By Engin Yeşilyurt on Çarşamba, 05 Aralık 2018
Category: Siyaset

Sloganlar İyiye Gittiğimizin Göstergesi mi


Bizim lider kürsüde, "açılın açılın açılın" diyor kapılara ve açılıyor sonsuza değin konsol kirişin altındaki kapılar. Bir güç yerinden titretiyor ahaliyi, açılan kapıdan uzatarak elini yığınların işgal ettiği meydanlara. Olağanüstü, kalburüstü dinamizmiyle yepyeni bir koridor şekilleniyor sahada. Her zaman yaptığı gibi parmaklarını yukarı doğru, kavisli adrenalin yaratan içgüdüyle kaldırıp işaretliyor hedefi. Korumaların gördükçe kanıksanan etten duvarını bir hışımla aralayıp kalbinin derinliklerinden kükrüyor. Neyin muhafazasıdır bu, demeyin. İşlevi belli, kırılan testiyi onarmak gibi bir görevi, ezeli tarihinden beri üstlenmiş zaten. Ya hesaplarına ne demeli? Diploması sayesinde meyvesini topladığı akademisyen gömleğini fakültenin çıkışına asıp siyasi hayata girdiği, telepatik yönü kuvvetli sayısal zekasına ne demeli? Ah liderim benim, saygıdeğer liderim! Nasıl da zıplatırdı tüm objeleri bulunduğu alandan büsbütün! Aynı zamanda telekinezi etkisini son derece etkin kullanan, düşünsel motivasyonda nesnelerin astral tepkimeyle yükselişine mazhar oluşuna akıl sır ermiyor!

Örneğin otuz yaşındasın, otuza on ekliyorsun kırk yapıyor. Yeterli bulmadığında bir on daha ekliyor, bu defa on yılın dolmasını bekliyorsun. Üstünkörü yapılmış toplama işlemi zannedebilirsin bunu; ama adım adım kodlandığında bizim liderde bunun peyderpey halde, ne derece mana teşkil ettiğini yepyeni şeyler, ufuk açan girişimler gibi algılaman için başka bir neden kalmıyor..
Şükrettiğinde koskocaman açılan kollarında kurulduğu günün patentini sorgulayabiliyorsunuz bir markanın veya bir akımın. İnsanı silsileye liyakatin potansiyeliyle yerleştiren, özgül etkileşimiyle insandan taptaze, bağımsız biyografiler, portreler ve kimyevi refleksler türeten başkanımızda yirmi birinci yüzyılın en atılgan atağını pek ala tespit edebiliyorsunuz!

Soru 1

"Bir toplumun ılımlı siyasal bakışına sirayet eden ve toplumda hayranlığın yumağını sıklaştıran belagatta(retorik-konuşma) aşağıdaki sloganvari yaklaşımlardan hangisi bizim başkana en uygundur?"

A) Her zaman mikrofonuna yakın konuşması

B) Koruması yokmuş gibi cesurca davranması

C) Ocakta tüten dumana sahip çıkması

D) Bilgeliğin Balgat'ta namını alıp yürümesi

E) Devletin başına bilgenin geçmesi

Sloganlar niçin vardır? Aforizmalar enformasyonuyla da bilinen özlü sözlerimizi edebiyatın nice kinayeli söyleyişlerinde kullanmadık mı? İktisatta, sosyal yapıda, yazında, detaylandırırsak öyküde, şiirde ara ara kimlik kazanan tezat çağrışımlar işimize ne denli yaradıysa o denli meşhur sıfatlar, devrik yahut kurallı tümce halini almadılar mı? Bu hususta bizleri bir şahıs temeliyle kanatları altına alan, bulunduğu mevkiden sıyrılıp farkını ortaya koyan aforizmalar, siyasi hayatta da yaratıcılığını kabul ettirmedi mi? Mesela bu türün içinde kalkınmayı adaletle sağladığını sloganlaştırıp halkına armağan edenlerin yaklaşımı milyonlarca insanı sömürmedi mi? Bir yönüyle araştırmaya vakti olmayan ya da vakti olsa dahi üfürükten sistemin, lağvedilmiş insanlık değerlerinin oyalayıcıları yüzünden partilerin, kuruluşların, hizmet ve gıda sektörünün dahilinde gördüğümüz her bir reklam düsturu kendine milyonlarca kurban seçmedi mi, seçmeye revan etmiyor mu?

Doğru cevap "E" şıkkıdır sevgili gençler!!

Devletin başına bir kez olsun geçememiş; fakat geçecek diye garanti edilmiş, en azından olasılığı ile gönülleri keşfetmesi ilkeleştirilmiş, bu işe yaramaz hayali sloganla enkazına kapılmaktan kurtulabildik mi siyasetin? Bizim lider diye omuzlara bindirip gezdirdiğimiz başkan, milletin nabzını promosyon odaklı yoklamadı mı?

Örneğin sezon sonu kırık notla eve dönmüş, çürükleri sebebiyle taşıdığı karneyi yırtıp atmayı aklından geçirmiş bir çocuğun duygularını anne baba şefkatinin hassasiyeti değil midir bağışlayan? Onca sene devletin başına geçmeyeni kim bağışladı? Halk, bir davanın aşıkları.. "Devletin başına geçecek" sloganıyla. Kendi partisinin deri koltuğunun başına geçmekten gayri bir hedefi olmayan kişi ve kişiler ne var ki devletin başına geçecek diye aldatılmadı mı kalabalıklar.?

Sanki teleskop tutmuşuz uzaya, huzmelerini inceliyoruz boşluğun ve nur hazretlerinin ihtişamını yudum yudum deriyoruz ummanla arşın birleştiği noktadan. Mıknatısla çekiyorlar bizi yukarılara. Aman Tanrım! Aman Allah'ım bu ne serinlik, bu ne huzurlu platformdur böyle! İniyoruz aşağıya sonra. Ne zincirimiz ne zembilimiz var. Biz ki gönülden iplerle salınmışız. Nur hazretlerinin şavkından damlayan, ömrün mühendisliğini üstlenen sükunet bizleri Atatürk düşmanı Necip Fazıl'ın Zincirli Kuyu mezarlığına taş çıkartan mezar şiirleriyle tanıştırıyor. Rabbime binlerce kez teşekkür edip gökten inen o ışıltılı karara vidalanıyorum!

İnsanoğlu toplumun yüzüne söyleyemediği, hilkatine yaraşmayan acı hislerini kendi yalnızlığıyla yüzleştirmeli bence. Yoksa hem toplumla hem kendisiyle çelişmek, yaşamın gıdasını bozar gider. Niceleri var ki yaptığı yanlışların farkındayken gerek cümle alemi kandırmak için içine düştüğü girdaba sesini çıkartmıyor gerek kendini aldatmanın gizil sefaletini yeğliyor. Yıllar yılı memleketin kutsal değerlerini menfaatlerinin sağladığı vizyonla biçimlendirmeyi bir kurtuluş yolu görenlerdir bunlar. Hukukun, adaletin, yaşam hakkının, hürriyetin kelepçelendiği yerde salt kendileri, kendilerine biat eden çevrelerin işine yaramışlardır. Keşke yer yer inzivaya çekilmeyi, saplanıp kaldıkları riya dolu, edimsel döngünün çehresine dönüp konuşabilseler ve izah etseler:

Bilimin, sanatın, zeka ürünü doğruların, nesnel verilerin işlemden geçip önümüze sunulduğu gerçeği kriminalize edip nedense hep yalanladım. Yağmaladım fen bilimlerinin tabiatı mantık süzgecine davet etmesinin teknolojik devrime katkıda bulunduğu herbir çıkışı. Çünkü benim hurafelerden aldığım ilham kendime yontmamın hesabıydı, devasa İslam alemini içi fesat uğraşlarla oportünist yapım için kalıptan kalıba soktum. Size itiraf etmeliyim ki bugün yaşandığı söylenen İslami hakikat özü itibari ile çıkarcılığın terminolojisini örtbas etmektedir. Uzaktan yakından insan ahlakına hizmet etmeyen, birilerinin dünyevi servet sarhoşluğu adına sonradan kurgulanmış gibi bir içeriğe evrilmiştir. Allah'ın mağfiretine sığınıyorum, Yaradan bizleri irem(maskeli cennet) yüzlü sonuçlardan muvaffak eylesin. Mutlaktır ki "O"; riayet edip hidayeti bozguna uğratmayalım diye bizim gibi sahte mürşitleri uyarıyor, bizlere tavsiyelerde bulunuyor..
...
Yine aynı koordinatlarda, yine kürsümüzün büyüdüğü mekandayız. Elindeki mikrofondan zaman zaman polifonik ritimle çıkan sesine yeniden hayran kalıyoruz başkanımızın. Nedir şahsımızı, benliğimizi dağların zirvesinde tomruklaştırıp suyun menderesler çizdiği eteklere yuvarlayan nazar? Burada durduk, irdele dedik, var olmak kadar ulvileşen o şeyin hikmeti ve himmetini, hamiliğini. Yani yok olmanın esrarında atağa geçen, ruhani manevraya ivmelenmenin teyakkuzuna kavuştuk..

Biz metaneti başkanımızda, onun inisiyatif alabilen mükemmel serzenişinde gördük. Hödüklerin, hodbin insansıların, milletin uyumuna burnunu sokan art niyetli kitlelerin mağlubiyetinde başkanımızın kürsü konuşmalarında sergilediği performansı kaynak bildik. Su aktı yatağını buldu. Kim ne derse desin ondaki kükreyiş vahşi doğaya karşı verilmiş vefakar bir emektir. Hele bazı bazı gülmeleri yok mu? İçimizde kıpır kıpır, hünerli bir sevincin gövdesini köleleştirebiliyor. Bizi mankurtlaştıran fiilde sayın liderimizin fiziki ağırlığının ulu katkısı mevcuttur. Fiziksel soyluluğunu destekleyen bir diğer yetenekse lisanının zelzelesidir. Kapıldık bir kere, daldık okyanusun en dibine, katmerli dalgaların köpükleştiği bu iksirden kolay kolay sıyrılmamız da mümkün değildir. Onun maneviyatında renklenen evrenimize ne kadar afiyet dilesek azdır! Pirimiz, devimiz, başımızı soktuğumuz evimizdir.
O, kuralına göre oynanan oynunun en akılcı hamlesidir. Sıra sıra peşindeyiz. Kuyruğuna lehimlendiğimiz çoğunluğun yankısıyız. Sanki pide kokusunun iftar sofralarına sindiği lezzeti verir, sanki hurmayla açılmış orucun faziletini hissettirir. Bir baştan bir başa, doğrusal denklemleri çözen formülün ta kendisidir. Hangi olumlu tasvir; zatıallerinin hizmetkarı değildir, söyler misiniz!?

Soru-2

"Maden ocaklarında yerden yedi yüz ila sekiz yüz metre derinliklerde üç kuruşa çalışırken iş güvenliğinin aksatılması sebebiyle meydana gelen göçükte onlarca vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Madende yaşanan kazaya bağıntılı olarak liderlerimizin aforizma kaynaklı kullandığı yargı ve yargılar içerisindeki en tesirli cümle aşağıdakilerden hangisi olabilir?"

A) Bu ve benzeri olay-lar yalnızca bizim ülkemizde yaşanmıyor

B) Kazada ölenlere Allah'tan rahmet, geridekilere esenlikler diliyorum

C) Bugün acı dolu bir olay yaşadık, hepimiz yastayız

D) Kaderin önüne hiç kimse geçemez, kaldı ki ölüm bu işin fıtratında var

E) İnsan doğar, yaşar ve ölür; var mı itirazı olan

Diyelim ki trafikte kanunların belirlediği kaidelere nizami saygı ile uyup yolunuza devam ederken karşı yönden hızını kontrol etme becerisini önemsemeyen ağır tonajlı bir araç size doğru geliyor. Öylesine çılgın bir hızla geliyor ki sağa sola kıpırdama imkanınız kalmıyor ve vahim olay yaşanıyor. Kazanın sonunda büyük vasıtayı kullananın kılına zeval gelmezken sizler hakkın rahmetine erişiyorsunuz! Kader mi şimdi bu? Başkalarının dikkatsizliği, sizin hayatınıza değer vermeyişi, var olan yasayı ayaklarının altına alıp çiğnemesinin bedelini ölü bedeninizle siz ödüyorsunuz. Bu işin kaderinde bu mu var? Beş kuruş maaşla taşeron firmaların elinde esir gibi çalışırken "çocuklarım aç kalmasın" diye bin bir emekle yoğrulurken gözü kaşı zift içinde göçenler; birilerinin konforlu dünyalarda güttüğü baldan tatlı yaşama karşı hayat borcunu canıyla ödemek zorunda mıydı? Bunun neresi fıtrattır, bunun neresinde kaderin parmağı olabilir? Fakat ülkemizde ne var ki birçok olumsuzluğun kamuflesi, yüzde doksanı hükümetlerin idaresindeki medya ile sağlanırken medyanın servis ettiği görüntülerde de liderlerin sloganvari söylemleri kahredici manzarayı kalın örtülerle kapatmaktadır..

Sloganları elbette ki kullanacağız, elbet bazı çıkışlarımızı kısa sözlerle eğreti yankılarla süsleyeceğiz; lakin gerçeğin mayasıyla oynamadan doğruyu haksız gerekçelerle çürütmeden. Sosyal medyada, çoğunluğu iktidarın hegemonyasındaki TV kanallarında salgın misali yayılan algı harekatında vicdanlı olmayı deneyeceğiz. Çarşambayı perşembe diye halka yutturmak ne kadar yanlışsa sosyal medyanın, TV'lerin, sözde milletini düşünen liderlerin "kader-kısmet" gibi sloganvari, karşı gelinemez incelikleri kötü emeller için kullanmasına alkış tutup balıklama dalmayacağız. Gördüğünüz gibi iplik gitgide düğümlenirken yaşadığımız çetrefilli duruma geçici sloganlarla "amenna" dememiz isteniyor. Oysa üzüntüsünü sindiremediğimiz taşlaşmış bu yıkımlar, geleceğimizin de belirsizleşmesinde baş aktöre soyunuyor. Sevgili üniversite sınavına hazırlanan, paragrafta yorum sorularına takılan gençler; yukarıdaki sorunun cevabı "D" şıkkıdır. Kader; her önüne gelenin kendi çizgisine göre yorumlayabileceği bir şey değildir. Bilhassa kaderin sloganvari değerlendirilmesi itikat düzenine aykırıdır..
....
Nereye gidiyor ülkemizin yarınları, masallarla mı uyutuluyoruz koca koca adamlar, bilmediğimiz mevsimlerin takvim yapraklarını mı biriktiriyoruz? Soruyor muyuz yanıt almak namına sualimizi? Bunca tarümar olmuş insan varken sokaklarda, şehit aileleri genellikle dağ köylerinin züğürt yaşantısından çıkarken milliyetçiliğin en yeğin yaşandığı bölge İç Anadolu bölgesi, binlerce Türk askerini eli kanlı teröre şehit vermişken yöneltiyor muyuz içinde "niçin"in yer aldığı bir cümleyi yönetimlere?

Bak, dinle beni ey TÜRK insanı! Ergenekon denilen alçak bir iftira ile yüzlerce namuslu, vatan sevdalısı subay içeri tıkılırken On Beş Temmuz darbesine zemin hazırlayan, hacı hoca ayağına yatan hainler çuval dolusu paraların içinde yüzüyordu. Bavul dolusu dövizin hırsız, utanmaz sahipleri ülkemizin merkezini bombalama eylemine kapalı kapılar arkasında kroki çizerken vatanperver, Atatürkçü subaylarımız haksızlığa uğradığı, psikolojisi darmadağın olduğu için intihar ediyordu. Bunlar kader değil, dayatmadır, insanın canına kıymaktır, sebep olmaktır..

İyiye mi gidiyor bu ülke? Neyi kaldı satılmamış? Açık açık anlatsana yediden yetmişe!

İşte dağların kasvete sürüklenmiş, inletilmiş hali. Irmakları, gölleri kurutulmuş; yosunsuzluğa mahkum edilmiş derelerin ahvali. Şahit oldunuz mu? Ben oldum. Elli altmış yılda yetişmesi zor ormanların buldozerlerle kepçe makinelerle kuyu kuyu bölünmesi, dinamitlenip dağıtılması, sarkıt kayaların kırka ayrılıp kopartılmasındaki hüzne denk geldiniz mi? Kökünden sökülmüş kara çamlar, yüz yıllık, yüz elli yıllık gürgen ağaçları dımdızlak bırakılmış kel tepelerde fosilleşene değin katranlaştırıldı, çürütüldü. Bir santral kuracak diye binlerce hektar ormanı Artvin'den Bartın'a kadar ben mi yok ettim? Ben mi kirlettim bu uçsuz bucaksız şehirleri beton yığınlarına teslim edip? Gökdelen mi karnımızı doyuracak, taştan köşeler, duvardan insan ilişkileri mi güzelleştirecek yüzümüzü söylesene?

Hani nerede yaylalar, on binlerce kuzunun melediği o meneviş çığlıklar, kıvırcık tüylüler, keçiler, koyunlar? Hani nerede on beş yaşındaki genç çocukların yaz tatillerinde onlarca ineği tek başına otlattığı meralar?
Arap zenginlerine ben mi sattım dağlarımızı, tepelerimizi? Ey bitmiş tükenmiş vefa, ülke yönetimi, sen değil misin yurttaşını tahılsız, çayırsız, bayırsız bırakan? Kışın donmamak uğruna tarla kenarında konuşlanan, gölge edip mahsüle zarar veren üç beş kızılağacı testereli motorla kesti diye aracı trafiğe yasaklanan, cezayı yiyen vatandaş donma tehlikesiyle baş başa kalırken sizlere hak mıdır saraylar, villalar için on binlerce çam ağacını kökünden sökmek, villalarda yanaklarınız pancar oluncaya değin ısınmak?

İşte sizin yurttaşınız! Dinlediniz mi derdini, hiç sızladı mı bağrınız? Biz Arap mıyız, Türk mü? Bir kez diyebildiniz mi? Kim idik de bu toprakların asli sahibi iken dışlanan biz olduk?

Ah ah yaylalar, şimdi beni nasıl gömer Maçka'nın yalnızlığı kendine, Coşandere'ye hangi ağıdı yakarım da duyar sesimi tepeler? Ah merhametini cellat çarkların dişlisine kaptıran, elmastan da değerli, incileri salkım salkım dağlar! Şerefine, haysiyetine aşık olduğum Kaçkar dağları, Zigana dağları; şimdi seni, tarihini sırtından bıçaklamış Araplar mı saracaktı? Karşı köylerinde, köyaltı yerleşmelerinde binlerce metrekare tapu ile bedeviler mi yuvalanacaktı? Sen haksızlığı, dejenere edilmeyi hak etmedin ki? Berbat bir gidişata yem olmak senin harcın değildi ki Karadeniz! Boydan boya kıyılarını poyrazın avuçladığı coğrafyam ah ah!

Ve Eren Bülbül'ün masmavi gözlerini kara toprağa düşüren, altın saçlarını ölümün tarağıyla tarayan ayrılığa Maçka kadar ağladınız mı? Megalo İdea'nın bekçileri kuduz nöbetine yatıp beklerken Batı kapılarından beslenip gelen lobi, yunanın kavi düşmanlığı günbegün artarken bir arapımız eksikti öyle ya?? Nedir bu arap sevdası, Türk'ün adını silip Türk'ten vergi alıp arapı bedavaya yatırdığınız bu bolluğu biz neden göremedik? Neden çarığını yiyen biz Türkler olduk? Yıllarca yurdun dışında zulme uğrayan, ecnebinin ettiği eziyete maruz kalan neden biziz, biz Türkler? Sonu gelmeyen ermeni tutkunuz, komşu yunan aşkınıza bir de arapı ekleyince sırtımız yere gelir mi bizim?!

Hafife aldığımız, sözde insancıl duruşun ebatıyla yardım elini uzattığımız; ama ucunun nereye vardığına akıl yormadığımız Türk'ü asimile etmeye kadar varan bu debelenmeler iyimserlikten payını alabilir mi?
Senin parti başında sırf bir deri koltuk için naralar attığın ülkede Türk'ün yok oluşu üzerine oyunlar oynanıyor ve sen hâla sözümona devleti düşünüyor da devletin yanında oluyorsun. Kime poz veriyorsun yıkılmayan dikliğe yorulan unvanınla? Altı oyulanların farkına varmadan üstü pembe düş kandırmacalarıyla şişirilen yalan cümbüşüne nasıl itibar edebiliyorsun? İttifaklar yapıyor, üstelik de Türkçülüğünden ödün vermesi mümkün olmayan bizler gibi vatanseverlere zillet, illet, nifak tohumları diyebiliyorsun? Kim olduğumuzu unutturanlarla değil ittifak kurman, Allah'ın selamını dahi alıp vermen bile hatayken senin bu yaptığın Türkçülük müdür, Türk'ün Türkiye'den silinmesi mi?

İyi düşün, karar ver! Türk nüfuzu(etkisi) giderse ne koltuk kalır ne vatan bilinci! Bir de devletini böyle düşünsen ölür müydün sayın bilge beyimiz!?

Engin Yeşilyurt
4 Aralık 2018

Related Posts

Leave Comments