Deprem Şehitlerimizin Katili Siyaset Kurumu dur
Siyaset kurumu, bugün için onun bir birleşeni AKP iktidarı, depremin bedelini müteahhitlere ödetmek için deprem bölgesinde suçlanabilecek müteahhit avcılığına çıktı. Yapılan tutuklamalarla milletin öfkesini yatıştırma, kendi ihmal ve sorumsuzluklarının vebalini de dikkatlerden kaçırarak müteahhitlere yönlendirme hatta saldırtarak algı yaratma gayretindeler.
Her gün "Tek adam"a kim ne demiş diye sosyal medya hesaplarını taramak için trol ordusu kuranlar aynı duygu ile deprem kuşağı üzerindeki ülkemizde insanlarımızı deprem felaketlerinden korumak için yirmi yıllık iktidarları sürecinde yapı ve kontrol ordusu kurarak bu kadar can ve mal kaybına, acılara mani olabilirlerdi üstelik de 1999 depremi gibi farklı bir acı tecrübenin yaşanmışlığı varken. Türk milleti olarak siyaset kurumuna gerekli dersi vermek biz seçmene yani asıl patrona düşüyor. Karşımızda ezilip büzülerek oyumuza talip olan siyaset kurumunun temsilcilerini periyodik seçim süreçlerinde terbiye etmez, hizaya sokmazsak görev ihmali ve liyakatsizlikleri durumlarında verdiğimiz yetki ile onları efendi kendimizi de onların köleleri konumuna sokmuş olduğumuzdan sorgulama yapamıyor, istediğimiz zaman da kolayca sırtımızdan atamıyoruz.Deprem dahil sel, yangın gibi her türlü doğal afetlerden mütevelli çektiğimiz sosyal acıların temelinde maalesef bu milleti fert fert oluşturan hepimizin siyasi tercihlerimizle şekil verdiğimiz siyaset kurumunun devletimize ve milletimize olan ihanetini görüyorum. Siyasi tercihlerimizi değiştirsek bile "Siyaset kurumunun ahlakı" değişmediği için sonuç itibariyle akıbetimiz de değişmiyor.
55 yıldır aynı mahallede, imara aykırı kaçak yapılaşmanın olduğu yerde oturuyorum. Bu aralar mahallemizdeki bir kaç tane müstakil tapulu arsalara kentsel dönüşüm yasasından faydalanmak üzere imara uygun, mühendislik bilgisi ile inşaatlar yapılmakta.Cumhur ittifakının liderleri Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli bazı tanınmış isimler ve onların başında oldukları sivil toplum örgütlerinin depremzedelere ulaşma, onlara yardım edip ihtiyaçlarını karşılamalarını istemedikleri gibi engel olmak için eleştiri bile değil hakaret etmişlerdir. "Siz devletten daha güçlü, kurumlarından daha çok güven kazanmış olamazsınız, olsanız bile (ki; oldunuz da) bunu çevreye yansıtarak devleti itibarsızlaştıramazsınız, buna müsaade edemeyiz. Cumhur ittifakını muktedir gösterip güçlü kılmak için sizi de itibarsızlaştırmak zorundayız. Sizin deprem bölgesindeki başarınızı kabullenip paye vermek demek iktidarımıza karşı her söylediğine itibar edilen, halk nezdinde güven kazanmış muhalif bir güce kendi ellerimizle katkı sağlamamız demek olacaktır. Seçim arifesinde millet nezdinde bu kadar güven kazanmış, "zekuşağı"nın tam desteğini almış organize sivil toplum örgütleri ve onların öncü isimlerinin yönlendirmeleri ile konsolide olmuş muhalefet karşısında kaybedeceğimiz aşikar; buna mani olmamız gerekiyor, yapmak istediğimiz de budur'' demek istemişlerdir, yapmak istedikleri de budur.
Eğer Japonya'da 7.6, 7.7 şiddetinde deprem olduğunda bir elin parkları kadar insan ölüyorsa; aynı şiddette bizim ülkemizde 40 bin insan ölüyorsa bunun tek sorumlusu siyaset kurumudur. Üç beş müteahhidi cezalandırarak bu vebalden kurtulamazlar. Bunları terbiye edecek en büyük silahımız sahip olduğumuz oy gücümüzdür. Canımıza kastedenleri bu silahımızla yola getirmek zorundayız, başka da çaremiz yoktur. Sorumlu gördüklerimizi sandığa gömmezsek evlerimiz mezarımız olmaya devam edecektir.
Kuran'ı yakan ''Müslümanlar''
"Çalıyorlar ama iş de yapıyorlar" diyen müptezel ahmak güruh Kuran'ı yakmış olmuyorlar mı.
"O'nu görünce Allah'ı görmüş gibi oluyoruz" demek de, diyene tepki göstermemek de Kuran'ı yakmak değil midir. "O peygamberin sıfatlarını taşıyor" dendiğinde "Tövbe estağfurullah, hadi oradan, haddini aşma" deyip tepki göstermemek Kuran'ı yakmak değil midir.