Son 23 yıldır milliyetçi camianın sergilediği en tutarlı davranışlardan biri, kavramları anlamsızlaştırmak ve itibarsızlaştırmaktır.
Aslında ‚ bize öz tavır ve duruşu, değer yargılarını tanımlamak ve açıklamak için gerekli ne kadar kavram varsa, hepsinin yerle yeksan olmaları ve inanırlıklarını kaybetmeleri için elimizden geleni yapıyor, büyük çaba harcıyoruz.
Bu tutum sayesinde Türkçülük ve milliyetçiliğin düşünürlerinin fikir ve söylemleri ile ilgisi olmayan,
mezhepçi, iktidarcı, bilim ve sorgulama düşmanı, biatçı
bir yaşam tarzını,
Müslüman, devletçi, muhafazakar ve milliyetçi
zannıyla benimseyerek, kendi kendini kandıran ve dolaylı olarak kendi kendini yok etmeye mahkum bir güruh haline geldik veya getirildik.
Tabii ki camia olarak, biz her ne kadar kabul etmemiş olsak da, geçmişten gelen hatalarımız vardır.
Biz bir fikir, bir düşünce ve değerler üzerinde uzlaşan ve birleşenler değil, isim ve şahısları ve bu şahısların kurduğu ve yönettiği kurumları kutsallaştırmışız…
Ve maalesef bazılarımız haşa putlaştırmışlar bile.
Aksi takdirde bu kadar kolay bu hale gelmez, getirilemezdik.
Diğer yandan, her ne kadar değerlerimize göre tavır ve duruşumuzu sergilemektense; onları, içine hapsettiğimiz boş sloganları atmayı tercih etsek de, kişi ve kurumları kutsallaştırmak ve putlaştırmak alışkanlığımızdan vaz geçmedik. Hatta ve hatta eskisine nazaran çok daha bağnaz, çok daha fanatik bir küstahlıkla bu hatamızda ısrarcılığımız arttı.
Hal böyle olunca, içi boş sloganlar, içi boş sloganlarla beraber de içi boş milliyetçi, ülkücü prototipleri sahnede yerlerini aldılar.
Örneğin en enflasyoner kullandığımız terimlerden biri, "reis"dir.
Artık öyle bir hale geldi ki, iki adım atsak bir reise çarpar olduk...
Bırakın bize has değer yargılarını, ahlak, terbiye, dürüstlük ve namus gibi en temel insani değer yargılarından bile nasibini almamış
"reis'ler ve "sayın vekilim"lerle doldu o sahne.
Ama bizim edebiyatımızı bildikleri için, içi boş sloganlarla racon keserek tribünlere oynadıkları için alkışladık.
23 senedir her gün artarak, alenen her değer yargımıza tecavüz edildi ve biz camia olarak alkışladık!
Gözümüzün içine baka baka mazimize sövdüler,
Bize, bizden olana piç dediler,
Dün omuz omuza mücadele ettiğimiz arkadaşlarımızı dövdüler,
Büyükerimize iftira attılar ve biz al-kış-la-dık!..
Alkışlamayanları da "hain ilan ettik.
Zaten çoğunluğumuzun ‚milliyetçilik' anlayışı düşünmekten ziyade "savaşmak" idi.
Onun için çoğumuz ya Kür Şad'tık, ya Kurt Kaya, ya Asena, ya Gökçen…
Kül Tigin'in savaşlarını sevdik ama Bilge Kağan'ın söylediklerine kulak vermedik, Tonyukuk'u anlamadık.
Nedense hiç kimse Kaşgarlı Mahmud olmaya heveslenmedi.
Kime ait olduğunu bilmediğim bir söz vardır;
"Savaşçılarına düşünmeyi, düşünürlerine savaşmayı öğretmeyen milletlerin, savaşçıları aptal, düşünürleri korkak olur." der.
İşte tam bu durumdan ibaret halimiz.
Düşünmeyen savaşçılar it ile bozkurdu ayıramaz oldu.
Ya düşünürlerimiz?
Onların hali da çok daha iyi değil.
Biraz mürekkep yalamış, okumuş, ilme yönelmişlerimiz de tavırsızlıklarını "feraset" ile gizleyerek, kendilerini kandırdılar.
Kendi değer yargılarını benimsemedikleri için kendi değerlerini görmeden, göremeden, kendi tırnaklarının kiri olamayacaklara "hoca", "entelektüel" veya "aydın" diye itibar gösterdiler.
Gerçekten merak ediyorum, neydi bu "entelektüel" ve "aydın" olmanın kriteri?
Diploma veya doktora mı?
Ne tarihçiler, ne anayasa profları görmüşken, akademik kariyer bir kriter olabilir miydi?
Onun için soruyorum,
12 Eylül hala hepimizin içinde dinmemiş bir acıyken, "12 Eylülcülerden hırsımızı alacağız" lafına kanıp, 2010 referandumundaki tuzağı göremeyecek kadar körelmiş,
Açılım'da bile ne dediği, ne tavırda olduğu belli olmayan,
Ya da, "Bir Enver 80 Atatürk eder" diyebilecek kadar bilimsellik ve gerçekten uzak olan mı entellektüel veya aydın?
Sadece biri değil, bunların hepsi aynı değil mi?
Dün farklı bir fikir, farklı hedefi olanlarla mücadele ediyorduk.
Oysa bugün fikirsiz, bütün dünya görüşleri hiç yaşanmamış ve yaşanmayacak, kendi kıçlarından tarihi uyduranları yeni "aydınlarımız", din anlayışları Tanrı'nın emirlerini kendi nefs ve menfaatlerine göre istedikleri yana çeken, eğip-bükenleri "entellektüel" olarak görüyoruz, öyle mi?
Kimse kusura bakmasın.
Kimin ne kadar kitap okuduğu veya yazdığı umurumda değil.
Hak vermem veya muhalefet etmem için karşımdakinin gerçek verilere, mantığa ve akla dayanan samimi bir görüşü olması lazım.
Tek bildikleri tarih Osmanlı olan, Osmanlı'yı da doğrusu ve yanlışı ile hakkınca değerlendirmek değil, haşa putlaştıran ve mükemmel devlet olarak gösteren bir zihniyetin bırakın görüşüne karşı gelmeyi, ciddiye bile almam mümkün değildir.
Bunların anlayışı Osmanlı'yı veya Türk'ü, veya İslam'ı benimsemeye veya yüceltmeye yaramaz.
Bu anlayış ile ancak doğrusu ve yanlışıyla, güzelliğiyle, hatalarıyla Türk'ün varlığının yegane teminatı olan Cumhuriyet'e vurmak için aşırı idealleştirilmiş, surreal bir alternatif çıkartarak Cumhuriyet ve dolayısıyla Türk düşmanlığı yapılır, Türk düşmanlarının ekmeğine yağ sürülür.
Bunu bilerek yapan hain, anlamayan hain kadar tehlikeli ahmaktır!
Osmanlı'yı sevin… Sevelim… Türk tarihinin bir parçasıdır.
Ama bırakın bu ‚ "Osmanlı mükemmeldi" saçmalığını.
Mükemmel olsaydı, evvela düşmanlarının ilim ve parasına muhtaç kalıp, sonra da çökmezdi.
Bir kere 600 küsür yıl hükmetmiş bir hanedanı karakteri oturmuş tek kişi gibi değerlendiremezsiniz.
Dünyada hiç kimse hangi konu üzerine olursa olsun, böyle bir tarihi değerlendirmeyi ciddiye almaz!
Osmanlı padişahlarının dünyevi zevklerine göz yumup, Atatürk'ün içtiği rakının hesabını yapan riyakardır!
Türkler'in neden ve ne zaman Arapça alfabe kullanmaya başladığını sorgulamadan, harf inkılabının Osmanlı padişahı döneminden gelen bir fikir olduğunu ve hatta İstanbul'da Atatürk doğmadan önce Latince harflerin kullanılmaya başlandığını bilmeden kimse Atatürk'ün harf inkılabına dil uzatmasın.
Halifeliğin her zaman siyasi hedef içeren dünyevi bir makam olduğunu bilmeden, halife ile Şeyh'ül İslam arasındaki farkı anlamadan, sadece İslam dünyasında değil, Hıristiyan tarihinde bile bu ve benzeri makam sahiplerinin nelerle uğraştığını öğrenmeden hilafet istenmez, demokrasiye küfür edilmez.
Bireyin din hürriyetini kendi sistemi içinde gerçek anlamda sağlayan tek yapılanmanın laik seküler devlet olduğunu anlamayanın hukuk devletini yargılama hakkı yoktur. Yargılayan ya aynı hürriyeti seküler hukuk devletinden daha iyi temin eden bir alternatif sunmak ya da çenesini kapatıp susmak zorundadır.
Mustafa Kemal Atatürk'te bizimdir, İsmail Enver Paşa'da bizimdir.
İkisi de Türk tarihinin sayfalarında kendilerini ebedileştirmişlerdir.
Birisini "İslamcı" diğerini "din düşmanı" gibi gösterenin ne tarih bilgisine, ne okumuşluğuna, ne de samimiyetine inanırım.
"Bir Enver şu kadar Atatürk…" gibi iğrenç, samimiyetsiz ve bağnaz kıyaslamaya da asla girmem. Ama şundan eminim ki, özellikle 12 Eylül'den beri Türkiye'yi bir azgın tümör gibi kapsayan ve her hücremize yayılan İslamcıların topu, İsmail Enver Paşa'nın tırnağının kiri olamaz!
Bu örnekleri neden mi veriyorum;
Çünkü bu zihniyetin tüm argümantasyonunun temel sütunları üç aşağı beş yukarı bunlardan ibarettir.
Yani kısacası:
Osmanlı eşittir süper mega mükemmel ütopya,
Cumhuriyet eşittir kötü, din düşmanı, gavur.
Bırakın 3 kitap okudukları için öğrendikleri Arapçayla kibirli ‚ulaşılmaz entellektüel' edalarını.
Yaşadıkları hayal dünyası yukarıdaki iki cümleden ibaret!
İster Refah'ın mirasını tüketen 'Neo-Osmanlıcı' olsunlar, ister Milliyetçilerin mirasını tüketen 'Neo-İttihatçı' kılığına girsinler.
Kafalarında mükemmelden de öte, adil, ilimci, teknolojinin doruğunda, refah dolu bir tarih ve Müslüman bir ülke uydurup Cumhuriyete savaş açmışlar.
Ama tüm bu sözde dünya görüşlerinin önemli bir zayıf noktası var: O kıçlarından uydurdukları tarihin asla gerçekleşmemiş, öyle bir ülkenin maalesef asla var olmamış bir masaldan ibaret olması.
Ve gerçek olan Cumhuriyetimizde eksik ve yanlışları düzeltmektense bu masalı birbirlerine anlatarak, nesilden nesile taşıyarak, varlığımızın teminatı devletimize, vatanımıza, milletimize ve bayrağımıza savaş açmış bulunmaktalar.
Beni kahreden ise, vatanına, milletine ve bayrağına bağlılıklarında asla şüphe etmediğim ve olup biteni rahatlıkla anlayacak bilgi ve eğitime sahip olanların bile, bu zihniyete hizmet edenlerin kuyusuna düşüp bunları, yok hoca, yok entellektüel, yok aydın diye şişirmeleri!
Milliyetçi camiada, özellikle son yıllarda, çok duyulan bir söz vardır "Camia olarak yeni bir Cemil Meriç veya Galip Erdem yetiştiremedik."
Bu isimler tabii ki her eline kalem alıp, iki satır yazanla kıyaslayamayacak kadar önemli ve değerli isimler, onun için ben elbette, "…yetiştirdik, şu Cemil Meriç'in veya Galip Erdem'in dengidir" demeyeceğim. Kaldı ki, kimin böyle bir kıyaslamaya layık olduğunu da zaman gösterir; lakin şundan eminim;
Bu kadar okumak ve okuduğunu değerlendirmekten uzak, okuyanlarının bile boş tenekelere hak etmediği değeri gösteren bir camianın bırakın yenilerini yetiştirmeyi, Galip Erdem veya Cemil Meriç, mezarlarından kalksa, haberleri bile olmaz!