Hikâye bu ya…
Bilirsiniz, halkına ekmek bile veremeyen Stalin, dünyaya kendi meşrebince nizam verme hayaliyle yanıp tutuşuyordu.
Bırakın halkına ekmek vermeyi, ölüm ve zulümden başka bir şey vermiyor, bir gün bir etnik grubu sürgün edip ölüme yolluyor, bir gün başka bir dinî grubu kurşuna diziyordu; Rusya sınırlarını aşıp dünyanın diktatörü olmaya çalışan Stalin…
İşte vatandaşının sefil halini düzeltmeden onları kaynaştırmadan kan ve göz yaşı üzerinden dünyaya nizam verme, ağa olma, dayı olma hayaliyle yanıp tutuşan ve bunun için kâinatı yakıp tutuşturmayı bile göze alacak kadar gaddar olan Stalin, bulduğu her fırsatta Kızıl Meydan'a topladığı yandaşlarına, yiyip uyusunlar diye "yarım hamaset arası bir lokma ütopya" sarıp dağıtıyor ve üzerine de birer bardak "ilayı halkların kardeşliği ve dünya proleteryasının kutsal birliği şerbeti" verdikten sonra kürsüde her aklına gelen ülkeye esip gürlüyordu. Nasıl olsa aç millet, her verdiğini çiğnemeden yutuyor…
Yine böyle bir gün kürsüde, "İlayı kızıllullah" hedeflerinin yakın olduğunu ve bunu hiç kimsenin engelleyemeyeceğini iddia ederek, aklına gelen herkese bağırıp-çağırıp, afkurup-püskürürken, alışveriş için şehre gelmiş olan gariban bir köylü, her zaman ki gibi yarım hamaset arası bir lokma ütopya ile karnını doyurarak efsunlanıp uyuşmuş olan yığınları şaşkınlık ve merakla izlemeye başlar.
Bu arada nasıl olduysa birisi, meydandaki mahşeri kalabalığı izleyip neler olduğunu anlamaya çalışan köylünün ayağına basar. Nasırı acıyan köylü, can acısıyla, "O… çocuğu" diye bağırır. Bir anda iki tane zebellah gibi KGB ajanı peydah olup adamın kollarına girer ve "Sen bizim büyük önderimize, ebedi şefimize nasıl o…çocuğu dersin lan?" diye bağırarak en yakındaki işkence odasına sürüklerler. Gariban köylü, bir yandan ayağını gösterip diğer yandan nasırına basan adama refleks olarak o .. çocuğu dediğini, büyük öndere hiçbir şey göndermediğini anlatmaya çalışır ama nafile.
Ajanlardan birisi bizim köylünün suratına okkalı bir tokat indirip, "Sanki biz kimin o.. çocuğu olduğunu bilmiyor muyuz? Ulan!" Diye bağırır…
Hikâye böyle…
Bir gazeteci, bu coğrafyada yüzlerce yıldır herkesin bildiği ve söylediği, edebî eserlerde bile yer almış olan bir atasözünü okudu, yazdı, söyledi diye KGB tarzı ajanlığa soyunan birileri tarafından işkence odasına sokulmaya çalışılıyor.
Elbette Stalin'in anasının ahlaki durumunu KGB ajanlarından iyi bilecek değiliz. Ama bu davranış, aslında korumaya çalışılana, korunduğu, sahip çıkıldığı, sarılıp sarmalandığı sanılana zarar verir. Vermiştir de...
Bilenler bilir(bir Karadenizli olarak ben de çok iyi bilirim), dünyanın her yerinde köylüler küfürbazdır. Fakat aslında o küfürleri modern şehir hayatında anladığımız şekliyle sövmek olarak değil, noktalama işareti olarak kullanırlar. Cümleyi kurmakta zorlandıklarında virajı almak için es olarak kullanırlar ve çoğunlukla da etki- tepki prensibinden hareketle söylerler…
Yani genellikle ortada bir art niyet yoktur.
Zaten bir art niyet ve kötü söz varsa o sahibinindir, hiç bir kötü söz iyi insana bulaşmaz, yapışmaz...
Bu arada yine çok bilinip çok söylenen bir atasözümüz daha var: "Ayı, yavrusunu severken öldürürmüş" derler. Bu coğrafya, bu topraklar yavrusunu severken öldüren ayıların değil, "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın" diyen insanların ve insanlığın coğrafyası…
Ülkenin coğrafyası yeterince bozuldu, bırakalım bari insanlığın coğrafyası kalsın…
Şiir okuduğu için mağdur edilenlere, her ne maksatla olursa olsun atasözü okuyanı mağdur etmek yakışmıyor…
Muhattaba, KGB ajanı tepkisi göstermek yerine, bu topraklarda Hoca Nasreddin'i yetiştirmiş bir kültürün mensubu olarak, başka bir atasözü ile tumturaklı bir cevap verilmesi daha güzel puan toplardı…
O kişi de bir daha cam kırığı ile taharet almaya cesaret edemezdi...
Hele böyle "bir" puana bile ölümcül ihtiyaç duyulan bir dönemde…
25.01.2022