Peyami Safa insanları, hayata bakış açılarına göre dört tip olarak sınıflandırıyor. Keyif adamı, rahat adamı, iş adamı, ideal (mefkûre) adamı.
Hayatın anlamını eğlenmekte bulan, her şeyi keyfi için yapan insanları keyif adamı olarak tanımlıyor. Bu insanlar hayatın merkezine kendilerini alır. İstekleri dışındaki her şey önemsizdir. Ona göre bu insan tipi, tabiatçı ve maddeci görüşün yaygın hâle gelmesinden doğmuştur. Çünkü maddeci görüş, kişiye kendi ölçüleri dışında yüksek bir değere inanmasına engeldir. Burada ustanın fikrine bir şerh düşelim. Zira tanımını yaptığı keyif adamı belki de tarih öncesinden beri vardır. Tabiatçı ve maddeci görüşün yaygınlaşması, toplumu etki altına alması, keyif adamını ortaya çıkarmamış; olsa olsa sayılarını arttırarak daha görünür hâle getirmiştir.
Rahat adamı olarak tanımladığı ikinci sınıfa tembel insan tiplerini dâhil ediyor. Hiçbir ideal için hiçbir mücadeleye katılmamalarını karakteristik özellikleri olarak görüyor.
İş adamı, yalnızca başarılı olmayı amaçlar ve bu uğurda bütün yüksek değerleri feda etmekten çekinmez.
İdeal adamı (mefkûre adamı), bütün güzellikleri, hakikati ve iyilikleri içine alan yüce bir amaç için yaşar. Tarih sahnesi bu ideal adamlarının şaheserleriyle doludur. Üç yüz Spartalı'nın kendilerinden sayıca çok üstün Persleri mağlup etmesi, cahil çoban kızı Jeanne d'Arc'ın Fransızların vatanından İngilizleri kovması bir ideal harikasıdır. İstiklal Savaşımızı bütün silahları elinden alınmış Türk milleti canını ideale feda ederek kazanmıştır. İdeal adamlarının sayesinde gerçekleşen bu örnekleri verdikten sonra Türk milletinin mefkûreci olduğunun sayısız örnekleri olduğunu söylüyor. Ancak son zamanlarda (1957) gençlik idealsiz bırakıldığı için rahat ve keyif adamlarının arttığından yakınıyor. Bu yakınmasını başka bir yazıya bırakarak devam edelim.
Galip Erdem ve ideal adamı
1961 yılında Tercüman'da yayımlanan Galip Erdem'in "Ülkücünün Çilesi" yazısında âdeta Peyami Safa'nın ideal adamını görürüz. Kendisi tam bir ideal adamı olduğu için belki, bu kadar net, ayrıntılarıyla, hissettikleriyle… Ancak artık yeni bir isimle: Ülkücü. İkbal Vurucu'nun tespitine göre bu kelimeyi ilk kullananlardan biri odur.
"Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesinin yeri yoktur. Daimi bir mücadele içinde ömür tüketirler. Hemen herkesle, her şeyle zaman zaman çatıştıkları görülür. Arkadaşları ile, aileleri ile, hatta sevdikleri ile... Belli bir ülkünün esaslarından ziyade politikanın değişen icaplarına uymayı tercih eden kudret sahipleri ile de sık sık ihtilafa düşerler. Çok defa, başları belaya girer; gene de sinmezler. Bu hâlleri 'kalabalık'a göre, uslanmamaktır; kendilerine göre de yılmamak.
"Ülkücü dünya nimetlerinden yana nasipsizdir. Gözü yoktur ki nasibi olsun. Bir lokma, bir hırka ona yeter. Paraya karşı o kadar müstağnidir ki halkın hayretine sebep olur. Herkesin istediğini istemez, ne istediğini de herkes anlayamaz. Kendi zevkleri dışında zevk tanımayanların gözünde 'zevksiz' bir adamdır! Küçümserler onu, hayatı anlamamakla, üç günlük dünyanın hakkını vermemekle itham ederler. Böyle davranışlara hiç önem vermez. Elverir ki, inandığına dokunulmasın!
"Kalabalığın nazarında o, zavallı bir hayalperesttir. Olmayacak fikirlerin rüyasına dalmış öylece uyumakta, başkalarını da uyumaya teşvik etmekte…"
Dokuz Işık ve ideal adamı
Galip Erdem'den sonra ülkücü olarak adlandırılan ideal adamı, 1965 yılında Dokuz Işık doktrini yayımlandıktan sonra siyasi bir anlam kazanmaya ve halk içinde yayılmaya başlar. Peyami Safa'nın yakındığı rahat ve keyif adamlarına dönüşen gençler için yeni bir ülkü belirmiştir.
"Ülkücülük, Batı dillerinden dilimize giren idealistlik kelimesiyle aynı olan bir anlam belirtmektedir. Ülkücülük veya idealizm, insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır.
"İnsanlar arasında idealistler yetişmeseydi insanlık bugün dünyayı aydınlatan birçok gelişmeyi, birçok alandaki yükselişini sağlayamazdı. Her gerçek, her fikir önce insanların kafasında bir hayal olarak doğar.
"İşte ülkücülük de yani idealizm de insanların ve insan topluluklarının kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, varılmasıyla en gelişmiş, en yükselmiş bir durum sağlayacak, bir hayalin düşünülmesi ve insan beyninde tasarlanarak şekillendirilmesidir.
"Her toplumda idealistler vardır, ülkücüler vardır ve ülkücülerin, idealistlerin bulunuşu toplumlar için bir saadettir; büyük bir talihtir!"
Galip Erdem ve Alparslan Türkeş'in ülkücüleri, Peyami Safa'nın ideal adamı tipindedir. Şu hâlde, her ne kadar siyasi bir anlam ifade etse ve artık anlamına uygun kullanılmasa da ideal adamı, ülkücüdür.
Ülkücünün temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
- Yüce bir amaç için yaşar.
- Sürekli mücadele içindedir.
- Güç sahiplerine boyun eğmez.
- Yılgınlık göstermez.
- Dünya nimetlerinde gözü yoktur.
- Milletinin her alanda en iyiye, en gelişmişe ulaşması için çalışır.
Ülkücü gerçekçidir!
Bu sıralamaya eklememiz gereken önemli bir özellik daha var: Ülkücü gerçekçidir.
Ülküye ulaşmak zordur ancak ülkü bir hayal değildir. Ülkücü, bir hayalci gibi, oturduğu yerden yüce amacın gerçekleşmesini bekleyerek ömrünü tüketmez. Kolayca ulaşamayacağının farkındadır. Ancak bu yolda yürümekten bir an geri durmaz ve ülküye ulaştıracak akılcı yolları arar, bulur öyle devam eder. İnsanlık hâli bu, yılgınlığa düşebileceğinin farkındadır ama teslim olmaz ve kurtulmanın çaresine bakar. Dünya nimetlerine sırtını dönmez ancak hayatının merkezine de almaz. "Bir lokma, bir hırka yeter." (Galip Erdem'in ruhu şad olsun.) gibi öbür dünya ekseninde dervişane bir yaşam anlayışına sahip değildir. Çünkü ülküsü bu dünyadadır. Ülküye ulaşabilmek için yaşamını idame ettirecek asgari şartlardan daha fazlasına ihtiyacı olduğunun bilincindedir.
Sonuç olarak milletinin her alanda en iyiye, en gelişmişe ulaşması için çalışan ülkücünün, manevi özelliklerinin yanında en önemli özelliği gerçekçiliğidir.