By Yahya HOÇUR on Salı, 07 Nisan 2020
Category: Siyaset

ÜTÜ

Efendim istisnalar elbette kaideyi bozmaz.
Fakat bizim bazı dava arkadaşları, yıllar yılı o siyah ceketlerin ve kösele ayakkabıların içinde mahvoldular.

Hele hele son bir aydır yaşadığımız coronavirus, nam-ı diğer Covid-19 sebebiyle eve kapanmak bütün kimyalarını bozdu.

E zor tabi, köşedeki büfeden bir paket sigara almak için bile Roma'nın fethine gider gibi siyah takımlı koloni halinde ve sert bakışlarla etrafı süzerek giderken el ile tutulmaz, göz ile görülmez bir virüs tarafından eve tıkılmak.

Sabah erken kalkıp takım elbiseyi giydikten sonra elde tesbih, odadan-salona, salondan- mutfağa volta atanlar mı dersiniz, çoluk çocuğu annesine karşı doldurup karısına dövdürülecek "eski dava arkadaşı" muamelesi yapan mı dersiniz, sosyal medyada canını sıkana atar sıkan mı dersiniz…

Bir gerginlik, bir stres, bir asık surat…

Her an koptu kopacak bir bam teli…

Aynada kendi suretine bile, "şimdi yumruğu ağzının ortasına oturturum ha!" bakışı…

***

Yahu kardeşim bu gerginlik niye?

Yoksa biz, ölümlerle bile eğlenen tunç yürekli Türkler değil miyiz?

Yıllardır söylüyorum, yahu biraz rahat olun, ara-sıra da olsa bir tişört falan giyin, kazak giyin. Ayaklar da çok önemli, rahat bir spor ayakkabı filan giyin kardeşim. Ayakkabı rahatsız edince insan sinir yükleniyor. Vaktiyle çok matah bir şey sandığım kösele kunduradan çok çektim bilirim…

Yalnız parmak arası terliğe ben de karşıyım, sınırı aşmamak lazım…

***

Sevgili dostlar, o ceketin içindeki bu resmî gerginliğiniz hem sizi yiyip bitiriyor hem biz eski dostlarınızı. Kabul edin artık, hiçbiriniz Orhan Gencebay değilsiniz…

Bu arada hatırlatayım, eskiyiz ama eskimedik, pörsümedik…

Ceket eskiyince çıkarılıp yenisiyle değiştirilir ama eski dost hiçbir şeyle değiştirilmez…

Anlayacağınız bir tokat için sarımsak tarlasını satmayan neslin son sürümlerindeniz…

Rahat olun...

***

Bakın ben size bir şey anlatayım…

Şöyle koltuğa oturup arkanıza yaslanın, eşinize çocuğunuza onların sahibi gibi değil, arkadaş gibi sarılın.

Günlerden Pazar günüydü. Ama herhangi bir Pazar değildi. Alışık olmadığım, bilmediğim, yaşamadığım bir Pazar günüydü.

Yaşadım…

***

Her zaman olduğu gibi yine sabah ezanla beraber kalkıp namazı eda ettikten sonra, bugün ne yapsam diye düşünürken baktım, yaşımı oluşturan rakamları toplayınca 5+1=6 oluyor ve Hükümetin yirmi yaş yasağına takılıyor.

Rakamları tekrar tekrar ele alıp sağdan topladım, soldan böldüm ama debcet hesabı gibi sonucu 40 yapamadım.

Okul yıllarında da matematiğim düşüktü, öğretmenler iyi halden bir-iki puan yukarı itelerdi hep. Bilge kişi değilim nihayetinde…

Yaptığım debcet hesaplarının sonucu, bilgelik kriterlerine uysa da uymasa da, "Bu gün evde kalıyorum Türkiye'm" dedim kendi kendime…

***

Mutfağa gidip kahvaltıyı hazırladım, baktım her şey tamam gibi ama bir eksik var. Çok düşündüm ama sonunda neyin eksik olduğunu buldum: "Kuş sütü!"

Hemen Alp'in odasına koşup Maviş'e sordum. Alp, tahmin ettiğiniz üzere oğlum olur. Maviş ise, zindan hayatı yaşadığı evdeki kafesinden bir 12 Eylül günü arıklamış bir halde adeta son nefesini vermek üzereyken balkon kapımızdan girip demokrat bir Türk Milliyetçisi olan ailemize sığınan muhabbet kuşu. Geldiği günden itibaren eşim, petsop-veteriner arasında defalarca mekik dokuyarak onu hayata döndürmeyi başardı.

Geldiğinde insan görünce korkudan tir tir titreyen maviş, zaman içinde öyle alıştı ki, peşimizden ayrılmıyor. Mahallemizin emektar petsopçusu ve bu işlerden anlayan kuş sever arkadaşların anlattığına göre, bizden önceki evinde mutlaka hırçın çocuklar varmış ve çok kötü davranıp ağır travmalar yaşatmışlar.

Kafes, yem, ilaç, rehabilitasyon(iyileştirme) vs masrafları hatırı sayılır bir rakam tuttu. Barış Muslu'nun videolarından bile destek aldık. Renginden dolayı maviş ismini koyduk ve o gün bugündür üçüncü evladımız gibi. Çoğunlukla ve özellikle benim üzerime pisliyor. Evlatlar icraat yapar, babalar arkasından işi kitabına uydurur, maviş ile benim ilişkim de öyle…

***

Maviş'e kuş sütünü nereden bulacağımı sordum. Çünkü işi erbabına sormak lazım, kuş dururken ineğe sorulmaz. Meselâ fırıncıdan ilaç tavsiyesi, eczacıdan kısır tarifi istenmez. Gerçi fırıncı çok mutlu olur ve "ilaç benim işim değil, ben ekmeğin en lezzetli ve sağlıklısını pişiririm git ilacını eczacıya sor" demek yerine fi tarihinde dedesine iyi gelen nasır ilacını senin gaz sıkıntın için önerebilir.

İş yerinde patron, benim uzmanlık alanıma giren bir işi bu konuda eğitimi, bilgisi ve tecrübesi olmayan birine, benimle hiç ilgisi olmayan ve oldukça basit bir meseleyi bana sorduğunda nasıl ifrit oluyorsam, eczacı da kendisine böyle aşağılarcasına muamele yapılmasına ifrit olup, ağrı kesici yerine müshili dayayarak klozete yapıştırır adamı…

Neyse…

***

Maviş, "Kuşların sütü olmaz baba" dedi. "Bir kuş sütü eksik" tabirinin her şeyin tam, davulun tokmağın denk olduğu anlamında kullanıldığını söyledi.

Rahatladım…

Rahatlığımda ruhuma dar gelmeye başlayan o takım elbiseyi çok önceden çıkarmış olmanın etkisi yadsınamaz.

Mavişle beraber beş kişi olan ailemize kendi ellerimle Pazar kahvaltısı hazırlamanın coşkusu da bir başka güzel tabi…

Güzel oldu be, çoluk-çocuk, hanım filan özlemişiz birbirimizi…

***

Şimdi bazılarınızın homurtularını duyuyor gibiyim.

Yok, efendim bu nasıl ülkücülükmüş, böyle reislik mi olurmuş? Bütün karizma, "skıp add" olmuş. Böyle bir adama vaktiyle nasıl saygı gösterip reis muamelesi yapmışlar falan feşmekan…

Dostlar, önce şunu hatırlatayım, benim hiç reislik takıntım olmadı, yapmadım da. İsminin önüne koyacak titri olmadığı için siyasi tercihini yazarak bir yerlere tutunmaya çalışanlardan olmadım. Bulunduğum ortamlarda, yaşadığım hikâyelerde hiç jön olmadım, jönlüğü kabul etmedim. Hiçbir hikâyemde Cüneyt Arkın olmaya özenmedim. Çünkü her zaman fikir veren, çıkış yolu gösteren, ortalığa sıçan evladın arkasını toplayan babacan adamın ta kendisiyimdir. Ben hep Kadir Savun olmayı tercih ettim…

Başkasının kalesine saldıran Messi yerine kendi kalesini korumak için ter akıtan Şenol Güneş olmayı tercih ettim…

Metrekareye bilmem kaç bin reisin düştüğü güzel ülkemizde, zamanın ruhu, ne kadar doğru yaptığımı reisliğin son merhalede düştüğü durum üzerinden hepimize gösterdi…

Ben hâlâ içine alınmadığım kalenin bayrağı düşmesin diye savunmadayım…

Şu an da yeryüzünde bir reis varsa bilin ki, corona'dır…

Çekik gözlü şerefsiz, hallaç pamuğu gibi attı insanoğlunu…

***

Konuya geri dönersek sevgili Nejdet başkanın tabiriyle, "Ev işlerinde hanıma yardım etmek; Ülkücü bir tavırdır".

Nejdet başkana katılıyor ve ekliyorum, "En büyük Ülkücü, ütüyü eşine bırakmayandır. Bulaşığı itina ile yıkayıp iyice kuruladıktan sonra tereğe dizmek, ülkücünün şanındandır."

Hadi tamam, cam silmeyin, toz almayın, halı çırpmayın fakat evin içinde boş boş volta atıp Polat Alemdar ruhu hortlatmanın yerine ağır koltuk ve dolapları sağa-sola çekerek eşinizin toz almasına yardımcı olun…

***

Meselâ ütü, hanımların en sevmediği iştir ve onlara işkence gibi gelir. Onları bu işkenceden kurtarın. Kendimden biliyorum, aslında ütü işi keyiflidir. Tam yirmi iki sene oldu o iş bende, hatta ortaokul yıllarımdan beri ütü işi hep benim tekelimde olmuştur.

Önce biraz zor oluyor tabi, ya gömleği yakarsam diye korkuyorsun, elin titriyor. Hani düşmana ilk kurşunu sıkarken gibi bir duygu; ikincide alışıyorsun, üçüncüde zevk almaya başlıyorsun…

Yani yaktığın ilk gömlekten sonra bütün cesaretin yerine geliyor, paçalarından adrenalin fışkırıyor…

Ve zamanla tam inanmış bir tarikat mensubu veya bir madde bağımlısı gibi haftalık ütü ritüeli yapacağın saati iple çekiyorsun…

Unutmadan bir tüyo vereyim. Ütüye başlarken en önemli ve "ölümüne" dikkat etmeniz gereken husus; ilk yaktığın gömlek asla eşinizin gömleği olmamalı. Buna çok dikkat edin ve mutlaka kendi gömleğinizden başlayın. Eşiniz, "Beni ikinci plana atıp önce kendi gömleğini ütülüyorsun" şeklinde tripler atabilir. Bu tam bir tuzaktır, sakın düşmeyin…

Sizin gömleğiniz yansın, onun ki asla. Bakın yukarıda "ölümüne" dedim, bilmem anlatabiliyor muyum?

Bu arada ütü coronavirüs'e de iyi gelir. Eğer bir yerden bulaşmışsa, ütüyü gömleğe her bastığınızda ve sıcak buharı dayadığınızda bu çekik gözlü insanlık düşmanını yakıp eritirsiniz...

***

Haydi, dostlar!

Çıkartın şu takım elbiseyi, bırakın bir boncuğu eksik tespihi.

Hepinizi iyi tanıyor ve biliyorum, ütü en kolayı; isteseniz hamur yoğurup ekmek bile pişirebilirsiniz…

Hayda bre! Bıçak kuşanalım, en azından patatesi ve soğanı doğrayalım…

Ben de çiğ köfte yapacağım…

Haydi, Coronalı günleri eğlenceye çevirelim…


07.04.2020

Related Posts

Leave Comments