Babamın arkadaşından dinlemiştim;
kendisi Of'luydu.
Olay 60'lı yılların Türkiyesinde geçiyor.
Üniversiteye okumaya gitmiş İstanbul'a. Okuduğu dal Elektrik Mühendisliği.
Okulda bir arkadaşı ile bayağı samimi olmuş. Hatta Bizim Karadeniz'in güzelliğini öyle bir anlatmış ki arkadaşına, o arkadaşı da merak etmiş.
Tabii haliyle oflu köyünü merak eden arkadaşını köylerine davet etmiş.
Yaz tatilinde kalkmışlar Of'a, yaylaya gitmişler.
Evde misafir olunca tüm sülale toplanmış.
Sülalenin bir yaşlısı, sormuş;
-'Ne okuyaysunuz?'
Misafir cevap vermiş: 'Oğlunuzla aynı daldayız amca. Elektik Mühendisliği okuyoruz..'
Yaşlı amca şöyle iki gence bakmış bakmış;
kafasına pek yatmamış olsa gerek ki, ekşimsi bir suratla zoraki bir 'Aferum' demiş.
Yemekler yenmiş. Akşam yine hep beraber oturmuşlar.
Sohbet ediliyor, yaşlıların anıları dinleniliyor derken, malum ahşap yayla evi, ortalıkta bir fare peydah olmuş.
Babamın arkadaşı ile misafiri olan okul arkadaşı bayağı bir uğraşmışlar sıçanı yakalamaya ama bir türlü yakalayamamışlar, sıçan kaçmış.
Nerede okuduklarını soran ve dili ucuyla 'Aferum' diyen amca bu sefer sinirli sinirli söylenmiş.
'Ha!... Pi sıçani tutamadunuz. Pen sıçaym sizin okuduğuniz ogula!....'
........
Bazen hayat bu kadar acımasızdır işte…
Elektrik mühendisliği zor daldır.
Kafan çalışacak, matematiğin kuvvetli olacak, fizikten anlayacaksın.
Sonra sınavlar, çürüttüğün onca dirsek, ders çalışacağım diye uykusuz geceler…
Bütün bunlar bir anda hiç bir şey ifade etmez. Lüzumsuzlaşır.
En geç o amcanın;
'Pi sıçani tutamadunuz. Pen sıcaym sizin okuduğuniz ogula!....' dediği anda söz biter.
Ne diyeceğini bilmezsin.
Mesela ben;
Elektrik mühendisliği okumadım, ama iktisat okudum.
İktisat da kolay değil.
O da sayısal ağırlıklı bir daldır.
İlk günden başlar İstatistik, matematik…
Çünkü matematiğin iyi değilse ne Ricardo'yu anlarsın ne Smith'i.
Hele hele Neoklasik teori aslında saf matematiktir.
Oturursun, okursun, öğrenirsin.
Mükemmel piyasa modelini, tekel piyasaları, makro ekonomisi, mikro ekonomisi, Keynes, Stackelberg, Friedman, Avusturya okulu vesaire derken en geç Solow'un büyüme teorisinde iş gücünün verimliliğinin zamana göre türevini çekmeye başlayınca kafayı yemeye yaklaştığını fark edersin.
Bunlar hatırladıklarım, bir de kim bilir unuttuğum kaç model, kaç teori var...
Ama zevklidir.
Ne öğrendiğini bilirsin, gurur duyarsın. Dünyada bazı şeylerin nasıl işlediğini anlamaya başlarsın.
Sonra girersin bir bankada işe.
Hazine bölümü, sermaye piyasaları…
Gerçek ve sentetik tahvillerle uğraşırsın.
Başka kurumların yatırım ihtiyaçlarına göre özel çözüm tasarlarsın.
Büyük, hem de çok büyük miktarların sorumluluğunu taşırsın.
İşte böyle bir tempoyla iş hayatında 22 senen geçer…
Ve biri gelir;
'Tuvalete gidişin fiyatı 1 milyondu şimdi 1 lira oldu.
Yaaa... İşte gördünüz mü nerelerdeeen nereye getirdik ülkeyi' der.
Ve bir anda her şey anlamsızlaşır.
Okulun, üniversiten, iş tecrüben….
Belki bir şeyler demeye çalışırsın, lakin bir önemi kalmamıştır artık.
Ne Ricardo, ne Keynes, ne Smith, ne Solow....
Sadece kulaklarında bir ses yankılanır:
'Pi sıçani tutamadunuz. Pen sıçayım sizin okuduğuniz ogula!....'