Bizim evin çaprazında bir ilkokul var. Az önce hafta başı olması dolayisiyla çocuklarımız, o miniminnak sesleriyle İstiklal marşımızı okudular.
"Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak…"
Minikler bu dizeleri haykırırken aslında topluma aidiyetlerini dile getiriyorlar. Tıpkı aile gibi, birilerine anne, baba deyip nasıl aileden olduğunu hissediyorsa çocuk, İstiklal marşını okuyarak da aynı şekilde bu topluma, halka, ulusa ait olduğunu hissediyor.
Ben çocukken bayrağımız her göndere çekildiğinde gururlanır, her indirilişinde hüzünlenirdim.
TRT, yayınlarına İstiklal marşımızla başlardı, istiklal marşımızla kapatırdı. sonuna kadar izlerdik marşımızı. Çünkü bu topluma ait hissediyorduk kendimizi.
Sonra bu halisane duygularımız yaşadıklarımızla zedelendi. Darbeler oldu, yolsuzluk oldu, adaletsizlikler oldu, kendi halkına bomba yağdırdı, kurşun sıktı birileri.
Toplumumuza olan güven duyguları yavaş yavaş yitirilmeye başlandı yaşlandıkça.
Aile içi şiddet nasıl travmalar yaratıyorsa, toplum içi şiddette aynı travmaları yaşattı bizlere.
Her önüne gelenin bir başkasının yaşama şekline karışmaya çalıştığı kaotik bir kitle olduğumuzu fark ettik büyüdükçe.
Güven duygumuzu yitirdikçe, birbirimize saygımızı, sevgimizi kaybetmeye başladık.
Halkına güvenini kaybedenler, çocukları için başka ülkerde bir gelecek arama telaşının içine düştüler. Kendi öz ailesinden koparılıp, bir koruyucu aileye verilmiş bir çocuk ne kadar mutlu olacaksa, o başka ülkelerde yaşamaya itilmiş çocukların o denli mutlu olacaklarını düşünemiyorlar.
Çok hatalar, günahlar, kabahatler ettik birbirimize. Bunların kimini ideoloji, kimini inanç, kimini kısa dönemli şahsi menfaatlerimiz için yaptık.
Birbirimizi sevebiliriz, nezaket içerisinde birlikte millet olabiliriz, huzur içinde yaşayabilir, o huzurun getireceği nimetleri hakça paylaşabiliriz çünkü çocuklarımız biz onları bozmaz isek eğer hala hep birlikte İstiklal marşını söylüyor.
Halil Ibrahim Bayrakçı