Türk'ün özündeki danışma ve istişare kültürü, ortak aklı kullanma becerisi yer ile yeksan edildiğinden beri her işte, her konuda olduğu gibi, maske takılması konusunda bile defalarca fikir değiştirildi. Öyle ki, "Hasta olmayanların maske takmasına gerek yok"tan son bir haftada her gün mutlak otoritemizin beğeni ve onayından geçirilerek değiştirilen kararlar neticesinde, "Herkesin maske takması mecburidir" emrine geldik.
Gün gün, "Talimat verdik, maske yaptıracağız. Yeterince maskemiz var ve satacağız. Altmış beş yaş üstü vatandaşlarımıza ücretsiz maske ve kolonya dağıtacağız. Marketler ve eczaneler parayla maske satamaz biz satacağız. Hayır maskeyi satmayacağız, ücretsiz dağıtacağız. Maskelerinizi e-ptt'den ücretsiz alabilirsiniz.Hayır ptt'den değil e-devlet üzerinden kayıt yaptırın, biz evinize göndereceğiz." sözlerini duyduk.
Ve nihayetinde, "Maskeleri eczaneler kanalıyla dağıtacağız"da karar kılındı...
Yani maalesef bilim insanları, uzmanlar, bakanlar ve bakmayanların ne dediği ne yaptığı hiç önemli değil; dükkanın sahibi o gün ne karar verdiyse tezgâh o şekilde ayarlanıyor.
Maske dağıtımı konusundaki karar tekrar değişir mi bilmiyorum fakat benim daha makul bir önerim var. Gerçi akşam sadece iki günlüğüne uygulamaya alınan ve virüsün iki ayda yapamadığını iki saatte yaparak tabana yaymayı başaran garip sokağa çıkma yasağından sonra maske takmaya gerek kaldı mı onun da tartışılması lazım.
Efendim sadede gelirsek eczanelerin iş yükü zaten çok ağır, özellikle son bir aydır gece gündüz demeden hizmet vermeye çalışıyorlar. Bu süreçte ne kadar çok önlen almış olsalar bile hastalardan veya taşıyıcı olan vatandaşlardan virüs kapma riskleri çok yüksek.Bu risk ve iş yükü yoğunluğunun üzerine bir de maske dağıtım işi verilirse iyice kilitlenirler.
Boşuna, " Vatandaşa mesaj yollayacağız eczaneye ondan sonra gidecekler, yığılma olmayacak" demeyin. Bunlar boş sözler. Su barajdan taşınca sele dönüşür ve nereleri nasıl yok edeceğini bilemezsiniz. Bakınız, yalvar-yakar "evde kal" dediğiniz günlerde, vatandaşlar banka kapılarına yığıldı. Kimi borç ödemek, kimi kredi almak, kimi diğer bankacılık işlemleri için. Banka şubeleri güya tedbir için içeriye tek tek aldı ama kaldırımda maske takma ve sosyal mesafe kuralına uymadan Mart soğuğunu yiyerek bekleyen vatandaşlar, kim bilir daha hangi hastalıklara açık hale geldi.
O günlerde yolumun üzerindeki bankaların önünde bekleşen kalabalıkların fotoğraflarını çekip sosyal medyadan, "Ticariler hariç tüm bireysel bankacılık işlemleri, hak kaybı olmaksızın ve faize girmeksizin havalar biraz ısınıncaya kadar 10-15 gün ertelenemez mi? Bu insanlar, banka kuyruğunda korona değilse bile zatürre olacaklar, yazık değil mi?" diye sormuştum.
Her zaman ki gibi, duyulmayan, duyurulmayan ve cevap bulmayan bir soruydu benim ki...
Bankalarda alınan göstermelik önlemlere rağmen kar topu yuvarlana yuvarlana çığa dönüştü. Yurt genelinde koronavirüsten ölen bir sürü banka müdürü ve çalışanı var, vatandaş sayısını bilmiyoruz...
Eğitimsizliğin, diplomasızlığın, bilgisizliğin ve cehaletin kutsandığı devr-i iktidarınızda akşam yapılan sokağa çıkma yasağının sonucunu gördük. Dindarlığı sütre yapan yöneticiler yüzünden ekonomi ile beraber moral değerleri çökmüş, maneviyatı boşalmış, dini sorgulamaya başlamış ve mevcut iktidara olan güvenini kaybetmiş kaygı dolu insanlar, korku ve panik içinde marketlere, fırınlara ve benzinliklere akın etti. Ekmek kuyruğunda yumruklu, bıçaklı kavgalar oldu. Beş liradan ekmek satan fırıncılar oldu. İnsan kalitemiz belli ve burası Norveç ya da Finlandiya değil.
Bütün bu yaşananları ve bencil bir toplum olarak içine düştüğümüz manevi bunalımı düşününce, maske dağıtım görevinin eczaneler yerine cami imamlarına verilmesinin çok daha doğru ve faydalı olacağını düşünüyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı, hem bütçe hem de personel sayısı bakımından çok büyük ve bütün il ve ilçelerde müftülükler var. Her mahallede, her köyde en az bir tane de cami var. Camilerde de işi sadece ezan okuyup namaz kıldırmak olan imamlarımız var. Bu imamlarımız, cemaatle namaz yasaklandığından beri dört haftadır atıl durumda. Sağlık çalışanları, bu zor günlerde üç kuruş maaşa canını tehlikeye atarak gece gündüz mesai harcarken cami imamlarının evde tam siper yatması da insanları rahatsız ediyor ve içindeki manevi boşluğu büyütüyor.
Bazı kesimler tarafından, "Namaz kılıp karşılığında maaş alan adamlar" olarak görülen cami imamlarımız, bağlı oldukları müftülüklerden temin edecekleri maskeleri, görev yaptıkları mahallede sokak sokak, ev ev gezerek dağıtırlarsa hem eczanelere ekstra yük binmemiş olur hem de insanlar eczane kapılarında kuyruklar yaparak hastalığı daha fazla yaymazlar.
İmamlarımız da bu vesile ile lojmanlarından ve görev yaptıkları caminin avlusundan dışarı çıkarak sosyal hayatın içine karışmış olurlar. Yine bu sayede mahallerinden kimlerin yaşadığını ve nelerin, ne acıların, ne yoksullukların, ne aile dramlarının yaşandığını müşahede ederler. Bu insanlara maske dağıtırken ayak üstü de olsa birkaç kelam ederek moral verip manevi katkıda bulunabilirler.
Görev yaptıkları caminin cemaatinden zengin ve hayırsever olanları organize ederek şu karanlık günlerimizde ekonomik yönden açmaza düşmüş ihtiyaç sahibi ailelere maddi yardımda bulunulmasına ön ayak olabilirler. Devletin bütün hatlarıyla vatandaşın yanında olduğunu gösterirler...
Böylece, "Benim bildiğim cami imamlarımız liderdir, önderdir; fakat maalesef sadece namaz kıldırma memurluğu yapıyorlar ve namaz kıldıkları için maaş ödeniyor. İmam olmadığı halde namaz kılan insanların suçu ne? Onlara niçin para verilmiyor?" şeklinde düşünenlere de okkalı bir cevap verilmiş olur.
Evet, hekiminden hemşiresine, hasta bakıcısından ambulans şoförüne, motokuryesinden eczacısına kadar bütün sağlık çalışanları, gece-gündüz canları pahasına mesai harcayıp koronavirüse karşı top yekun cihat yaparken, kamu personeli olan cami imamlarımızın bu cihattan ve sevaptan mahrum bırakılıp eve tıkılması doğru değil. Hele ucunda hamasetten fiiliyata dönüşme ihtimali olan "Şehadet" makamı varken...
Ne dersiniz?
11.04.2020