Conseil d'État üyesi eski bir yargıcın bir cümlesi vardır:
"Mahkemeler sosyal ve siyasal bir boşlukta yaşamazlar" ...
Bu şu demektir. Herhangi bir yargı mensubu, kendi uzayından bağımsız karar alma yetisine pek sahip değildir. Adalet kavramı da sosyal ve siyasal ortamdan bağımsız bir kavram değildir.Keşke tüm yargıçları dünya etrafında dönen bir istasyonda ya da gezegende yaşatsak, tamamen yeryüzünden kopuk olsalar. Onların önlerine sadece yasaları ve ilgili davayı koysak, özetle yeryüzünde herhangi bir etkiden bağımsız karar verme imkanı tanısak belki "adalet" kavramına bir parça yaklaşırız.
Bunun için uygar toplumlar "yargı bağımsızlığı" kavramını anayasalarına ve yasalarına koymuşlardır. Bu kavram, o toplumlardao kadar kanıksanmıştır ki, bir yargıç, siyaset tarafından atansa bile, kendisini atayanlar aleyhine "adaletin gerektirdiği" bir kararı alabiliyorlar. Bunu, ABD Federal Yüksek Mahkemesi (FYM) yargıçlarından biri; "Muhafazakâr olarak tanınan bir yargıç, FYM üyesi olduktan sonra birden liberal kesiliyor" mealinde bir cümle ile ifade etmiştir.
Bizim gibi uygarlık süreci geciktirilmiş ülkelerde ise; Yargıçların atanmasının yanı sıra, onların özlük hakları, tayinleri siyasi erk tarafından ya da onların atadığı kurumlar tarafından sağlandığı için "yargı bağımsızlığı" gibi kavramlar sadece retoriktir, politik nutukların konusudur.
Bir de bizim gibi uygarlıktan nasibini almayan, "ay üstü kavramların" yani dini inançların toplumu etkilediği ülkelerde, yargı üzerindeki tek etki seçilmiş siyasi erk değil, dini grupların da (cemaat, çete, tarikat vs vs adına artık ne derseniz)etkisi yüksektir. Bu gibi toplumlarda seçilmiş siyasi erk ve dini yapıların iç içe geçmişliği ve birlikte muhalifleri yok etme stratejileri de söz konusu olabildiği gibi bazen seçilmiş iktidar ile dini grupların yargı üzerinden "hesaplaşma" , "iktidar kavgası" yaptıkları da görülmüştür. Bu tip olgular yine uygarlıktan nasibini almamış toplumlarda sık sık görülmektedir.
Bu "uygarlıktan nasibini almamışlığın" bir başkayüzü de; "silahlı gücü elinden bulunduranların" yani ORDU-POLİS gibi güvenlik bürokrasisinin, YARGI üzerindeki"SOPA ve aba altından SOPA" gösterisidir.
Buradan ülkemize dönelim.Üniversitelerde başörtülü öğrencilerle ilgili yıllar önce bir Danıştay kararı vardı.Mealen derdi ki o kararda; "üniversitelerimizde okuyan, bilimle uğraşan kızlarımızın <bilim dışı> simgelerle bilim yapmaları düşünülemez."O günler SOPA başkasının elindeydi. Ve yine bir itiraz da vardı, biliyorsunuz Anadolu'da bir gelenek haline gelmiş örtünme şekli yani, başörtüsü, yazma, yemeni bağlama olgusu vardı. Aynı Danıştay kararında buna da itiraz şöyleydi; "bilimle uğraşan kızlarımız gerektiğinde geleneklere baş kaldırmasını bilmeli"...
Yıllar geçti, SOPA karşı tarafın eline geçtiğinde bu kararın hiç bir hükmü kalmadı. O karar o zaman ve zeminde ciddi karardı ve zaman zemin değiştiğinde ciddiyeti kalmadı.
İçeriklere değinmeden ifade ediyorum. Ne ailede uygarız, ne akademide, ne iş yerinde. O yüzden ADALET kavramı da yargıcın yaşadığı nefes aldığı ortamdan bağımsız değildir bizim gibi ülkelerde.
Bu dün BAŞÖRTÜSÜ idi, bugün ANDIMIZ oldu, yarın bir başkayerlere savrulur tartışırız. Ancak kendimize hiç bakmayız. Biz ne kadar ADİL+iz ki, ADALET şikâyetimiz yankılansın.
Toplum bu... "HUKUKUN SİYASALLAŞMASI" sorunsalı da bu.
(Son not: bütün bu kavramları bana yıllar önce öğreten ve şimdi hayatta olmayan Bakır ÇAĞLAR hocamın anısı önünde saygı ile eğiliyorum)