus başkanlarla görüşürüz.
Ama komşumuzdaki eli kanlı diktatörlerle asla ve katiyen görüşmeyiz…
Onunla görüşmektense sizin kuzeyinizde ypg'nin veya pkk'nın bir özerklik kurmasını bekler, onların kurucusunu parti kongremize davet eder ‚Türkiye Seninle Gurur Duyuyor' diye slogan atmayı tercih ederiz.
Bunun böyle olması için de kimsenin soru sormasına müsade edilmez.
Onun için kardeşinin cenazesinde açılım siyasetine isyan eden yarbay hain ilan edilmedi mi?
Aksi takdirde milet Bakara 154. ayetinde „Allah yolunda öldürülenler..."den bahsedildiğini, yanlış bir dış politika uğruna ölüme gönderilenlerden bahsetmediğini anlardı belki.
İşte o yarbayı nasıl ‚hain' ilan edildiyse, aynı sebeplerden de bugün bu savaşa hayır diyenlerin ‚hain' ilan edilmesi, ‚dış güçlerin uşaklığını yapmak ile suçlanmaları' şarttır.
Ve bu böyle devam eder.
Değişen bir şey olmaz.
Yani toplum olarak, millet olarak değişmez halimiz, ahvalimiz, kaderimiz.
Her zaman bir sansasyonel olay çıkar,
Her zaman „Nasıl kazandık, nasıl koyduk?" diyenlerin sesleri, sorgulayanların seslerini bastırmalıdır.
Onun için her zaman sıcak yorganda uyurken kendi kıçını kaşıyanlar Mehmetçiğin savaşmasını istedikleri için ‚en büyük milliyetçi', askerini koruyan, askerini ta başından beri iflas etmeye mahkum siyasete kurban etmek istemeyenler ise korkak vatan hainidir bizde.
Tek değişiklik bizzat bazı insanlarımızın hayatında olur.
Mesela evladının saçının teline zarar gelmesinden korkan bazı analar boş postalda yavrusunun kokusunu arar ömürleri boyunca.
Veya evladına bakmaya kıyamayan babalar nefretle bakar oğulları olmadan geçirecekleri hayata.
Veya ‚bir kaç' çocuk babasız büyür…
Zaten onlar da geleceğin ‚bir kaç' şehidi değiller midir?
En fazla onların hayatı değişir.
Ama biz değişmeyiz.
Mehmet Alp