"Bir zamanlar Kafdağı'nın ardında kocaman bir dev yaşarmış. Boyu o kadar uzunmuş ki minareler onun yanında hiç kalırmış. Elleri kürek gibi geniş, gözleri otomobil farları gibi iriymiş. Su kuyusunu andıran çizmelerine, ayakları zor sığarmış. Pazuları çelik gibi kuvvetli, kafatası beton bir gülle gibi kalınmış…"
Nasıl güzel masal değil mi?
Bize birileri tarafindan bir masal anlatılması gerekiyordu. İçinde devlerin cücelerin olduğu bir masal. İşimize geldiği kadar hayal dünyamızda uydurduğumuz bir masal. Eee masal olur da devler olmaz mı? Olur elbette.
DEVLER…
Kocaman insanlar.
Böyük böyük ağabeyler.
Kim demiş dev diye?
Kim uydurmuş?
Kocaman bir kaya.
Ulaşılamaz bir kahraman.
Bir Promete. Halkı için tanrılardan ateşi çalan bir kahraman ruh.
Sonrası mı?
Sonrası malum. Kendi oluşturduğumuz devleri yeme zamanı Arapların helvadan putları gibi.
Insanlara adam mı değil mi diye bakmadan sıfatı yapışıyoruz: DEV…
Sonrası malum.
Her taraf dev her taraf reis dolu.
Biz dev sanmıştık cüceymiş. Ne edelim uzaktan DEV görünüyordu yaklaştım cüce. Yapmayın böyle. Herkesi olduğu yerde görün.
Yetmedi mi dev diye diye sırtımıza basıp makam mevki sahibi olanlar? Bırakın bir kenara devi cüceyi. Onlar masallarda kaf dağının arkasında kalsın. Bırakın da gerçek hayata dönün artık.Sivil hayata merhaba deyin. Toplumla kucaklaşın.
Bırakın dev görmeyi insanları. Hayal kırıklığı yaşamazsınız o zaman.
Kanmayın masallara. Bal kabağı gece yarısına kadar dört tekerlekli olur ancak. Gece yarısından sonra yine bildiğiniz bal kabağı. Ne istiyorsunuz? Ne bekliyorsunuz?
DEVLER ha.
Geçin bir kalemde.
Bırakın gitsin nereye gidecekse. Bırakın siyasetin yosmalarında dev aramayı.
Bırakın bir kenara kartondan devleri.
Doğan Ay