By Abdullah Alagöz on Cuma, 18 Ağustos 2017
Category: Siyaset

MODERNİTE VE KÜRTÇÜLÜK

Doğu ve Güneydoğuda yaşayan insanlarımızda moderniteye uyum problemi sosyal problem olarak karşımızda durmaktadır. Önümüzdeki 15-20 yıl içinde yaklaşık 15 milyon insanımızın daha şehirlere geleceği düşünülmektedir.

Modernite: çağa, zamana, var olan o an'a uygun duyuş, düşünüş ve hayat biçimi olarak tanımlanabilir. Aklın, bilimin ve onun emrindeki teknolojik gelişmelerin oluşturduğu dünya olarak algılanmaktadır. Modernite kavramı aynı zamanda bugünü dünden ayıran bir zamanı da ifade etmektedir.

Her asır; duyuş, düşünüş şekli ve teknolojik gelişmeleriyle bir önceki asırdan devraldığı hayat tarzını geliştirerek bir sonraki asrın alt yapısını oluşturur. Modernite, dünyayı yeniden tasarlama, insanlığın emrine verme iddiasındadır. Günümüzde moderniteye karşı tepkiler de vardır. İnsanların mekanikleşmesinden dünyayı cennet olarak görüp uhrevi hayatı devre dışı bırakmasına, getirdiği düzenin insanın huzuruna değil mutsuzluğuna neden olduğuna kadar birçok konuda postmodernizmin tepkisi de söz konusudur.

Bizim amacımız işin felsefi boyutunu incelemek değil; modernitenin ülkemizde bütün olarak yaşanamamasını ve bazı kesimlerde kültürel gecikmenin ortaya çıkmasını irdelemektir. Meydana gelen bu kültürel gecikme, toplumsal fay hatlarımızı da derinden sarsmaya devam etmektedir.

Moderniteye en geç uyum sağlayan kesimler genelde tarikatlar, cemaatler, göçebeler ve kırsal kesimlerde yaşayanlardır. Bu kesimler kapalı toplum hayatı yaşarlar. Sosyal hareketlilik en alt seviyededir. Birincil ilişkilerle hayatlarını sürdürürler. "Ben" değil "biz" duygusu egemendir. Kolektif davranış kalıplarıyla hareket ederler. Bilindik aşiret kültürünü moderniteye uydurmakta zorlanırlar. Bizim kültürümüzdeki medeniyet kavramı ile de bunu açıklayabiliriz. "Medine" şehir anlamına gelmektedir. "Medeni" şehirli, "medeniyet" ise şehirle ilgili hayat tarzı olarak tanımlanmaktadır.

Aklın, bilimin ve buna bağlı olarak bireyin merkeze alındığı modernite; aşiret gibi yapılar için bir tehdittir. Zira bireyin özgürleşmesi aşiret liderlerinin, şeyhlerin vb. statü sahiplerinin sonu demek olur.

Bu kitlelerin kırsal alanda moderniteye karşı tavrı, toplumun geneli tarafından fazla fark edilmemektedir. Fakat bu kitleler, bölücüler vasıtasıyla istismara (terör, uyuşturucu, kaçakçılık…) uygun gruplara dönüşebilirler.

Daha iyi eğitim, sağlık ve refah için şehirlere göç ettiklerinde farklı dünyaların insanları oldukları anlaşılır. İşte o zaman toplumdan tepkiler gelmeye, uyum problemleri yaşanmaya ve beraberinde toplumsal kargaşa ortaya çıkmaya da başlar.

Doğu ve Güneydoğuda yaşayan insanlarımızda moderniteye uyum problemi sosyal problem olarak karşımızda durmaktadır. Önümüzdeki 15-20 yıl içinde yaklaşık 15 milyon insanımızın daha şehirlere geleceği düşünülmektedir.

Bölge insanımızın terör cenderesinden kurtarılması için öncelikle yaşadıkları kapalı sosyal yapıyı açmamız ve birey olmalarını sağlamamız gerekmektedir. Aynı zamanda şehirlere göç ile birlikte kapalı toplum hayatlarını şehirlere taşıyarak moderniteyle çatışabilmektedirler. Buna karşı da tedbirlerin ivedilikle alınması gerekmektedir.

Terörle mücadele kadar işin sosyal, ekonomik ve psikolojik boyutlarının çözümünün de aynı anda harekete geçirilmesi gerekiyor. Dağda terörle mücadele edilirken şehirlere gelen bu insanlarımızı moderniteyle uyumlu hale getirmek için belediyelerden tutun merkezi yönetimlere kadar bütüncül stratejik planların yapılması gerekiyor. Sosyalizasyon politikaları ile terörün kaynağı kurutulacağı gibi insanlarımızın toplumla bütünleşme süreci de sağlıklı şekilde gerçekleşir.

Bugün ülkemizde devam eden çatışma bir etnik kimlik çatışması değildir. Eğer kimlik çatışması olsaydı tabandan tavana doğru bir yapıda olması gerekirdi. Bölgenin bütün sosyal sınıflarının desteklemiş olması lazımdı. Oysa baskı, öldürme, yaşadığı bölgeden kovma, malına-mülküne hatta çocuklarına el koyma şeklinde gerçekleşen bir çatışma olsa olsa uyuşturucu baronlarının mevzi kazanma mücadelesi olabilir.

Eğer kimlik çatışması olsaydı bu kadar kan döküldüğü halde bir Bosna durumu yaşanmadığı gibi terörden kaçan insanımız batı gölgelerine sığınmazdı.

Eğer kimlik çatışması olsaydı bölge insanı huzur ve refaha kavuşmak için Batı bölgelerini tercih etmezdi.

Hiç kimse kendi vatandaşlarının can ve malların kasteden, kundaktaki bebeği dahi öldüren kan emicileri özgürlük savaşçısı gibi gösteremez.

Hiç kimse bölgedeki iş adamlarını haraca bağlayan, yatırım yapmalarını engelleyen ve dolayısıyla bölge halkına aş-iş sağlayan insanları kaçıran, fidyeye mahkûm eden bir örgütün bölge insanını temsil ettiğini iddia edemez.

Related Posts

Leave Comments