Yeni bir seçim dönemine girdiğimiz şu günlerde; Yine "tarafların taraf olduğu, ötekilerin ise öteki olmaya devam ettiği" günleri yaşamaktayız. Yerel seçim olmasına rağmen her partinin genel seçim haline dönüştürdüğü, adaylardan ziyade ülke politikalarının konuşulduğu bir seçim ortamını gözlemliyoruz. Cumhurbaşkanı'nın (aynı zamanda siyasi parti genel başkanı olarak) devletin tüm kurumları ile birlikte sahada miting'ler düzenlediği bir seçimi yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığı (Başkanlık) sistemine geçilirken çok partili hayattan vazgeçip iki partili bir yönetime geçiş yapan ülkemizde; Şoför koltuğunda olan (Devleti yöneten) parti ile Tek muhalefet(?) partisinin yarışını izliyoruz. Bu şartlar altındaki bir seçimde elbette iki grubun varlığından söz edilebiliyor; Biz ve ötekiler…
Her iki partinin de genel seçim stratejisini dayandırdığı argüman; "Ötekileştirme" haline dönüşüyor. İktidar partisi, tüm devlet imkânlarıyla birlikte muhalefeti ve ona destek verenleri "Terörist" ilan ederken, muhalefetin de tek tipçi yaklaşımı; iktidarı ve ona destek verenleri "Yandaşlar" olarak nitelendirmesi kaçınılmaz bir süreç haline geliyor. Peki, vatandaş hangi tarafta olmak zorunda? Muhalefete destek vererek "Terörist" mi olacağız? Yoksa İktidara destek vererek "Yandaş" mı? Veya bu denklemde bize biçilen rolü oynamama şansımız var mı?
Her ne kadar Mustafa Kemal'in çok partili hayata geçiş için açtığı yol çok öncelere dayansa da; ülkemizde çok partili sistem 1945-50 dönemlerinde kurulan çeşitli partiler ile mümkün olabilmişti. Ordunun da siyasete müdahaleleri ile hiçbir zaman çok partili bir seçim sistemi tam olarak oturmuş bir yapı halini alamamışsa da 1985 ile 2010 yılları arasında mecliste çok partili bir yapıyı (tüm eksikleri ile) gözlemlemek mümkün olmuştu. Elbette yeni yürümeye başlayan bir çocuğun sendeleyip düşmesi gibi pek çok kez bu sistemin aksadığı tarafları yaşayan ülkemiz daha oturmuş bir "çok partili sistemin" güzel taraflarını yaşayamadan tekrar iki partili bir sistemin kucağına atıldı. Şimdi geldiğimiz bu noktada karşımıza çıkan denklemde iki seçeneğimiz olduğu gösteriliyor; Terörist veya Yandaş olmak…
Hâlbuki ülkenin genel sorunları hakkında ne İktidarın, ne de Muhalefetin sunduğu çözümler çağın gerçekleri ile örtüşmüyor. İktidarın vatandaşına vadettiği "Üretmeden bolluk içinde yaşama" politikasının çöküşünü son dönem içerisinde halk olarak gözlemledik. Muhalefetin ise; 1950'lerin vizyonu ile Nohut, fasulye üretimi sayesinde hayatımızı idame ettirme politikası, içerisinde 22.Yüzyıl için ne kadar vizyon eksikliği barındırdığının somut kanıtıdır.
Ülkemiz, değişen dünya konjonktürüne ve teknolojiye ayak uyduran değil; Bu alanda politikalarıyla yön gösteren bir ülke olma vizyonunu taşımadığı sürece dışa bağımlı ve sömürülen bir ülke olmaktan kurtulamayacaktır. Bunun da tek yolu gelişmiş bir demokrasi, çağa uygun bir adalet sistemi ve bunları ileriye taşıyabilecek bir eğitim sisteminden geçmektedir.
Sonuç olarak; Biz milletçe; "Terörist veya yandaş" olma ikileminden kurtulmadığımız sürece müstemleke bir toplum halinde yaşamaya devam edeceğiz…
Kaan ÖZASLAN
04.03.2019