Türkiye'de son 20 yılda öyle olaylar oldu ki, aklım almadı.
Olayları duyunca, dona kaldım, kıyamet kopsun, yer yerinden oynasın istedim.
Ve hayatım boyunca mensubu olmakla gurur duyduğum Türk milletinin tepkisini, daha doğrusu tepkisizliğini görünce kahroldum.
Bu tür olaylardan ilk aklıma gelen Karaman Ensar vakfı skandalıdır.
Duyulduğunda milletin sokaklara dökülmesini, sorumlularından, sorumluların o çocukların yanına yaklaşmasına engel olmayan makamlardan hesap sormasını bekledim…
Sonuç koskoca bir ‚HİÇ'!
Hesap sormasını bırakın, devletin mühürünü elinde tutanları destekleyen büyük bir kitle olayın örtbas edilmesine, ‚Bir kerecikten bir şey olmaz' gibi bir adiliğe sessiz kalmayı tercih etti.
Yanlış anlaşılmasın, bu ilk şaşırmam veya ferdi olmakla ömür boyu gurur duyduğum Türk milletinin beni ilk hayal kırıklığına düşürmesi değildi.
Bundan önce de neler yaşandı.
Devletin hakimleri davul zurna ile karşılanan, ellerinde asker, öğretmen, polis, bebek kanı olan teröristlerin ayağına götürüldü…
Ve birileri bunu alkışladı.
Barzani'ye ‚Türkiye seninle gurur duyuyor' diye tezahüratlar,
çaputunu havalimanında göndere çekmeleri…
Imalı veya alenen Atatürk'e hakaretler, beddualar.
Daha neler, neler…
Neden çok şaşırdım, neden çok hayal kırıklığına uğradım biliyor musunuz?
Çünkü siyasi görüş veya parti ayrımı yapmadan bazı ortak değerlerimiz olduğuna inanıyordum.
Ve son 20 senede bu kitlenin kendi çıkar ve maddiyatı dışında hiç bir kutsal tanımadığını ve onun için de kimsenin kutsalını saymadığını gördüm.
Beklemiyordum.
Biri söyleseydi, inanmaz, hatta ‚Sen benim milletimi ne sandın?!' diye tepki verirdim.
Ama öyleymiş.
Yahu yazıya çocukların ırzına geçilmesi olayı ile başladım.
Buna tepki vermek için Türk veya Müslüman olmaya gerek yok.
Dünyada buna tepki vermeyecek toplum tanımıyorum ben.
Ama dedim ya,
bunların gıkı çıkmadı…
Yani inanmayan bile inananın imanına saygı duyuyor,
Atatürk'ün miras bıraktığı vatan hepimize aittir,
hangi partiden, siyasi görüşten olursa olsun, pkk-kürtçü terör hepimizin canını yakıyor,
ölen Mehmetçik hepimizin çocuğu gibi düşüncelerim vardı.
Çok cahilmişim..
Yerlere, göklere sığdıramadığım milletim ve toplumsal yapısı hakkında yeterli bilgim yokmuş.
Günümüzün kakofonisinin aksine ‚cehalet' bir hakaret değildir.
Cehaletin kelime anlamı ‚eğitim ve öğrenim görmemiş, belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan' demektir.
Bence yasak meyve olayından önce cennetteki durum da aslında bundan ibaret.
Her ne kadar Allah „'Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz' dedik." (Bakara – 35) diye uyarsa da, Adem ile Havva çok insani bir davranış göstererek ‚meraklarına' yenik düşüp şeytana kandılar.
Çünkü şeytan „…kapalı olan avret yerlerini birbirine göstermek için onlara fısıldayıp kafalarını karıştırdı ve 'Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı' dedi" ve „Onlara, 'Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim' diye de yemin etti.
Böylece ikisini de ayartmış oldu. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara, 'Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?' diye seslendi.
Dediler ki: 'Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!'" (A'râf 20-23)
Bizim dini söylemimizde Hz. Havva ve Hz. Adem konusunda teferruatta diğer İbrahimi dinlerin söyleminden bazı önemli farklılıklar bulunsa da, yasak meyveyi yemeden önce masum ve bilinçsiz olmaları konusunda ortak bir görüş var.
Bir çocuğa kırk kere ‚sobaya dokunma' deseniz de kırk bir kere sobaya gider, ta ki eli bir kere yanana dek…
Meyvenin yasak olduğunu bilseler de, neden yasak olduğunu bilmiyorlar, günahı işledikten sonra anlıyor, pişmanlık duyuyor ve af diliyorlar.
Yani bilinç günahla açığa çıkan bir durum.
Bu ya her dinin yobazlarının yaptığı gibi, bilinç ve bilgiyi günah ve kötülüğe eşit görerek,
ya da insanoğlunun karanlığı bilmeden ışığın, kötüyü bilmeden iyinin değerini bilememesini ifade eden çelişki olarak yorumlanabilir.
Şimdi birileri bu 'cahil kelimesi' yüzünden esip gürlüyor.
Neymiş efendim, dini hassasiyetmiş, Hz. Adem ve Hz. Havva'ya hakaret varmış…
Cehaletin' (özellikle bu kapsamda) hakaret olmadığını düşünsem de, eskiden bu yaygarayı gerçekten dini hassasiyet yüzünden kopardıklarına belki inanırdım, yeter ki aynı tepkiyi haşa 'Bu Bakara iyi makara' diye 'her Cuma sallayanlara' da gösterselerdi.
Ama yukarıda da dediğim gibi, hiç bir manevi kutsalı olmayanlar şimdi bakıyorum ki su bardağında fırtına koparma derdine düşmüşler.
Bu satırları Sezen Aksu'yu savunmak için veya Sezen Aksu'yu çok sevdiğimden yazmadım.
İtiraf edeyim, beğendiğim bazı şarkıları olsa da, kamuoyunda takındığı tavır ve üslubu hiç sevmem.
Sezen Aksu umrumda değil.
Beni tek üzen, daha doğrusu korkutan şu ki;
Meleklerin cinsiyetini tartışmakla,
Hz. Havva ve Hz. Ademin cehaletini tartışmak arasında çok fark olmaması…