By Mehmet Soral on Pazartesi, 31 Ağustos 2020
Category: Siyaset

CUMHURİYET DEĞERLERİNE ''ANIRMA'' ALIŞKANLIĞI

Cumhuriyet'in Değer ve Kazanımlarına Karşı ''Anırma'' cür'eti"

Devletin zirvesi ANIRKABİR'de" şeklindeki yazım hatası bilerek ve istenerek yapılmış bir "hata" dır.Bu cür'et, siyasal İslamcı vesayet'in ne denli hakim ve kalıcı hale geldiğinin yarattığı psikolojik öz güven patlamasından ileri geliyor.

Onlar bugün değil, geçmişten beridir bunu yapa gelmişlerdir. Ama MHP'nin bu yapılanlara moral desteği, "Kesintisiz güç kaynağı" fonksiyonunu icra etmesi; geçmişten gelen huyu değil sonradan tezahür etmiş bir halidir. Türk milliyetçilerinin her daim karşı savaşı verdiği hain ve vefasız bir güruh ile hemhal olması izah edilebilir bir durum değildir. Türk milliyetçilerinin bu olup bitenlere duruşu, bakışı hem siyaset üstü, hem de partiler üstü olmalıdır.

Partiye, oraya, buraya şuraya... her neyse; duyulan hiç aidiyet "cumhuriyet reklam arası"dır veya "Devlet zirvesi ANIRKABİR"de sözlerini yeyip yutmayı gerektirecek kadar devlete ve milletimize Sadakatimizin önüne geçemez. İstiklal savaşını verdiren ruh hali gücünü partilerden almamış, Müslüman Türk olma şuurundan almıştır. Hiç bir kişi, parti veya kuruma sadakat devlete ve millete karşı yapılan hainliğin önünde olamaz.

MHP'nin; bu ilk olmayan aşağılık güruhun yenilir yutulur olmayan cumhuriyet değer ve kazanımlarını aşağılama hatta ortadan kaldırma cür'etlerine karşı siyasal İslamcıların dümen suyunda devam eden aymazlığı daha ne kadar sürecek.

Bu soruyu sormak benim en doğal hakkım; zira MHP bizlerin günlük yaşantımızın bir parçasıydı ve teşkilatlarımızda çocuklarımızın altını bezlediğimize dair anılarımız var; yani evimiz, ocağımız, her şeyimizdi.

Madem ki Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olmuyor; millet ittifakının adayı Meral Akşener dir

Türklüğe ve onun kazanımlarına karşı sürekli bir anlam kaydırması ve çabasının olduğunu görüyoruz. Aynen bugün olduğu gibi; 1071 Malazgirt kutlamaları Türklük adına değil İslam adına yapılıyor gibi. Eğer Türklük adına kutlanmış olsaydı Türk milletini Anadolu'dan söküp atmaya ant içmiş batı emperyalizmine karşı verilmiş olunan istiklal savaşının kazanılması ve doğurduğu sonuçları itibariyle büyük bir anlam taşıyan 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları sembolik seviyelere indirgenemezdi.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucu Başbuğ'u, rahmetli cennet mekan Atatürk'ün varlığını hissettirdiği, mührünü bastığı her değer ve kazanımları görmezden gelmek, refüze etmek, değersiz kılmak gibi bir çabanın olduğunu her geçen gün görüyor, hissediyor ve yaşıyoruz.

Bütün bu yaşananlara şahit olunca anlıyorum ki; fetö her ne kadar cismani olarak takip edilip hapiste olsa da ruhen hep aramızda ve o kadar sinsice kaldığı yerden devam ediyor ki; "En muktedir" ama zavallı bile bunun farkında değil veya en başta fetö ile başlayan süreçte beraber ne murat edilmişse aynen kaldığı yerden devam ediliyor.

1970'li, 80'li yıllar ve Eminönü meydanı aklıma geldi. Eminönü meydanında birileri yalandan kavga eder diğer arkadaşları da meraktan etrafta toplanan biz "Ahmakların" cüzdanlarını yürütürlerdi.

Özellikle cumhur ittifakı ortağı MHP üzerinden millilik atfedilen bir mücadelenin sürdürüldüğü şeklindeki bir hassasiyet Türk milliyetçilerine empoze edilip böylece onların doğal refleksleri ığdış ediliyor. Yoksa hangi Türk milliyetçisi 30 Ağustos Zafer Bayramının görmezden gelinmesine tahammül edebilir ki. Türk milliyetçisi olarak kendimden yana elhamdülillah, bu hatanın içinde olmadım, biata itiraz edip özgür düşünüp kendime yeni bir saf tayin ettim.

Muktedirlerin bu cür'eti, bizlerin de bu aymazlığı devam ettiği sürece ahanda buraya yazıyorum; Türklüğe vurgu yapan milletin de devletin de adını bile değiştirmeye cür'et edeceklerdir.

"Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem" modelinin patenti "Cesurlar Hareketi"ne aittir.

Bu demokrat insanların başlattığı "Cesurlar Hareketi" vatan ve millet sevgisi paydasında bütünleşen değişik kesimlerden insanları da yanlarına alarak, meşruiyetini Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e geçme taahhüdüne dayandıran İYİ PARTİ projesini devreye sokarak, ete kemiğe büründürüp bugünlere gelinmiştir.

Nihayetinde bu "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e geçme düşüncesi diğer muhalefet partileri tarafından da tasvip görerek daha da güçlenmiştir.

Dolayısıyla, bugün benzer düşüncenin Selahattin Demirtaş'ın zihninde de oluşmuş olması; olsa olsa İYİ PARTI'nin verdiği demokrasi mücadelesinde Selahattin Demirtaş'ın şahsında HDP'nin makul çizgiye çekilmiş olması Türkiye açısından İYİ PARTİ'nin hayırlı bir katkısıdır diyebiliriz.

Şimdi Cumhur irtifakı, Selahattin Demirtaş'ın Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter sistem üzerine yaptığı ittifak önerisini diline dolayarak illet ve zillet olmasa bile ona yakın cümleler kullanacaklardır(Gerek Erdoğan gerekse Bahçeli İYİ PARTİ'yi akladıkları için illet, zillet diyemezler artık) hiç umurunuzda bile olmaz.

Belli ki; bundan sonra cumhur ittifakı işine öyle geleceği için "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"i Selahattin Demirtaş üzerinden tartıştırmak isteyeceğinden, İYİ PARTİ patentinin kendisine ait olduğuna binaen doğrudan kendisini sorumlu bilip, sistem üzerine gerekli çalıştayını yaparak nihayetlendirip Türk milletine takdim etmelidir. Bunu kesinlikle ve kesinlikle en kısa zamanda gerçekleştirmesi gerekmektedir.

İddia ediyorum ki; Apo'ya ısmarlama mektup yazdırıldığı gibi Demirtaş'a da ısmarlama "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için ittifak" talebini söyletmiş olabilirler. İster söyletmiş olsunlar, isterse kendisi düşünmüş olsun ama kesin olacak olan şu ki; cumhur ittifakı Demirbaş'ın teklifini PKK ile özdeşleştirerek sulandırıp akamete uğrayacaktır. Buna fırsat vermemek lazım.

Özgür Düşünceli Demokrat Türk Milliyetçisiyim. Nasıl mı...?

Özgür düşünceli demokrat Türk milliyetçisi"yim diye kendi görüş ve duruşuma bir tarif getirmiştim. Haddime mi düştüğünden tutun da kendimi ne sandığıma kadar varan eleştiri aldım amma ve lakin farklı düşündüğüm de aşikar. Bu arada kendi anlayış ve duruşuma getirdiğim bu tarifimin bir çok insan tarafından tasvip gördüğünü de söyleyebilirim.

Geçtiğimiz günlerde kamuoyu ve sosyal medyaya yansıyan bir olay yaşandı. İki tane polis, maske takmayan; üzerinde dikkat çekici dövmeleri, makyajı ve boynunda dini inancı simgeleyen takısı(Haç işaretli kolye) olan modern görünümlü bir bayanı uyarıyor ve devamında arbede çıkıyor. Bu noktaya kadar polis toplum sağlığı gereği görevini yapmıştır. Ancak devamında; polis bayanın kolunu kıvırarak arkasına götürüyor, adeta ayaklarını yerden keserek, kolları ile kavrayıp yere yatırıyor. Söz konusu bayan, polisin ancak cinayete teşebbüs halindeki bir insana karşı sergileyebileceği davranışı ile karşılaşınca doğal olarak tepki gösterip, tekmelemek de dahil mukavemet gösteriyor.

Ceza yasamızın mevzuatında "Maske takma"nın ne gibi bir yaptırımının olduğuna dair henüz bir tanım bile yapılmamışken; ilgili bayanın belki de bu bilinçten hareketle kendisine haksızlık yapıldığını düşünerek mukavemet göstermesi; erkek polislerin aşırı ve haksız güç kullanmalarına karşı doğal tepkisi olduğu gibi aynı zamanda savunmasıdır. Çünkü, özellikle de bir bayana karşı sergilenen o davranış; görevli bir polisin davranışı olmaktan ziyade adeta bir hasmın davranışı gibiydi.

Kendilerini yıllardır tanıdığım, saygı duyduğum akĺı başında çok sayıda Türk milliyetçisi, ülkücü bildiğim insanlar devletçi refleks ile polisleri sahiplenmeyi, bayana da hakaret etmeyi uygun gördüler. Çünkü onlara göre polisin şahsında devleti görüyorlar ve onun gereği olarak da koruma refleksi gösteriyorlardı. Hiç bir zaman devletin varlığı, onun tek tek sahibi bizlerin varlığından önemli ve kutsal değildir. Onun için önce insanın varlığı, sonra o insanlar için devletin varlığı önemlidir. Bu ülkenin o kadar tescilli ve herkesin şahit olduğu haini varken, bir milis gücü iştahı ile kategorize edilerek hedef kitle seçilmiş belli vatandaşlardan birisinin "Maske takmadı" diye yerlerde sürüklenmesi hak değil, züldür. Efendim polise onu demiş, bunu demiş demek o milis gücü davranışına haklılık kazandırmaz. Polis gerek görürse tutanak tutar, dava açar; o kadar.

Mesela bu arkadaşlar aynı muameleye; velev ki CHP iktidar olsaydı ve başörtülü bir bayan maruz kalsaydı gene aynı hakaretleri içeren cümleleri mi kullanırlardı.

Öyle sanıyorum ki; polisler bu bayanın görüntüsü ve boynunda taşıdığı kişisel takının simgeselliğini tasvip etmeme gibi bir tespit üzerinden hareket ederek inisiyatif kullandıklarından o görüntüler ortaya çıktı. Kolu kıvrılmış, erkek bedeni ile kıskaca alınmış başörtülü bir bayana aynı muamele yapılmış olsaydı gene aynı şeyleri mi düşüneceklerdi; sanmıyorum.

Fark ettim ki; benim bu yaşanmış olaya neden ve sonuçları itibarıyla bakışımdaki fark tam da "Demokrat Türk milliyetçisi" tarifimin bizatihi kendisiydi. Benim milliyetçiliğimdeki farkındalığım bu yaşanmış olaya bakışımda ifadesini bulmaktadır, bunu söyleyebilirim.

Ben de muhafazakar birisiyim ama muhafazakarlığım kendi yaşam ve inanç dünyama ait olup, başkalarına dayatma şeklinde değildir. Bu olayda gözlemlediğimiz polis davranışı, Türk polisi olmaktan ziyade bir milis kuvvetinin davranışı gibiydi. Ben bunu kabul etmiyorum.

Ben ''Gaza'' gelmem artık gördüğüme inanmak istiyorum

Vallahi ben ardık gördüğüme ve hissettiğime inanmayı tercih ediyorum.

Doğal gaz fiyatlarının lehime değiştiğine dair bir şey hissediyorum mu, hayır; öyleyse gaz maz bulunmamıştır.

Yine bu kaçıncı defa bulduk, keşfettik, zengin olacağız muhabbetidir gidiyor.

Ben Saray'da yazılmış hikayelere değil artık gözlerimle göreceğim şantiyelere inanacağım. Kur şantiyeyi, gönder fiyatları düşmüş faturaları, size inanmazsam namerdim.

"Sen devletine ve yönetenlerine inanmıyor musun" diyebilirsiniz. Siz o şansınızı çoktaaaannnnn..kaybettiniz ama inşallah tüm vatandaşları nezdinde güven kazanmış devletimiz yeniden inşa edilecektir; her vesile ile itelediğiniz, ötelediğiniz, kötülediğiniz kurucu iradenin başbuğu cennet mekan Atatürk'e inanmışlık ve adanmışlığımız ile inşallah.

Kadim Türk tarihinde hiç benzeri görülmemiş, yaşanmamış şekilde; O'nun ordusuna ve eş güdümlü olarak O'na en samimi duygularla sahip çıkan şahıslara ve sivil örgütlerine en büyük kumpasları kuran kalleş bir yapının siyasi ayağı olmadınız mı. Size güvenebilmemiz için aklanmanız gerekir ki; devletin ve milletin bekası için tüm çabalarımıza rağmen vicdanlarımızda böyle bir hissiyat oluşmuyor. Hissettiklerini sandıklarınız sadece kement attıklarınız dır ki; sizi de esas yanıltan bunlardır bilesiniz.

Bir söylence var, aşağı yukarı hepimiz biliriz. Kaba tabirle "Tecrübe, yenilen kazıkların bileşkesi dir" diye. Buradan hareketle de; hep aynı yerden gelmiş yalan ve kumpasların toplamı da insana "Sana bir daha inanan ve güvenenin..." dedirtir.

Dolayısıyla,

Bugün "Gaz müjdesi"ni verenlerin geçmişte kadim Türk ordusunun camileri bombalayacağı yalanına milleti inandırarak, bu yalanı vesile kılıp ordudaki üstün nitelikli Atatürkçü, Türk milliyetçisi askerlerin ve sivil hayattaki aynı fikri yapıdaki sivillerin tasfiye edilmesi gibi bununla da yetinmeyip ceza evlerinde sürünmelerine, hatta ölmelerine neden oldular; sadece ve sadece muktedir olmak, devleti ve değiştirmek, dönüştürmek için di.

Efendim "Onlar ocu, bucu fetöcüydü" diyeceksiniz. Peki o zaman Türk ordusunun bu yalan senaryoda geçenleri milletine yapacağını yakıştırdınız da biz niçin yakıştırmamıştık. Çünkü kapınıza bağladığınız köpeğin huyunu husunu siz biliyordunuz da ondan. Hatta bizler ürkünce de; "Korkmayın canım, o çok uysal dır" diyordunuz. Ayrıca bu kumpasların size sağlayacağı siyasi sonuçlar için bir başka "Kandırılma" kumpası"nı aynı anda devreye soktunuz ki; ileride lazım olur diye. Nitekim çok da kullandınız. Alayınızı masumlaştıran, sadece sofranızdaki bardaklarınıza su koyan, sürahiyi tutan gariban garson masumiyetini kanıtlayamadı bu "Kandırılma kumpası"nız ile.

Yine siyaseten oy devşirmek için yalan senaryolar yazmaya devam ettiniz. Bu yalan senaryo ile İstanbul'da Kabataş semtinde üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş

erkeği kucağında bebeği olan başörtülü bir kadının üzerine işetip, yerlerde tekmelettiniz.

Yine aynı gün camide içki içildi yalanını yazıp, imamın da bunu doğrulamasını istediniz "Ben din adamıyım nasıl kabul ederim" deyince de imamı sürgün ettiniz.

Dolayısıyla, bunlar bilindiği ve hatıralarda tazeliğini koruduğu sürece sizlerin bu "Genel halinize"ne binaen algı operasyonlarınıza karşı temkinli hararet edip, müjdesi verilen gaz'ın evimizde ocağımızda, fabrika bacalarımızda bir de ödediğimiz faturalarımızda görmemiz gerekiyor. Bana koyduğunuz vergiyi dayatabilirsiniz ama size inanmamı asla dayatamazsınız.

Bizler, siparişlerimiz kapımıza geldiğinde ödeme yapmak istiyoruz, sizler güvenip önceden ödeme yapabilirsiniz o sizin tercihiniz. Hele siparişimiz gelsin, kesinlikle tereddütsüz ödememizi yapacağız. Hiç şüpheniz olmasın.

Mehmet Soral

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Related Posts

Leave Comments