Ülkemiz son günlerde (ismine bakıldığında) önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı:
İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) 13. İslam Zirve toplantısı
İİT'nin kuruluşu Ağustos 1969'da İsrail'in işgali altında bulunan Kudüs'teki, Al-Aksa Mescidi'nin yakılmasına dayanır. Ve bu teşkilata Türkiye kuruluşundan beri üyedir. Yani ortada AKP'nin olmadığı bir tarihte Türkiye Cumhuriyeti Devleti Adalet Partisi döneminde merhum Süleyman Demirel'in Başbakanlığında İslam İşbirliği Teşkilatı'na üye olmuş.
Dışişleri Bakanlığımızın resmi sayfasında İİT'nin amacı olarak 'İslam Dünyasının hak ve çıkarlarını korumak, Üye Devletler arasında işbirliği ve dayanışmayı güçlendirmek.* diye bildirilmekte.
Kendine böyle bir görev yükleyen bu teşkilatın 1969'dan beri (ben doğmadan 4 yıl evvel) bu amaca ne kadar hizmet edebildiğini ve dolaysıyla ne kadar başarılı olduğunu değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.
1969'a kadar geri gitmek istemeyenler 12. İslam Zirvesine bakabilirler. 12. İİT İslam Zirvesi 2005 yılında Mekke'de gerçekleşmiş. Bu zirvede 10 yıllık eylem planı kararlaştırılmış. Yine Dışişleri Bakanlığımızın resmi kaynağına göre bu plan 'İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı, siyasi, sosyo-ekonomik, kültürel ve bilimsel yetersizlikler karşısında, İİT üyesi ülkelerin aralarındaki İslam dayanışmasının güçlendirilmesi, İslam dininin ve değerlerinin doğru biçimde anlatılarak İslam'a karşı oluşan önyargıların ortadan kaldırılması amacıyla hazırlanmıştır.'*
Dediğim gibi, değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum, ama yine de bazı rakamlar vermeden geçemeyeceğim.
Suriye'de ki savaşın başlangıcından beri Şubat 2016'ya kadar ölen insan sayısını BM 250bin olarak bildirirken bazı STÖ'leri bu sayının 500bin civarında olduğu iddiasındalar.
Yaralananların rakamı ise 2 milyon civarında.
Savaştan kaçarak başka ülkelere sığınanların sayısı 5 milyonu aşkın.
Müslüman ülkelerde okur yazar sayılarına, kadın ve insan hakları durumuna, çocuk tecavüzlerine, çocuk gelinlere, adi suç oranlarına, kişi başı milli gelire, zengin olan Müslüman ülkelerde milli gelirin dağılımına değinmeyeceğim.
Ama bu saydığım başlıklar arasında sizi ilgilendiren varsa rahatlıkla internetten araştırıp öğrenebilirsiniz.
Bütün şahşahaları ile İstanbul'umuza gelen ve Türk misafirperverliğinin en örnek şekli ile ağırlanan Müslüman ülke temsilcileri ve ev sahipliğini yapan devlet büyüklerimiz Müslüman topraklarının kan gölüne dönüştüğü,
'Komşusu açken tok yatan bizden değildir' diyen peygamberin ümmetinden milyonlarca insan 'gavur ülkelere' sığınmaya mecbur kaldığı bu günlerde, lüks mekanlarda en lüks masalarda hangi konuları konuştuklarına ve ne kararlar aldıklarına dair elimde teferruatlı bir bilgi yok.
Ama geçmişe bakıp konuyla alakadar geleceğe yönelik bir tahminde bulunursak durum hiçte iç açıcı görünmüyor.
İTT İslam Zirvesi ne kadar 'önemli(!)' olsa da son günlerde dünyada tek ilginç olay değildi.
İstanbul'da gerçekleşen İslam Zirvesi ile neredeyse çakışacak kadar ilginç bir zamanlama ile Roma Başpiskoposu, Roma Katolik Kilisesi'nin başı, Katolik Hristiyanların dini lideri, Katoliklere göre Havari Petrus'un halefi Papa Franciscus Middilli'yi ziyaret etti.
Midilli'de şu an binlerce mülteci AB'ye iltica etmek için bekliyor.
AB'nin Türkiye ile yaptığı anlaşmaya göre bu mülteciler tekrar Türkiye'ye gönderilecek.
Suriye savaşından kaçan insanların, daha yakın olmalarına rağmen, başka Müslüman ülkelere değil de, tehlikeli ve zor bir kaçışı göze alarak 'gavur' AB'den yardım ummaları ise ilginç bir durum.
Bu insanlara kayda değer yardım sunan müslüman ülkeler sadece Türkiye, Lübnan ve Ürdün.
Türkiye'ye yaklaşık 3 milyon insan sığınmış, Lübnan'a 1,5 milyon ve Ürdün'e 1,3 milyon.
Bölgenin en zengin ülkeleri, Suudi Arabistan, ve Birleşmiş Arap Emirlikleri nedense binlerce soğutmalı çadırdan oluşan şehir kurmalarına rağmen kesinlikle mülteci kabul etmiyorlar.
Çadırlar boş.
Hatta Golf'da Güvenlik ve Barış Teşkilatı Başkanı Fahd al-Schalaimi Golf ülkelerinde hayat standardının çok pahalı olmasından dolayı mültecilerin uyum sağlayabileceklerini düşünmedikleri için mültecileri kabul edemediklerini açıklamış televizyonda.
Yani tercümesi: 'Mültecilerin bizde yaşayacak paraları yok.'
Zengin Müslüman ülkelerin ezici ağırlığı Müslüman olan mültecilere karşı takındığı tavır buyken, Papa Franciscus sadece Midilli'yi ziyaretle de kalmadı.
Devlet Başkanı olduğu Vatikan'a geri dönerken 6'sı çocuk toplam 12 kişiden bulunan 3 aileyide yanında Vatikan'a götürdü.
İşin ilginç tarafı ise bu 3 ailenin de Müslüman olması.
Gazetecilerin 'Neden az da olsa burada ki Hristiyan aileleri seçmediniz de 3 Müslüman aileye Vatikan'da sığınma hakkı veriyorsunuz?' sorusuna verdiği cevap:
'Biz sığınma vereceğimiz aileleri dinlerine göre değil, insani değerlere göre seçtik!'
Aslına bakarsanız bu çok yuvarlak bir laf.
Ama ne Papa'nın Midilli ziyaretinin zamanlaması, ne de verdiği bu cevap bence asla tesadüf değil.
Bence Papa'nın bu sözü İstanbul'da o görkemli, şahşahalı ve lüks masalarda oturan İslam Devletleri temsilcilerinin her birinin suratına bir şamar niteliğinde bir cevap.
Sakın kimse bu yazdıklarımdan Vatikan propagandası gibi saçma sapan sonuç çıkarmasın.
Ben benim dinime saygılı olan herkesin dinine saygı duyan bir insanım.
Ama Vatikan ve Kilise Kurumu ile asla yıldızım barışmaz.
Belki de o masada oturmamama rağmen bu lafın bu kadar zoruma gitmesinin sebebi de bu,
yani Müslümanların Papa'nın ağzına bile bu lafı söyleyecek sebep vermeleri.
Mehmet Alp
17 Nisan 2016 *Kaynak: http://www.mfa.gov.tr/islam-isbirligi-teskilati.tr.mfa