Benzeri gelişmeleri özellikle 2008 Büyük Finans Krizinden sonra Yunanistan ve İspanya'da görmek mümkün.
1. Bölüm: Yurt Dışı
Türkiye'de olan bitenler doğrudan kendi hayat alanımızı etkilediği için insan ister istemez bir adım geri atıp bakış açısını genişletmeyi ihmal edebiliyor.
Evet;
'Büyük Resim'den bahsediyorum.
Her ne kadar bazı kitlelerin diline doladıkları ve burunlarının dibinde olan bitene kendileri ile çelişkiye düşmeden izah getiremedikleri zaman bir ultima ratio olarak ortaya attıkları bu 'Büyük Resim'den bir çok insana artık gına gelse de, ben Bu Büyük resmin olduğuna inanıyorum.
Bu tablonun ressamlarının Rockefellerler mi, Rothschildler mi yoksa Bob Ross mu olduğundan emin değilim ama dünyada ilk bakışta birbiriyle alakasız gibi görünen ama biraz daha geniş kapsamlı bakınca insana 'Bu kadar tesadüf olabilir mi?' diye sordurtan gelişmeler var.
AVUSTURYA
Evvela gelişmelere yurt dışı açısından bakalım;
İlk örnek Avusturya olsun.
Sebastian Kurz henüz 30 yaşında. Avusturya Halkpartisinden seçilmiş Avusturya Dışişleri Bakanı. Parti genel başkanlığına adaylığını açıklamadan önce genel başkan olmak için ÖVP'yi temellerinden değiştirecek bazı şartlar sundu.
Bu şartları isterse eyaletlerin parti listelerine doğrudan müdahale etme hakkı, listelerde adayların bir kadın ve bir erkekten olması, ve hükümet ekibine tek başına karar vereceği şartı gibi. Şartları için sözlü bir kabulle yetinmeyip partisinin tüzüğüne kabul ettirdi ve seçilirse partisinin sosyal demokratlarla oluşturduğu koalisyonu sonlandıracağını ifade etti. Yani partisinin mevcut teşkilat yapısını komple yok ederek, tamamıyla tüm gücü tekeline topladığı yeni bir yapılanmaya 14 Mayıs 2017'de partisinin genel başkanı seçildi.
Söylediği gibi erken seçime giden Kurz, seçime partisinin tabanı tarafından destekle ama partisinin adı altında gitmeyeceğini açıkladı. Kurz seçime kendi ismini taşıyan bir liste üzerinden girecek ve bu listede kendisi hariç kimlerin yer alacağına sadece kendisi karar verecek. Ayrıca Kurz'un diğer açıklamalarına bakılırsa bu listede bir kadın, bir erkek aday yer alacağı gibi kendi partisinden muhafazakarlarla sosyal demokrat isimler eşit oranda bulunacak.
FRANSA
Şimdi bir adım geriye atarak Fransa'yı da kapsayalım.
Emanuel Macron, 39 yaşında. Yüksek eğitiminden sonra evvela Fransa Hazinesinin Başkanı olarak akabinde de Rothshild Bankasında yatırım bankacısı ve sermaye piyasaları uzamanı olarak çalışmış.
Francois Hollande 2012'de Cumhur Başkanı seçildiğinde Hollande'ın ekonomi ve maliye danışmanı olmuş. II. Valls Kabinesinde Sosyalist Parti'den Ekonomi, Endüstri ve Bilişim Bakanı olmuş.
Nisan 2016'da 'En Marche' diye bilnen tam ismi La Républic en Marche (İlerleyen, Yürüyen Cumhuriyet) olan partiyi kurmuş. En Marche tüzel kişilik olarak parti olsa da üyelerinin aynı zamanda başka partilere üyelikleri yasak değil. Dolayısıyla En Marche bir 'hareket' olarak değerlendiriliyor.
En Marche hareketiyle Kasım 2016'da Cumhurbaşkanlığına bağımsız adaylığını açıklayan Macron, 14 Mayıs 2017'den beri Fransa'nın Cumhur Başkanı.
Hükümetinde tayin ettiği bakanlar geçmişte Fransa'da gerek sosyalistlerden, gerek liberallerden, gerekse muhafazakarlardan oluşuyor. Kadın erkek sayısı eşit.
Görüldüğü gibi Fransa'da başarıyla uygulanan bir modelin Avusturya ve Türkiye'de gelişmekte olduğunu söylemek mümkün. Peki sadece bu 2 ülkede mi bu kadar benzerlik var?
DİĞER ÜLKELER
Aslına bakarsanız olay daha geniş hatlarıyla ABD'de çoktan var. Her ne kadar ABD'de başkanlık seçimleri iki büyük parti arasında geçse ve uluslar arası kamuoyunda Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında bir seçim olarak yankı bulsa da her başkan adayı seçimde kendi kitlesini oluşturur ve seçimin kazanılıp kaybedilmesinde zaten geneliyle sabit olan parti proğramlarından ziyade başkan adaylarının etkisi büyüktür. Ama özellikle son başkan seçiminde Donald Trump'ın yaptığı kadar hiç bir aday seçmeni kutuplaştırmamıştı. Onun için özellikle son seçimlerle alakadar siyasal bilimciler Trump'ın kendi kitlesinin seçimi belirlediğini söylüyor. Ve gerçekten Trump seçmenine baktığınızda normalde hayatta Cumhuriyetcilere oy vermeyeceklerin olduğu gibi hayatında Demokratlara oy vermemiş ama Trump yüzünden verenleri görmek mümkün.
Başka bir örnek ise Hollanda. Her ne kadar aşırı sağ söylemi ile bilinen Gert Wilders Mart 2017'de seçimleri kazanamamış olsa da oy oranında bariz artış oldu ve ülke genelinde %13 ile ciddi bir paya sahip. İşin ilginç yanı Wilders'in partisinde kendi hariç üye olmaması. Yani Wilders'in seçtiği adaylar hazırladığı listeden seçime girmeleri mümkün ama kimse Wilders'i partisinin başından indiremez.
Benzeri gelişmeleri özellikle 2008 Büyük Finans Krizinden sonra Yunanistan ve İspanya'da görmek mümkün. Örneğin Yunan Başbakanı Alexis Tsipras sol birlik Synaspismos'un genel başkanıyken sol kanat partilerin mensuplarıyla Syriza hareketini kurup 2009'da parlamentoya girip Syriza'yı 2012'de partileştirdi.
İspanya'da Podemos harektinin kökeni 30 sayfalık 'Taşı oynatmak; Öfke'yi Siyasi Değişime Çevirmek' isimli 12/13 Ocak 2014'de tanıtılan manifestodur. Bu manifestoyu sanat, yazar, gazeteci, akademisyenlerin ve bir çok başka alanının önde gelen imzalaması ile gelişen bir harekettir.
Görüldüğü gibi Avrupa'da ve ABD'de yaşanan bu gelişmeler arasında benzerlikler göz ardı edilemeyecek kadar çoktur.