Genelde Türk milliyetçileri özelde ülkücüler, Türk milletinin refah seviyesi bakımından en şansız evlatlarıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne o damardan gelen vatan evlatları karşılık beklemeksizin ulvi değerler uğruna kendini adayan sosyal, ekonomik ve kültürel yönden en zayıf bir sosyal çevre olmanın ötesine bir türlü geçemediler. Buna rağmen savundukları değerlerin kutsallığını bir an bile tartışma ihtiyacını dahi duymadılar.
Ancak onların karşılıksız bu değerlere kendilerini adamaları sürekli birileri tarafından istismar konusu yapıldı. Bazen derin yapıların bazen de bu yapıların izdüşümlerinin kurbanı oldular. Oysa onların kendilerini adadıkları sadece Türk milletinin menfaatleri ve kutlu yürüyüşüydü. Üniversiteli bir hareket olan ülkücüler geçen süre içinde iktidara gelemediği gibi ülkücü statülerinden dolayı bürokraside, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatta baskı ile karşılaştılar, bu alanlarda ekarte edilmeye çalışıldılar. Ülkücü olmak maalesef her dönemde ve her iktidar devrinde ateşten gömleğe dönüştü.
Bu hareket hangi şartlar altında bugünlere geldi sorusuna cevap vermeden bugünü anlamamız de mümkün değildir. O muhteşem maziye baktığımızda; ülkü ocaklarının kiralarını okul harçlıklarıyla ödeyen, yemek parasını günlük gazetesine ayıran bir nesil, cezaevlerine düşen arkadaşları ve ailelerine kol-kanat germeye çalışan ahlaki bir fazilet, yurdun herhangi bir yerindeki dava arkadaşının sıkıntısını içinden hisseden muazzam bir vicdan görürüz. Parti çalışmaları için kendi aralarında para toplayan seçkin bir topluluk, kendi bölgesinde herhangi bir problem varsa çözümünde liderlik eden bir anlayış, ülkesi hakkında bir söz söylenecekse, eylemde bulunulacaksa bütün dikkatlerin üzerine çekildiği bir teşkilat ve bunun yanı sıra bütün ülkücülerin birbirinden de haberdar olduğu kolektif bir dayanışma ruhu… Tarihimizi öğrenmek isteyenlere bunlar sadece birkaç küçük örnektir. Bizler böyle bir ocağın kültüründen yetişerek, o sorumlulukları alarak, o şuuru kazanarak bugünlere geldik.
Şehit veren, gazi veren, sürgün yaşayan, suçsuz yere ceza alan velhasıl öz yurdunda garip öz vatanında parya yaşayan bir nesil olarak varlığını sürdürmeye çalıştı. Böylesi bir neslin hikayesini yazmak gerçekten çok zor. Hüzün, acılar ıstıraplar, şehit düşerken cebinde 35 kuruş parası olanlar daha neler neler….
Ülkücülerin MHP ile imtihanı ise ülkücülüğü MHP'ye hapsetme gibi aklın bilimin düşünce sistemlerinin kabul edemeyeceği arkaik bir hale dönüştü. Ülkücülüğün ve Türk Milliyetçiliğinin temel parametresi Sayın Bahçeliğe kayıtsız şartsız itaat etmeye dönüştü. MHP'de artık milliyetçilik Sayın Bahçeli seviciliğine dönüştü. İktidar olma derdi olmayan bu parti ve lideri sadece bürokraside ki ülkücülerin harcanmasına katkı sunabildi. Muhalif bir partinin mensubuysanız ve iktidar olma gibi bir derdiniz yoksa sadece kamikazelik yapmakla görevlisiniz demektir. Ülkücülerin MHP içindeki görevi artık bu olmuştu.
Sadece ülkücüler değil evlatları, torunları da bu statüden dolayı bütün mekanizmalardan tasfiye ediliyor, horlanıyor bütün kitle iletişim araçlarında liboşlar baş tacı yapılırken vatan uğrunda can vermeyi şeref gören bu nesil kaderine razı olarak "vatan sağ olsun "diyordu.
Oysa Cumhuriyet kuran onu var eden düşünce sistemi Türk milliyetçiliğiydi.
Peki, nerede hatalar yapılıyor sorusunu bir türlü sorup iç muhakeme yapma, kendileriyle yüzleşme yönüne giremediler ya da birileri girmelerini istemedi. Ülkücü okumuyor, araştırmıyor toplumda dikey girişkenlik noktasında çaba sarf etmiyor. Basın-yayında adeta yok, kültür ve sanat dünyasından kopmuş, yeni romanların, denemeleri yazılmadığı fikir dünyası kıraçlaşmış bir ekol hareketine dönüşmüştür.
Oysa üniversiteli hareket olarak ortaya çıkmıştı…
Ülkücülük; düşünmeyen, sorgulamayan ve sadece parti militanlığına dönüşen bir anlayış girdabına hızla giriyordu. Bu anlayış birçok hastalığı da beraberinde getirdi. Komitacılık, birbirini çekememe, dava arkadaşının önünü kesme, içinde bulunduğu yapıyı basit hesaplarına kurban eden bir marazi ruh yapısına dönüştü. Ülkücülük hukuku, bir zamanlar kardeşlikten ötedir diyorduk. Nerde kaldı o kardeşlik hukuku?
Ülkücülerin önündeki en büyük engel muarızları değildir Önlerindeki en büyük engel kendi hastalıklarıdır. Ülkücünün ülkücüye saldırısına şahit olmak artık karanın göründüğünü ifade etmiyor mu? Kimse bu tür durumlara başka mazeretler arayıp küçük hesaplarla bahaneler bulmasın!
5 milyon oy alan İYİ PARTİ ve onu destekleyen "Yeniçağ gazetesinin tirajı hala 50 binlerde ise bunun adı samimiyetsizliktir. Haydi Ortadoğu gazetesini de buna ekleyelim tirajı 5 bindir. Önce samimiyet, dürüstlük ve inanmışlık gerekmiyor mu?
"Başkan, reis" gibi içi boş statüler ile bu kutsal davanın içini boşalttık. Mutlu muyuz?
Gelecekle ilgili projeleri konuşacağımıza birilerinin adamı olmayı şeref gören bir hastalığın sahibi olmayı şeref görecek kadar kendimizi bitirdik.
İYİ PARTİ ile başlayan bu yeni hikayemizde geçmişten ders alarak kollektif düşünüş ile bu hastalıklardan kurtularak geleceğin Türkiye'sini yeniden temellendirme fırsatı ile karşı karşıyayız. Bizleri birileri değil bizim hastalıklarımız engelliyor. "Ben"imizi merkeze alırsak sadece kendimizi değil davamıza da en büyük zararı vermiş oluruz. Oysa davamızın temel parametrelerini temel ilkelerimiz olarak görüp ona göre davranabilirsek hem bizler hem davamız olan Türk milletini de bu girdaptan kurtarmış oluruz vesselam.