(Diyarbakırlı Anneyim Ben)
Bu yazı bir önceki "Yeni Parti Kurulmuş" başlıklı yazımızın devamıdır. Bütünlük açısından bir önceki yazının okunmasını salık veririm.
...
Sayın Efendim ile Memduh Bey, miting alanında yan yana pozisyon alıp yurttaşa seslenen iki muhalif partinin yalanlarla dolu vaatlerinden rahatsızlık duysalar da mitinge katılım sayısının yavaş yavaş arttığını görünce pürdikkat dinlemeye devam ettiler.
Başkasını Kazandırırız Partisi'nin(BKP) lideri Seyfullah Aşağıyukarı Bey; evvela terör olaylarına değindi, sırasıyla şunları söyledi:
1) Kökü kazınacak!
2) Mağaralarına bomba yağacak!
3) Kaçacak delik arayacak, bulamayacaklar!
4) Analar ağlamayacak, babalar, zoraki dik durup "vatan sağ olsun" demek zorunda kalmayacak!
5) Köyler, kasabalar, beldeler, köyaltı yerleşmeleri, dağ köyleri artık müteessir olmasın, tek şehit vermeyecek, terör denilen küresel yılanın kuyruğunu kesecek, başını kuyruksuz bırakacağız! Herkes yılanın başını ezelim diyor, oysa biz baştan önce kuyruğunu kesiyoruz. Kuyruksuz yılan pusulasız kaptan gibidir, yönünü şaşırır. Süzülen yılanın temkinli ilerlemesinde büyük katkısı olan kuyruk faktörünü yabana atmayınız. Kafayı yönlendiren kuyruktur! Biz terörün kökünü kazımak için yılanın kuyruğunu kesmenin vazgeçilmez ataklardan birisi olduğunu siz, sevgili kardeşlerime buradan bir kez daha duyurmak istiyorum. Bu kuyruk kesilecek, terörün aklı şaşacak, törer illeti demansa kapılmış bellek misali kararsızlık ve unutkanlık içinde tarihin kara çukurlarına gömülmüş olacak!
Hava sıcaklığının normallerin üstünde seyretmesiyle miting alanındakilerin boncuk boncuk ter döküşü ve BKP liderinin boğazını temizlemek için en yakınındaki korumaya "git su getir" deyişi gözlerden kaçmamıştı. Birkaç dakika önce kürsünün üzerinde henüz açılmamış hâlde duran, mikrofonun hemen yanındaki plastik şişedeki suyu anneleri yanında havalara zıplayan çocuklardan birisi alıp içmişti.
Kalabalık gitgide çoğalmış, zirvelerin bağrında konumlanan dağ köylerinden bıyığı yeni terleyen, askere gitmek üzere genç çocukların "vatan sana canım feda" nidaları her geçen dakika biraz daha yakından duyulmuştu. Gençlerin kalabalığa eklenmesiyle BKP liderinin attığı "vatan millet Sakarya" naraları iki katına yükselmiş, miting alanında yoğun duygusal anlar yaşanmıştı.
Diyarbakırlı anneler gelmişti miting alanına. BKP lideri, bakışları mahzun bir anneyi kürsüye davet etmiş, "gel sevgili anneciğim, anlat bizlere derdini" demiş, Diyarbakırlı annenin kürsüye çıkması, derdini anlatmasına vesile olmuştu.
Yıllar önce PKK saflarında yürürken mayına basıp ölen büyük oğlunun cesedini arayıp bulamamış, üzerinden seneler geçmesine rağmen travması, intizarı, figânından kurtulamamış bir anneydi bu anne. Elindeki mikrofona yüzündeki kasvetin izleriyle konuşmuş, PKK kamplarından kaçmayı denerken omzundan vurulup yerlere düşen ortanca oğlunun ölümünü anlatmıştı. Oğlunu koca dağlarda yitirmiş, teröre kurban vermiş çâresiz, Ay Yıldızlı bayrak sevdalısı, vatan tutkunu Kürt anneler, Mehmet şehit düştüğünde, Mehmetçik'in içinden bir yiğit toprağa verildiğinde hüngür hüngür ağlayan, feryat eden, dağ köylerine, ıssız kayalıklara koşan, terörün harcadığı evladına, ciğerine yanan, yüreği parçalanan anneler, 15 yaşındaki can parçasının gerilla savaşlarına katıldığına içten içe haykıran, kim olduğu bilinmeyen yabanıl güçlere isyan eden, hıçkıran anneler geldi miting alanına, ellerinde posterler Diyarbakırlı anneler...
Bu büyük sızı ne zaman bitecek, ne zaman kazınacak terörün kökü? Ey yüce yaradan! Sen devletimize zeval verme, terör yüzünden kaybettiğim ikinci oğlumdan sonra teröristler tarafından kaçırılan ya da kanına girilen, dağlara gitmeye istekli hâle getirilen, giden, kendisinden haber alınamayan sonuncu, en küçük oğlumu bağışla bana, gelsin, sıcacık yatağında, huzurla uyusun! Hey kerpiçten hüznümüzün pencerelerine konan Diyarbakır'ın beyaz güvercinleri, böğrümüzün parçalanmış kimsesizliğini duyun; daracık odalarda, gün yüzü görmemiş talihimizin yasını duyun, duyun da oğlumu getirin bana...
Oğlum Türkiye aşığıydı, kandırıp dağa götürdüler, özgürlük, kurtuluş vadettiler. Neyin özgürlüğüdür anlamadık; ev içinde ev mi olur? Lise sıralarında girdiler kanına, evimize Apo posterleri getirmeye, eliyle bölücü işaretleri yapmaya, her geçen gün artan dozda bölücülük şarkıları dinlemeye başladı; dinden, imandan, Allah'tan soğudu evladım. Değişti ansızın, bağırıp çağırıp acayip sözler etmeyi güçlülük zannetti; küfretti, öfkeye büründü, "hepinizi öldürürüm, yoldaşların yoluna can kurban" dedi.
"Kimdir oğlum dedim bu yoldaşlar, kim kim?"
"Senin, benim, hepimizin savaşçıları; Kürdistan'ın emekçileri" dedi.
Bu neyin kafa yapısıdır, neyin emekçiliği? Resmen yıkadılar beynini yıkadılar ve bir sabah beyimle(kocamla) uykudayken çekip gitti, yazılı bir not kağıdı bıraktı mutfak masasının üzerinde; okumam yazmam olmadığından beyim okudu kağıtta yazanları.
"Ben gidiyorum daye! Yoldaşlar bizi bekler, ölürsem şehit namırın(şehitler ölmez) desinler arkamdan" dedi.
Sonra da PKK'ya ağıt niteliği taşıyan, "Le Daye Ez Gerilla me" (Anne ben gerilla oldum) isimli bir şarkının nakarat bölümünü iliştirmiş notuna, babası "iyi mok yedin" demiş...
Diyarbakırlı annenin gözyaşlarına karşılık yalancıktan hüzünlenen BKP lideri, tekrar almış eline mikrofonu; "hey kardeşlerim, hemşehrilerim, gönüldaşlarım; bizler tam da bunun üzerinde duruyor, terörün kökünü kazıyacağımızın sözünü veriyoruz" demiş. Kürsünün altında, elinde kocaman bir poster, posterde oğlunun fotoğrafıyla söz almak istediğini söyleyen bir diğer anne de kadrajına girmiş BKP liderinin. Gel deyip onu da davet etmiş kürsüye.
Almış eline mikrofonu, herkesi selâmlayıp "ben anneyim, birçoğunuz gibi, belki bütün bekâr kızların ileride tadacağı duygunun sahibiyim" diyerek başlamış konuşmaya. Şu gördüğünüz fotoğraftaki çocuğu ağabeyleri onca zaman uyarmasına rağmen, Kürdistan kuracağız diyen bir grup PKK'lı kaçırdı, oğlumu öldürüp kayalıklardan aşağı attılar, TC askeri yaptı deyip ikinci oğlumu zorla götürmek istediler. Gider mi Bedo'm, gitmez, çünkü Bedo'm Atatürk milliyetçisidir, hele hele Feyzo'm, tipik bir Türk milliyetçisidir, lâl eder teröristin dilini! Küçüğünü kandırdılar, devlet kuracaksın dediler, küçük oğlum, yavrum Cemo'm, 16'sında PKK'nın zulmüne uğradı, Cilo Dağları'nın tepesinden attılar, 3500 metre yuvarlandı, unufak oldu bedeni, getirdi kapının önüne attılar bir gece yarısı, Faşist TC'nin askerleri yaptı dediler. Oğlumun cebinde bir lirası yoktu, üç öğün yerine bazen iki öğün yerdik, adamımın(kocamın demek istiyor) kemeri kısıla kısıla neredeyse bitti, isyan etmedik, sevgimizden vazgeçmedik, Cemo'm da öyleydi, sonradan narkozladılar çocuğumu, cebinde bir lirası olmayan çocuk, devlet kuracak öyle ya, inandık öyle ya! Ah Cemo'm, devlet kurmak kim sen kim dedim, tabii öldükten, oğlumu toprağa verdikten sonra. Yaşamadan öldü, terörün pençesinden kurtulamadı, ah Cemo'm, kimin ahını almıştık da bunlar başımıza geldi, ah yavrum ah!
...
Miting sonlanmak üzereydi, her iki muhalif parti liderinin taşra programının sonuna gelirken Sayın Efendim; Memduh Bey'in omzuna dokunarak "ne düşünüyorsun bu konuda" der demez "derhal çocuklara haber sal, iyice baksınlar etrafa, kapı çalsın, en acıklı hikâyeye sahip şehit annelerimizden birkaçını davet etsinler mitingimize" emrini verdi.
Söz, Memduh Bey'de:
Sayın Efendim'in yolundan giden, Diyarbakır'da doğup lise son sıralarına değin o bölgenin kültürü, dilini öğrenen Türkiye ve Türkçe sevdalısı Kürt kimliği ile konuştu Memduh Bey:
Ne var ki efendim, öyküler, şiirler, şarkılar vasıtasıyla ajitasyonun sanatsal yönünü de kullanan PKK terör örgütü. Masum çocukları allayıp pullayıp akıllarını çelip işsizlikle korkutup sözümona gelecek garantisi verip gerek baskıyla tehditle silah zoruyla gerek de kanlarına girip dağdaki akademik eğitim sonrası ideolojik, Marksist, Leninist çizgi üzerinden kendilerine benzeterek azılı bir Türk düşmanı hâline getirdiler birçoğunu. Ne yazık ki bazı ailelerdeki gençler; annesi, babasından, yer yer de sosyal devletten göremediği desteği kanlı örgütün sözde pamuksu ellerinden görüp ya dağda ölüyor ya da canlı bomba olup kendilerini patlatabiliyorlar. İyi bakan, olayların arkasını, önünü görebilenler PKK'nın stratejisindeki iki önemli zıtlığın altını çizebilirler.
1) Şehit Namırın inancı (Şehitler Ölmez)
2) Marksist-Leninist düşüncenin maddeyi ve dünyevi değerleri kahramanlaştırıp kutsallaştırabilme durumu.
Malumunuz, şehit ve şehitlik; İslam'ın pergelinde kıymeti olan, ahireti baz alan inanç ve kutsiyet değerleridir. Marksist-Leninist düşüncede dünyevi değerlerin gerçekliği, kutsallığı mümkünken şehitlik ne alaka? Zıtlık burada başlıyor. İkinci âleme inancı olmayan bir düşüncenin şehit ve şehitlik inancı da olamaz. PKK burada çuvallıyor. Esasında PKK'yı idare eden başlar bunun bilincinde, sırf kutsallık addedilsin, PKK'nın ölüsüne saygı duyulsun diye bir nevi misilleme görevi üstlenilmiştir; lâkin sonuç itibarıyla ortada müthiş bir çelişki mevcuttur.
Bir diğer önemli noktamız, Abdullah Öcalan ve PKK kadrosunun ileri gelenlerince ölüm kavramı bu dünyaya ait bir kavram olarak kabul edilmekte, kavram olmaktan çıkartılırken de ölüme kutsallık atfedilmektedir. Öyle ki ölümün tanrılaştırılmakla eşdeğer bir ödül mekanizması geliştirebileceğinin inancı PKK saflarına katılan gençlere aktarılmakta, önemlileştirilen dünyevi ölüm olgusu adeta taze beyinlere aşılanmaktadır. Kendini patlatan, bombalı eylemlere katılan bir PKKlı; dünyevi ölüm sayesinde ödüllendirileceği, yani arkada kalan PKKlılarca kahraman ilan edileceğine duyduğu inancın kurbanı olmaktadır. Eğer ölüm salt yok olmak mealiyle bir PKKlıya anlatılmış olsaydı belki tercih edilmesi mümkün olmayacaktı. Yok oldun, gittin! Hani nerde kıymeti ölümün, yani senin ölümünün? Manevi kıymete haiz, yeni bir başlangıç temelli ölümü değersizleştirip fiziki ölümün değerlenmesini sağlıyorlar. İnsanın yapısı değersizleşen hiçbir şeyin peşinden gitmez, değeri olmalı ki cazibesi, albenisi olsun. Abdullah Öcalan ve dağın ileri gelen kadrosu tarafından ölüm gerçeği; adım adım PKK'nın ideallerini süsleyen, hürriyet aşkını kotaran bir mana ile saflarına kattıklarının, katmak istediklerinin fikirleri ve ruhuna işlenmektedir. Böylece canlı bomba sevdalısı tipleri rahatlıkla patlatıp günahsız insanların, polisimiz ve askerimizin canına kıyabiliyorlar. Ölüme giden teröristin ölüme duyduğu sevdayı, yaşayan PKKlılar "şehit namırın" maskesiyle yâd edip akıl yıkama işlemlerine devam ediyorlar.
_Yani Memduh Bey, pisi pisine ölüyorlar, öyle ya!
_Tereddütsüz efendim! Pisi pisine, körü körüne ölüp gidiyorlar. PKK yıllar yılı her seferinde, çoğunlukla sefaleti, yoksulluğu; buna bağlı olarak öfkeli, yarınsız, umutsuz, eğitimsiz, belgesiz gençleri ölüm gerçeğinin dünyevi kutsallığına inandırıp yok ediyor. Zenginin çocuğunu dağda elinde keleşle ve şehirde canlı bomba edilip ölüme koşarken göremezsiniz, gördünüz mü bugüne değin? Eğer görürseniz anlayın ki stratejik çizgide değişikliğe gidiliyor, iş daha ciddi boyutlardadır. PKK'nın 37 yıllık kanlı tarihinde görülmemiş bir örnektir bu, görülmemeyi sürdüreceğini düşünüyorum.
Sözümüzü neden buralara kadar taşıdık, onu da söyleyelim efendim. İktidara gelmek isteyen partilerin elzem vaatlerinden birisinin de terörün kökünü kazımak olduğu, her seçim evvelinde veya hükümetin kurulduğu ilk yıllarda çokça duyulmuştur; oysa değişen bir şey yok. PKK terör örgütü, gençleri kandırıp ölmelerine neden olurken Türk askeri de şehit olmaya devam ediyor. Buradaki esas sorun; siyasi partiler ve liderlerinin arkasında duramayacakları ya da tek başına siyasi olarak üstesinden gelemeyecekleri terör gibi çetin konularda yaralı, yorgun seçmen ailelere söz vermeleri, verdikleri sözün gereğini yerine getir(e)memeleridir... Efendim, ister kızın ister kızmayın, size önerim şu olacak: bence Diyarbakır annelerini miting alanına çağırmayalım. İşin ciddiyeti sarsılır!
_Bana bak Memduh Bey, attırma kafamın tavası, tenceresini! Otur oturduğun yerde! Yok yok, kalk oradan bakayım, in arabadan, bir diğer arabaya bin...Ulan oğlum, bize seçimi kazandıracak hamleler lazım, edebiyat, şiir değil! Yaptığın edebiyatın kime, neye faydası olacak? Bak şuraya bak, şu gördüğün parti başkanlarına bak! Adamlar, kadınlar hep aynı yerdeler! Bugüne değin totalde 12 seçime girmişler, tek başarıları yok, muhalif diye geziniyorlar ortalıkta, sırf bize muhalifler! Hele hele şu sağdakine bak, iyi bak! Sahi, ne okumuştu o?
_Efendim, sanırım kimya mühendisliğinden mezun, üstelik doktorası da varmış!
_Yanılmış olmayasın, siyaset bilimi okumamış mıydı? İktisat mı, işletme mi, öğretmenlik mi, lojistik mi? Sahi ne okumuştu? Baksana telefonuna oğlum, sorgulat Amca Google'a...İn arabadan, çocuklara söyle, kaç yaralı, yıkık Diyarbakır annesi bulmuşlarsa miting alanına getirsinler, derhal!
Memduh Bey araçtan iner, yavaş adımlarla diğer araçtaki korumaların yanına gider. Kaç yaralı, yorgun şehit annesi varsa miting alanına götürür, Sayın Efendim'in kürsüye gelişini bekler. Sayın Efendim gelir, kürsüye çıkar, halkımıza seslenir, halkımızın oyunu almak, halkımızı ömür boyu garantili mutlulukla taçlandırmak için sınırsız, kefilsiz umut kredisi verir, yüzde sıfır hüzün faiziyle halkımızın ruhsal enflasyon seviyesini sıfır bandında tutar, güle güle kullanın sayın halkım der ve sözü yaralı, yorgun, şehit annelerine bırakır. Anneler dua eder, eller Allah'a açılır, diller Allah'ı söyler, kalplerden kalplere sonsuz bir köprünün huzuru kurulur, hiç değilse miting boyunca boy verir gönüllerde fidanlar, derdini daha önce anlatamamış annelerin yaprağı yeşerir, dal verir, uzar uzar.
Bir anne daha gelir, kaybolmuş, çalınmış evladını mitinglerde arar, parti binaları önünde, duvarlarla örülmüş bedduaların arkasında beton beton, üstüne yıkılmış mazinin karanlığı altında sütünü verdiği, emzirdiği, gül gibi kokladığı canını, cananını arar. Diyarbakır'a kurşun yağar, kefen türküleri söylenir beşiklere, kundaklar bomboş, yüzlerce anne yollara düşer, Fırat'ın, Dicle'nin kıyısında ağlar, dalgalara karışır gözyaşları, fark edilmez, uzaktan bakıldığı gibi gözükmez, yakından sel olur, Fırat'ın, Dicle'nin suyunu taşırır, bulanır bulanır, vicdanların morunu yararak, yıkayarak geçer, bu sular matemin çıkmazına akar, bir anne diplerden bakar, kütük kütük, tomruk tomruk savrulan hayatlar, kereste gibi biçilir insanın ömrü, lanet olsun der içerilerden bir çığlık, koparırcasına toprağın derinliklerini tırnaklarcasına yerlere atılır, saçı başı yolunur, teni paramparça, kan içinde, feodal baskının namluları doğrulur suya, Fırat'ın, Dicle'nin kıyısında birikir köpükler, uzak diyarlardan, taşlardan sökülerek gelen yosunlar intihara kalkar, pimi çekilir yaşam hevesinin, patlar hevesler, havalara uçar, çocukluk yaşamamıştır, gençlik görmemiştir, mesut olmamış, kaderi gülmemiş, yitip gitmiştir annem.
Diyarbakır'dan Urfa'ya, Mardin'e, Mardin'den Elazığ'a kadar, bütün sorunlu çatlak yüzeylerde çoraklaşmıştır hayatta kalabilme heyecanları nasırlı bileklerin. Yavrum, canım, ciğerim, annem; yoktur çârem, hey Diyarbakır'da çatılara konan göçmen kuşları, söyler misiniz yaşamak nedir, ümit nedir?
Aldattılar oğlumu, devrim yalanları söylediler, kadim geleneklerimizi çiğneyip ibadetimizi seccademizi tanımadan tanısa da işlerine gelmeden inançsız bir kemik, et yığınına dönüştürüp götürdüler yavrumu...
Ben anneyim, bana göre o, bir evlattır, size göre belki bir kaçak, belki bir militan...
Kurtarın oğlumu, belli ki pişman, belli ki iç yüzlerini görmüş, belli ki dönemiyor, kaçamıyor dağdan...
Bugün Anneler Günü imiş, benim, bizim, tüm yavrusu olan canların da günüymüş, beyaz güvercinler, göçmen kuşlarının da...hey Diyarbakır'a yağan kurşunlar, çekilin sırtımdan, düşün yakamdan artık!
Miting sona erdi, herkes evine gitti, bir ben kaldım burada dedi annem, onu arıyor, yavrumu yitirdiğim geceyi yanımda taşıyorum. Heybemde taşlaşan acının adıdır yaşamak, şimdi ben yaşadım mı yani?
Ben anneyim, sadece yaşarken ölen annelerden birisi, Diyarbakır kadar kederli ve tutukluyum, kendi içimdeki hapisteyim, ömür boyu müebbet yedim.
Ben anneyim! Onu, yavrumu aradığım kadar kendimi arıyorum. Bulun bizi, lütfen artık bulun bizi!
Engin Yeşilyurt
9 Mayıs 2021