2011 yılında başlayan Arap baharının rüzgarı ile tüm Ortadoğu ülkelerinde bir kıpırdanma olmaya başladı.
Tabiki bu kıpırdanmadan en fazla etkilenen ve bedelide oldukça ağır ödeyen ülke Suriye oldu.
İki öğrencinin "..ey Dr. Esad şimdi sıra sende ..." sözü iç savaşın fitilini ateşledi...
İstihbaratın herkesi dinlemeye alması kaçınılmazdı.
İki bayan doktorun " …H. Mübarek düştü, darısı bize..." sözünün dinlemeye takılması bir talihsizlik, yakalanan iki kadın doktorun saçları sıfıra vurularak sokağa salınması bardağı taşıran son damla oldu...
Okullara ve sokağa kadar sıçrayan olayların kontrolden çıkması, Suriye'deki kanlı iç savaşın hızla ülkenin genelini etki altına almasına sebep oldu.
Bizi nereden, nasıl ve ne sebepten kendimizi bu kirli savaşın bir parçası oluk, halâ bilenimiz yok.
Türkiye'deki güçlü AKP iktidarının, meclisteki gücünü kullanarak, kamuoyunu aydınlatmadan ‚ben ettim, ben yaptım' mantığı ile bugün gelinen nokta seksen milyonun yüreğini yakmaktadır.
Baştan beri söylediğimiz bir şey vardı...
‚Orta doğu bataklığından uzak duralım. Orası insanı içine çekerse boğuluruz' diye...
Ama nafile;
kendini dünya lideri ve İslam Halifesi olarak gören ve kendi bildiklerini tek doğru sanan bir lider vardı Türkiye'de. Onun için uyarılar, ikazlar fayda etmiyordu...
Suriye'deki bu kirli savaşa ihtiras ve kaprislerimizin peşinden sürüklendiğimiz kesin. Sadece bu kişisel hırs mı? Bence değil...
Malum dış desteklerle ele geçen iktidar gücünün tabiki bedeli olacak. Bu bedel o bahsettiğimiz dış güçlerin senden isteklerini yerine getirme gibi bir görev var....
Ben şimdilik size bu dış güçlerin istekleri ne sorusunun cevabını başka bir yazıma bırakmak şartı ile, asıl ülkeyi idare eden, iradenin düştüğü gafletten bahsetmek istiyorum...
Suriyedeki iç savaşın başladığı ilk günleri hatırlayın…
Terör örgütleri büyük güç gösterisi ile kendi varlıklarını göstermeye başladılar.
Daha sonra Amerikanın isteği üzere Kandildeki PKK lılar bizim polisimizin, askerimizin eşliğinde Cumhuriyet Bayramı günü, kazasız belasız Suriye'ye geçmeleri sağlandı.
Tüm unsurlar tam anlamıyla Suriye'ye yerleştikten sonra, Türkiyeye karşı düşmanca tutumlarını göstermeye başladılar.
İlk icraatımız Süleyman Şah türbesini kaçırmak oldu...
...Ve Dünya lideri üç gün sonra Emevi camisinde Cuma namazı kılacağını söyledi...
Kobani, Membiç, Afrin, Elbab daha bir sürü şehir ismi zihinlere kazındı. Hepsinde ayrı bir sorun vardı.
Kendi elimizle beslediğimiz terör örgütlerini artık karşımızda bizimle savaşır birer güç olarak görmeye başladık. Amerika binlerce tır dolusu silahları gözümüzün içine baka baka getirip pkk ve uzantılarına verdi. Bizden ses çıkmadı.
Elçiliğimiz kuşatıldı ve yine bizden adam gibi bir ses çıkmadı..
Türkiye her zaman mavi boncuklu bir kırılgan siyaset ile biz her geçen gün bataklığa doğru ilerliyorduk.
Türkiye'nin bu savaşa dahil olması için önce Türkiye aleyhine şartların oluşturulması gerekti.
Önce Türk silahlı kuvvetleri devre dışı bırakılmalıydı. Kumpaslarla tecrübeli ve gerçek manada anti Amerikancı, vatanperver askerler ordudan çeşitli iftiralarla ordudan atıldı.
Büyük göç dalgası ile Türkiye'nin hem ekonomik hem de demografik yapısı bozuldu.
Ekonomideki kırılganlıklar derinleştirilerek, işsizlik körüklenerek, tam bir kaos oluşturulmaya başlandı.
TSK paralı askerlik sayesinde zenginlerin çocukları askerlikten azad edilerek, fakirlerin bedel ödediği bir kurum haline geldi. İşsiz fakir gençlerin ekmek parası derdi ile askerlik mesleğini seçmeleri, onları ölümle yüz yüze getiren bir gerçek…
.......
Evet şimdi İdlib...
Bizlerin yüreğimizin yandığı ve tuzağın gerçekten bir ateş parçası gibi yüreğimize düştüğü yer.
Rusya ile yapılan görüşmeler ve sonunda sadece Türkiye'yi oyalayarak, bir oyunun içine çekme gayretleri...
Gerek Amerika, gerek Rusya hiç biri Türkiye ile ciddi manada samimi bir antlaşma yapmadı. Her ikiside iki yüzlü siyaset ile bizi hep zora soktu.
Amerika'nın tek arzusu Türkiye ile Rusya'yı Ortadoğu bataklığında karşı karşıya getirmekti..
Nihayet Amerika'nın bu rüyası gerçekleşti.
Rusya yaptığı tüm eylemleri, güçsüz Esada ihale ederek, kendini her zaman olduğu gibi, temize çıkarmaya çalışıyor.
27 Şubat İdlib yüreklerin yandığı yerin adı oldu.
Rusya'nın tugayımıza yaptığı hain saldırı, onlarca kınalı kuzunun şehit olmasına neden oldu.
Ağlayan analar, babalar ve yavuklular...
Her bir yiğidin baba ocakları, fakir, yoksul, perişan...
Evler kerpiç ve soğuk bir havada yaşanması zor bir ortam. Çileli yüzlere çöken evlat acısı… feryatlar, figanlar ve giden kınalı kuzular...
Ve ağızlardan dökülen o meşhur söz..
Vatan sağolsun!
Sahi bu vatan sadece fakir için mi sağolsun. Bu zengin çocukları, çürük raporlu siyasi veletler… bunlar için vatanın hiç bir manası yok mu?
Bizim kınalı kuzularımız birtakım itliklerle İdlib'de kara toprağın bağrına ekin gibi düşerken, hala siyasiler TBMM'ni toplanmasında bir ehemmiyet görmüyorsa, sahi bunlar için önemli ne ola bilirki çok merak ediyorum.
Benim için bıçak kemiğe dayandı, ama bilmiyorum sizler nasıl bir ahvaldasınız...
Haki Korkmaz
Stockholm