İYİ PARTİ Antalya milletvekili hanımefendinin İYİ Partiden ayrılış gerekçesini not aldık. Siyasi partiler içinde o gerekçelerin en az yaşandığı parti yine de İYİ PARTİ dir. Mevcut partilerin hiç birisinde; hanımefendinin isnat ettiği parti içi sorunlar yaşanmıyor değil, hatta fazlasıyla yaşanıyor.
Yine tekrarlıyorum ki; atama usulüne her zaman için karşıyım. Ancak bir canlının doğması için makul bir kuluçka veya hamilelik sürecinin sağlıklı şekilde geçmesi beklenir. Benim açımdan İYİ PARTI'de bu süreç hala devam ediyor. Doğal süreci dolmamış hamilelikten vaz geçmek doğacak canlıyı öldürmek olduğundan; hele ki İYİ Partinin ete kemiğe bürünmesinde emeği geçen hanımefendi gibilerin "Benden bu kadar" demelerini ilkesel bulmuyorum.
Mesela kendisine sormak isterim; Antalya'dan vekil olması için kimleri hangi kıstaslara göre "Sollayarak" öne çıkıp da aday olabilmiştir. Hangi sandık kurulmuş da kendisi tercih edilmiştir. Hanımefendinin partiden ayrılış gerekçelerine dayandırdığı ilkeselliği, milletvekili adayı olarak belirlenmesi sürecine de şamil kılsın bakalım ne hissedecektir. Ben olsam mahcubiyet duyarım.
Senin genel başkanın; tek adam sultasında emirle çalışıp, emirle karar veren mahkemelerde açılmış keyfi bir davanın tehdidi altında kalleşçe bir hükmün tecellisini beklerken; falanca niçin atanmış, filanca niçin atanmamış öyle mi.
Sayın Hanımefendi sormak istiyorum; sizin Antalya'dan vekilliğe adaylığınız seçimle mi yoksa atama ile mi oldu.
Ülkemizde tek adamı rejimi cari olduğuna göre siyasi arenadaki mevcut partilerin durumları, iç meseleleri de ister itemez bu olağanüstü şartlardan etkilenerek şekil almaktadır. Tek adam rejiminin doğası gereği diğer partiler üzerine projektör tutmaları ve oradan kendisine karşı geliştirilen alternatif argümanlara karşı yaptırım geliştirmelerini de bir o kadar normaldir. Burada önemli olan diğer siyasi partilerin de tek adam rejimine karşı kendilerini koruyup devamında alternatif olmaya yönelik argümanlarını oluşturmasıdır. Dolayısıyla, İYİ PARTİ'de atama ve görevden almaların arkasında bu fiili durumlarda bulunmaya mecbur kılabilecek olası kumpasları önleme amacı da olabilir. Mersin'de mahalli seçime girilememesinin temelinde belki de görevden alma konusunda zamanında gerekli müdahalenin yapılmaması da olabilir. Bu cümleyi ithamda bulunmak için değil, maalesef ülkemizde demokrasimizin olağan üstü şartlarda icrası nedeniyle kullanmak zorunda kaldım. Dolayıyla genel merkezin müdahalesine de kefil olmam söz konusu olamaz.
Türk milliyetçiliğinin sivilleşmesi muktedir olması için açılan kapı olacaktır
Şuna inanıyorum ki; ''Ülkücü hareket''in partileşmekten ziyade sivilleşmesi ile daha güçlü hale gelebileceğini düşünüyorum. Siyasi yaşanmışlıklar nihayetinde bizi bu düşünce aşamasına getirdi. Çünkü özellikle; Başbuğ sonrası MHP'nin kurumsal iradesi bir anlamda gasp edilerek sürekli hükumetlere destek konumunda bir misyon yüklenerek, ülkücü hareket daima kontrol altında tutulmuş; siyasi arenada ne güçlü varlığı, ne de zayıf varlığı istenmemiş, kendisine garip bir konum biçilerek varlığı sürdürülmekte.
Türk milliyetçiliğinin özellikle sivilleşerek güçlenmesine engel olunmuştur. Nedeni, sürekli olarak ülkücü hareketin Devlet Bahçeli'nın kontrolünden çıkabileceği endişesi oluşmuş. Bu endişeden olsa gerek; Başbuğ döneminde her alanda sivil örgütlenmesi teşvik edilmiş olan ''Hareket'' Devlet Bahçeli döneminde ise aksine böyle bir örgütlenmekten korkulmuştur. Mevcut olan sivil örgütlerin de iç bünyelerine müdahale edilerek; adeta buralardan inisiyatif sahibi isimlerin öne çıkarak MHP'ye gelip devam etmekte olan kurguya müdahale edebileceklerinden çekinilmiştir.
Dolayısıyla, Türk milliyetçiliği fikri üzerine inşa edilmiş tüm sivil örgütlenmeler bir şekilde MHP genel merkezinden yönlendirilmeye çalışılmıştır. Bundan mütevellit nitelikli adam yetişmesi mümkün olmamıştır. Yani eski MHP nitelikli insan yetişmesi için adeta bir okul iken; Devlet Bahçeli dönemi MHP de bu yetişmiş insanlar adeta değirmen misali öğütülerek etkisizleştirilmişler dir.
Siz Devlet Bahçeli'nın bir ülkücü yazarın kitabını tanıtım ve imza gününe katıldığına, bir ressamın sergisinin açılışını yaptığına, bir müzik sanat evinde dinleyici, sinemada izleyici olduğuna tanık oldunuz mu, duydunuz mu. Sadece bir kaç yazarın bizatihi makamına giderek kendi kitaplarını imzalatmışlardı. Yazar, çizer ve sanat adamları fikir hareketlerinde çok önemli ve aynı zamanda kıymetlidirler. Bu insanları ayağımıza getirmek değil, ayaklarına gitmek önemlidir. Bu tip inisiyatifler fikir hareketleri için çok önemli olup, büyümek için yol açar. Oysa MHP için büyümek değil, konjonktürü kullanarak üç beş kişinin inisiyatifinde siyasi bulvarda var olmakla yetinildi.
Sol da ''Bireysellik'' ve ''Hesap sorma'' öz güvenine dayanan oturmuş bir kültür olduğu için fikri gelişim hem bireysel hem de kurumsal anlamda gelişti. Türkiye de sol; insanlık adına düşündüklerinden değil, dini bakımdan yaşamadıklarından sorumlu tutuldukları için belki de uzun süreli iktidar olamadılar.
Biz Türk milliyetçilerine belki daha özelde ülkücülere ise cağ dışı olan, öz güveni silen, gelişime, düşünmeye, tefekküre engel; insanlar için en kolay ve zahmetsiz olan biat etmeyi yani "Lider, doktrin, teşkilat tartışılamaz" dayatmasını yaparak ülkücü zihinlerin ve zekaların küstürülerek atıl kalmalarına neden olunmuştur.
Demem o ki; tüm milliyetçi sivil toplum örgütlerinin her birisi kendisi adına güçlü ve etkin hale gelirse ancak bu aşamadan sonra siyaseti yönlendirme gücüne kavuşabiliriz diye düşünüyorum. Bu kültür oluştuğunda işte o zaman bugün için hiç düşünülmeye cesaret bile edilemeyen İYİ PARTİ, MHP ittifakı düşünülebilecektir. Hele ki yeni sistemde milliyetçi tandanslı ne kadar parti olursa olsun; Türk milliyetçilerinin gücünün ''Milliyetçi cephe ittifakı'' adı altında bir arada toplamak mümkündür. Çünkü Türk milliyetçiliği adına karar verme, inisiyatif kullanma bir kişi veya kurumun uhdesinde olduğunda; o kişi veya kurumlar veya üç beş kişiler kontrol altına alınınca tüm ''Hareket''in kaderi de bunlara bağlı oluyor.
İlle de diğer partilere dağılmış ülkücüler MHP de toplanmalı diye bugünden dayatma yapmak bütünleşmeyi değil ayrışmayı körükler. Şimdi İYİ PARTİ hangi yanlışı yapmış ki; insanlar emek verdiği bir yapıyı terk etsinler. Delege seçiminde o olmuş, bu olmuş; veya şurada şu isim atanmış, bu isime bilmem ne olmuş gibi eksiklikler üzerinden ''Burada da olmuyor'' diyerek tekrar yeni maceralara kalkışmak tam da Türk milliyetçiliği adına alan açmış, seçenek oluşturmuş bir gelişmeye doğrudan müdahale olacaktır.
Dolayısıyla bu aşamada bir siyasi partide bütünleşmekten ziyade sivil toplum örgütleri olarak güçlü olmaya öncelik vermek daha rasyonel olur diye düşünüyorum. Mesela milliyetçi sivil toplum örgütleri ''Andımız''a sahip çıkarken MHP'nin çıkmaması tamamen ve tamamen siyaset kurumunun milliyetçiler üzerinde peşin itaate dayanan vesayeti ile olmuştur. Türk milliyetçileri olarak çok daha önceden böyle bir vesayetin oluşmasına mani olabilmiş olsaydık MHP yönetimi Andımız'ın okunmasına mani olmak gibi bir gaflette bulunması aklından bile geçmezdi.
Siyasi partilerin Türk milliyetçilerine siyasi vizyon belirlemekten ziyade milliyetçi sivil toplum örgütlerinin siyasi partilere siyasi vizyon çizmeleri durumunda gerçek güç oluşturulabilir. Onun içindir ki; polemik olsun diye ismini vermeyeceğim ama çok başarılı akademik çalışma ve etkinliklerine şahit olduğum, Türk milliyetçilerinin kurmuş olduğu bir dernek ne yapılıp edilip siyasetin gücü ile ayrıştırıldı. Kader birliği yapmış insanlar karşı karşıya getirildi. Çünkü söz konusu derneğin herkes tarafından bilinen ve kabul görmüş başarısı siyaset kurumunu korkutmuştu da ondan.
Olacak iş mi yahu; yaylada çay içerken temiz havanın ve güzel manzaranın getirdiği ilham ile birisinin aklına bir şey geliyor ve tüm Türk milliyetçileri bu aklından geçeni kabule mahkum edebiliyor. Dayanağı ne; ''Lider, doktrin, teşkilat tartışılamaz''mış. Ya bizim aklımız, fikrimiz, kişiliğimiz ne olacak. Onlara göre Türk milliyetçilerinin ne düşündüğü hiç de önemli değil; irademizi onlara peşin olarak ipotek ettirmiş, sadece biat eden, o da yetmiyor; azaltığı kabul etmeyen iflah olmaz köleleriyiz ya.
İşte bu duygu ve itiraz edebilen öz güvene sahip örgütlenmiş milliyetçi sivil toplum gücü yaygın hale gelirse; kimseye de Türk milliyetçiliği adına her türlü inisiyatifin kendi bünyesinde toplandığı hissiyatını vermeyecektir.
İlker Başbuğ konuşunca AKP'yi aldı bir telaş ama ne telş...
İlker Başbuğ fetö soruşturmaları için "Milad" olarak 17/25 Aralık değil milliyetçi, vatansever, Atatürkçü Türk subaylarının Türk Ordusu'dan tasfiyeleri için çıkarılmak istenen "Kumpas yasa" girişiminin olması gerektiğine atıf yapan ifadeler kullanınca AKP cenahında bir telaş ama ne telaş...
O kadar güç zehirlenmesi yaşıyorlardı ki; Kuran-ı Kerim'de belirtilen "Artık başka peygamber gelmeyecek" kadar adeta ayet hükmünde bir garanti ile iktidarlarının devam edeceği, hiç bir zaman sorgu ve suale çekilmeyecekleri öz güvenine sahiplerdi ki; İlker Başbuğ her şeyi berbat etmiş oldu. "Anamız bacımızdır" diyecek kadar bir şaşkınlığın içine düştüler.
Yani ben fikrimi, zikrimi ve düşüncelerimi ifade ederken sizin gazabınıza uğramamak için kılı kırk yaracağım ama siz; cumhuriyet tarihinin en büyük ihanet şebekesini devlete yerleştirip sonra da onlarla beraber bu millete 15Temmuz ihanet sürecini yaşatacaksınız; ve yine bu sürecin vebalinden kendinizi azade ederek "Emir kulu mahkemeler" de sadece size karşı olanları yargılayacaksınız öyle mi.
Böyle bir adalet ve yargılama mantığı hiç bir zaman beni tatmin etmeyecektir. Hüseyin Gülerce İlker Başbuğ'a "Fetöcü askerler orduya sızarken sen neredeydin" sorusunu arsızca sorabiliyorken, zerre miskal gocunmadan kendisinin fetö'deki konumunu gözardı edebilme cür'etine sahip olabiliyorsa; bu güveni kimden alıyor, sizden ve "Emir kulu mahkemeler"inizden değil mi. Böyle bir adalet anlayışı taammüden tecavüz hali değil de nedir.
Peki ben nereden güç alarak bunları düşünüyor ve söylüyorum. İlahi adalete inandığım için gerçek adaletin de er veya geç tecelli edeceğine iman ettiğim için. İhtiraslarınız ve güç zehirlenmesi sizi iman denen nimetten yoksun kılsa da; elhamdülillah bizler size rağmen koruyoruz ondan dolayı da inanıyoruz.
Kaçarı yok; İlker Başbuğ haklı davasının takipçisi olmasaydı bile Türk'e yapılan ihanetlerin takipçisi biz olacağız, yetişemedik mi, evlatlarımız olacak gerekirse torunlarımız.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.