Toplumsal değişimin sonucunda oluşan yeni duruma uygun örgütlenmede belirleyici olan kişiler ya da örgütler değil değerler olacaktır. Dolayısıyla yeni örgütlenme modelinde hiç kimse ya da kuruluş kutsal addedilerek bir zırha bürünmeyecektir. Kişi ya da kuruluşların vazgeçilmezliği tarihe karışacaktır. Bu süreçte değerler etrafında insanların özgürce kümelenmesi de gerçekleşmiş olacaktır.
Değerler; toplumu bir arada tutan, insanları birbiriyle kaynaştıran, onları bazı kurallara uymaya sevk eden ve aynı zamanda toplumsal ahenkliliği de sağlayan birleştirici faktörlerdir.
Değerler ile siyaset, sosyal ve kültürel hayata etik kuralları da gelmiş olacaktır. Değerler ile tasarlanan bu yeni paradigma da Makyavel'in ahlak anlayışı yerini Türk irfanına ve onun temeli olan Hoca Ahmet Yesevi anlayışına bırakacaktır.
Değerler de toplumlar gibi canlı ve dinamik özellik gösterir. Değerler yerli ve milli oldukları kadar evrensellik özelliğini de göstermektedirler. Türk kültürünün evrensel değerleri gibi. İnsanlığın bu son gelişmeler ışığında ihtiyaç duyduğu ve bizimde kültür dünyamızda yabancısı olmadığımız değerleri merkeze alarak yeni bir paradigma inşa edilecektir.
Yeni sürecin hâkim anlayışı; bireysel özgürlüklerin, katılımcılığın, şeffaflığın, hesap verebilirliğin esas alındığı, üretim- tüketim ve bölüşümün adil dağıtıldığı bir paradigma olacaktır.Atatürkçülüğün, Milliyetçiliğin, vatanseverliğin ve dini hassasiyetlerinin tam anlamıyla vücut bulacağı bir paradigma olacaktır.
Ülkemizde katılımcı demokrasinin gelişmesi ve Cumhuriyetle başlayan milletleşme sürecinin tekamül edebilmesi elzem hale gelmiştir. Türk milletinin bu gelişim sürecine paralel gelişmeyen ve kültürel gecikmeye uğramış toplumsal çevreleri ve sosyal dilimleri bu sürece katmanın yolu da şeffaflık ve katılımcılık değerleriyle mümkün olacaktır.
Bu bağlamda ülkemizde demokratik kültür önündeki engeller olan cemaat, tarikat ve aşiret olgularını kültürel gecikme kavramıyla ancak açıklayabiliriz. Toplumsal değişmeye direnen bu yapılar bireyin özgürleşmesinin ve vatandaşlık kültürünü kazanmasının önündeki en büyük engeldirler. Zira siyasi partilerimiz, sivil toplum örgütlerimiz maalesef teşkilatlanma modelleri ve zihniyetleri bakımından saydığımız bu yapılardan çokta farklı değildirler.
Bir düşünün; bir siyasi partimizin kırmızı çizgisi lidere sadakat şereftir. Bir başka partimiz lidere biat İslam'ın hükümlerindendir. Yine bir başka partimiz Öcalan bizim irademizdir Diyor. Bireylerin yığınlaştığı, yok hükmünde sayıldığı siyaset alanı ile şeyhe, aşiret liderine, cemaat 'in başındaki zatta biati esas alan sosyal alanın yığınlaştığı bir toplumsal yapıdan ne bekleyebiliriz?
Oysa grupları, toplumları bir arada tutan böylesi ilkel inançlar değil özgürleşmiş bireylerden oluşan topluluklar olduğunu gelişen batı medeniyetinden ve Gazi Mustafa Kemal'in hedeflediği milletleşme sürecinden anlayabiliyoruz. Uhrevileştirilmiş kişiler ve onların akıl ve bilim ile açıklanamayan öğretilerinden insanları kurtararak bu yeni anlayışa bir süreç içinde monte edilecektir.
Örgütlenmede ilgili örgütün kuruluş amacı ve felsefesi esas alınacaktır. Yeni örgütlenme modelinde efsanevi kişilikler, kaynağı beli olmayan korku ütopyaları değil gerçeklik üzerine bina edilmiş değerler, demokrat liderler ve var olan olguların çözümünde akıl ve bilimin verileri esas alınacaktır.
Aynı dünya görüşüne sahip ya da ortak paydalarda buluşan kitleler sosyal, siyasal ve mesleki örgütlenmelerini bağımsız olarak gerçekleştireceklerdir. Her grup, ifade edilen evrensel değerlerle bu yapılar kurulacaktır..
Siyaset alanında kendilerine yakın olan siyasi partiyle karşılıklı uzlaşmayla destek verecekleri gibi siyasi yapılar için birer baskı grubu olacaklardır. Zira onları bir araya getiren siyasal güç değil ortak değerlere olan inanç olacaktır. Bu iş birliktelikleri dikte yoluyla değil demokratik teamüllerle ve tabandan tavana yansıyacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, sivil toplum örgütlerinin iradelerini siyasi partilere kaptırarak onların yan kuruluşu haline gelme hastalığına kapılmaması yani iradelerini siyasilere vermeyecektir.
Temellendirmeye çalıştığımız bu yeni paradigma her şeyden önce bir zihni devrimi esas almaktadır. Zira zihni devrimler, toplumların büyük kaos yaşadıkları, adeta dip yaptıkları dönemde ortaya çıkarlar. Bu süreci Türk aydınlanmasına çevirmek ve Türk milletinin beklenen büyük çıkışı yapmasını da bu kriz fırsata dönüştürülecektir.