Nereden bakılırsa bakılsın, 28 Şubat 1997, AKP'nin doğum sancılarının başladığı gündür...
16 yıl 5 ay süren bir gebelik görünüşte epey uzundur ama yüzyıllık planlar için gün kadar kısa…
12 Eylül 1980 ile 28 Şubat 1997 tarihleri arasındaki önemli siyasi olayları şöyle bir hatırlamak, bugünkü karanlık günlerin müsebbibi kim ya da kimlerdir, ortaya çıkarır.
Hiçbir siyasi bundan muaf değildir.
Wikileaks'in yayınladığı ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerinde gördük ki, ABD Saddam'a "Araplar arası işlerde taraf olmayız" diyerek Kuveyt'i işgaline ses çıkarmayacakları garantisi vermiş.
Dolayısıyla Saddam Kuveyt'i işgale teşvik edilmiştir.
Bunun aksini düşünmek için bir neden yok çünkü ABD İran Irak savaşında Saddam'ın desteklemiş, silah yardımı yapmış ve ciddi miktarlarda borç para sağlamıştır.
Hatta Irak'ın biyolojik ve kimyasal silahlar üretmesine yardımcı olduğu iddiaları vardır. ABD ve İngiltere 1986'da BM Güvenlik Konseyi'nin Irak'ın İran'a karşı kitle imha silahları kullanmasını eleştiren kararlar almasını veto etmesi, bu iddianın gerçek olduğunu düşünmek için yeterlidir.
Birinci Körfez Savaşı'nın en önemli sonucu, Müslüman ülkelerin tümünde radikal dinci akımların güçlenmesidir. İlaveten, Arap ülkelerinin bir arada olmak, bir arada hareket etmek düşüncesi büyük sekteye uğramıştır.
Savaşan kaçan yaklaşık 1,5 milyon Kürt'ün Türkiye'ye sığınması üzerine, daha fazla mültecinin önüne geçmek için 36. paralelin kuzeyi uçuşlara kapatılarak mülteciler için güvenli bölge, güvenliği sağlaması için de Çekiç Güç oluşturuldu.
Bu alanda PKK eğitildi, güçlendirildi.
Kendi partisinin oylarıyla cumhurbaşkanı seçilen Özali Irak savaşında aktif bir siyaset izlemek istedi, savaşa girersek bir koyup üç alacaktık. (Bu sözün aslında dönemin ABD büyükelçisine ait olduğu söylenmiştir.) Ancak Genel Kurmay Başkanı Torumtay'ın "İnandığım prensiplerle ve devlet anlayışımla hizmete devamı mümkün görmediğim için istifa ediyorum." diyerek görevinden ayrılması üzerine bunu başaramadı (3 Aralık 1990).
Böylece Özal Irak'a giremedi ama Barzani oluşumuna destek vererek misyonunu yerine getirdi.
Irak'a uygulanan ve 10 yıl süren BM ambargosunun Türkiye'yi uğrattığı zarar 100 milyar dolardır.
TSK'nın istenilen çizgiye çekilmesi için bir şeyler yapılması gerektiği, muhtemelen ABD'nin o günlerde verdiği bir karardır.
Öte yandan 1977'den itibaren ortaya konulan Yeşil Kuşak projesi, SSCB'nin sıcak denizlere inmesini engellemek için İslam'ı komünizme karşı bir silah olarak kullanmayı öngörüyordu.
Bu dönem Türkiye'de Türk İslam sentezinin konuşulmaya başlandığı, "kanımız aksa da zafer İslam'ın" sloganlarının atıldığı dönemdir.
1979'da SSCB'nin Afganistan'ı işgali üzerine, Afganistan'daki dağınık haldeki mücahitler bir araya getirildi, silahlandırıldı, eğitildi ve SSCB'nin karşısına ciddi bir güç olarak çıkarıldı (Siklon Operasyonu).
Mücahitler o kadar kutsandı ki, Reagan mücahitlerin liderlerinden bazılarını Beyaz Saray'da dünya basınına tanıtırken "bu savaşçılar ABD‟nin kurucu babalarıyla aynı ahlak ve anlayışa sahipler" ifadesini kullandı.
Savaş Afganistan'la sınırlı kalmadı, İslam dünyasının bir cihadıymış gibi sunuldu ve mücahitler de "İslam savaşçıları" olarak tanıtıldı.
SSCB çekildikten sonra ABD bu cihatçı grupları terk etmekle kalmadı, ABD'nin/Batı'nın yeni düşmanı ilan etti.
Savaş bittiğinde, Allah için savaştıklarını zanneden mücahitler, aslında ABD için savaştıkları gerçeği ile yüz yüze kaldı.
Bu süreç Taliban, El Kaide gibi örgütlerin ortaya çıkmasına neden oldu.
……………….
Altında Süleyman Demirel'in imzası bulunan 24 Ocak kararları o kadar sert koşullar içeriyordu ki, bu kararların ancak askeri darbe koşullarında gerçekleşebileceği için 80 darbesinin yapıldığını iddia edenler vardır.
İnsan düşünmüyor değil, ülke ekonomik olarak diz çöksün diye mi, gençleri biri birine kırdırdılar?
24 Ocak kararları ile liberal ekonomiye geçilmiş, ekonomide devletin payı küçültülmüş, ülke korumasız bir şekilde küreselleşmeye açılmıştı.
Demek ki, ülke daha o tarihlerde tüccar zihniyetiyle yönetilmeye başlanmış…
"Köşe dönmek" benim memurum işini bilir" vb. söylemler cumhuriyet tarihinin en radikal dönüşümünün yaşandığı bu döneme aittir.
"devletin malı deniz…." sözünün gereği olarak, devlet soyulmaya başlandı. Hayali ihracatları hepimiz çok iyi hatırlıyoruz.
Bu süreç, Türk insanının zihnindeki genetikleşmiş "devlet" ve "devlet adamı" algısının sarsıldığı bir süreçtir; vatandaşın zihnine "devlet millet için vardır" algısı yerleştirildi.
Aslında akademik düzeyde tartışılması gereken bu konu, öyle hoyratça uygulanmaya konuldu ki; devamında, devleti yönetenler ile devlet özdeşmiş gibi algılanmaya başladı.
………..
BOP ilk kez 2004'de kullanılan bir siyasi terim.
Türkiye'nin gözlemci olarak katıldığı G8 zirvesinde tartışılan BOP, CIA bağlantılı "RAND Corperation" adlı düşünce örgütünün 2004 yılında hazırladığı "Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler" başlıklı bir rapora dayanır.
Amaç, Rice'ın makalesinin başlığında olduğu gibi, "Transforming the Middle East" (Ortadoğu'yu Dönüştürmek) idi.
"Dönüştürmek" ile yönettikleri toplumlardan geride kalmış, otoriter rejimlerin, Batı'nın değerleri ile uzlaştırmak ve bu amaçla ılımlı İslamcılar siyasete taşımak kastediliyordu.
Böylece "ılımlı İslam" tabiriyle de tanışmış olduk.
Bu projeye 11 Eylül 2001'de İkiz Kuleler'in vuruluşu neden olarak gösterilse de, doğru değildir; artık herkes biliyor ki, İkiz Kulelerin vurulması BOP için neden oluşturmuştur.
Aslında daha önce otoriter rejimler yaratan ve onlarla işbirliği yapan ABD, eksen değiştirerek laik-otoriter rejimleri değil, eğer ılımlaşmayı, Batı ile uzlaşmayı kabul ederlerse İslamcı hareketlerle çalışmaya yöneldi.
Yukarda da belirtildi, Birinci Körfez Savaşı'nın en önemli sonucu, Müslüman ülkelerin tümünde radikal dinci akımların güçlenmesidir.
Ilımı İslam işte bu akımları engellemek için ortaya konulmuş bir modeldir.
ABD'nin İslam dünyasını dilediği şekilde dizayn edilebilmesi için gerekenlerin sıralandığı bu raporda, Türkiye'nin "model ülke (ılımlı İslam ülkesi)" " olarak tanımlanmasına TSK tepki göstermiş, "Türkiye bir İslam devleti değil, laik bir ülkedir" şeklindeki sert uyarı üzerine, ABD yetkilileri bu tanımlamadan ve buna dayalı "model ülke" söyleminden vazgeçmiş ve yerine "demokratik ortak" ifadesini kullanmaya başlamış ama Türkiye'yi "model ülke" olarak örmekten vazgeçmemiştir.
Raporda ılımlı İslam modelinin uygulanabilmesi için Türkiye'de Atatürkçülüğün ve milliyetçiliğin dizginlenmesi önerilmiştir ama zaten bu tarih itibariyle uygulama çoktan başlamıştı. Mesela Fuller daha 2003'de "Amerikan dış politikasının en önemli hedeflerinden birinin özünde İslamcı fakat aynı zamanda liberal bir İslami reformu teşvik etmek, bu amaçla da Nurcuların -özellikle Fethullah Gülen'in desteklenmesi gerektiğini" ileri sürmekteydi.
BOP ile birlikte Yeni Osmanlıcılık, hilafet vb. kavramlar dillendirilmeye başlanmıştı ki, aslında amaç, Cumhuriyet değerlerinin zayıflatılması idi.
Muhtemelen rapor henüz tartışılma aşamasındayken, Türkiye 28 Şubat sürecini yaşıyordu.
Tam bu noktada şunu belirtmek gerekir ki, Turgut Özal ile yakınlığı bilinen ve 60'lı yıllardan itibaren tanınan Fethullah Gülen, sıradan bir imam, vaiz ya da din adamı iken ilerleyen zamanlarda her kesimden yerli/yabancı siyasetçi ile yan yana görüntü vermiştir.
Mesela iki isim nasıl yan yana gelir bilinmez ama Kasım Gülek'in ABD'deki cenazesini Fethullah Gülen kıldırmıştır (1996).
70'li yıllarda, ilerde devlet kadrolarına yerleştirilecek elemanlarını yetiştirilmeye başlamıştır.
Bu okullarda öncelik Siyasal ve Hukuk fakülteleri ile askeri okullardı.
Bu durumun, devlette karar mekanizmasında yer almış istisnasız herkes tarafından biliniyor olması gerekir…
…………
Özal 1983 yılında ANAP'ı kurmuş, aynı yıl yapılan genel seçimlerde %45,14 oy alarak Başbakan olmuştur…
Özal'ın 1989'da cumhurbaşkanı seçilmesinden 2002'de AKP'nin iktidara gelmesine kadar Türkiye'de tam 8 kez hükümet değişikliği yaşanmıştır…
28 Şubat 1997, tam da bu siyasi istikrarsızlık dönemine denk gelir, özellikle sonuçları itibariyle ülkede çok büyük değişimlere neden olan süreçtir.
Necmettin Erbakan'ın başbakan olduğu dönemde, topluma itinayla kurgulanmış bir dolu olay izlettirilmiştir.
Aczimendiler, ellerinde yeşil bayraklarla "şeriat isteriz, yaşasın Hizbullah" diye yapılan eylemler, tarikat liderlerinin Başbakanlık'da ağırlanması, Erbakan'ın Kaddafi ile bir çadırda görüşmesi ve bu görüşmede sarfedilen sözler vb. bir dolu eylem, toplumda infiale yol açmış, zaten "devlet algısı" zayıflatılmış Türk insanı, laik/dinci olarak saflara ayrılmıştır.
Akabinde asker Sincan'da 10-15 tankla geçiş yapmış ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakan Erbakan'a uyarı mektubu gönderilmişti.
28 Şubat günü toplanan MGK'nın kararları ciddi bir laiklik vurgusunu içeren bir ültimatom niteliğindeydi:
8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, tarikatların kapatılması, Tevhidi Tedrisat'ın uygulanması, Kuran Kurslarının denetlenmesi vb. sert önlemler talep edildi…
TSK bu post modern darbeye mecbur bırakılmış, aynı süreç ilerleyen yıllarda TSK'ya kurulacak olan kumpas için de zemin oluşturmuştur.
Tahminim o ki, 28 Şubat süreci ile Türk halkının laiklik konusundaki hassasiyeti ve toleransı test edilmiştir.
Fethullah Gülen 28 Şubat'ı şu cümlelerle değerlendiriyordu: "...Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz."
Recep Tayyip Erdoğan ise, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, okuduğu şiir nedeniyle dava açılmış, mahkûm olmuş ve 4 ay cezaevinde yattıktan sonra 24 Temmuz 1999'da tahliye edilmiştir.
Kitabına uydurulan bir dizi düzenlemeden sonra 2003'de de başbakan oldu, aynı yıl ABD Irak'ı işgal etti…
Bu iki isim 28 Şubat'ı farklı değerlendirmelerine rağmen kısa bir süre sonra işbirliği içine girecek ve görünürdeki iktidarın aksine; devleti, Gülen hareketi yönetecekti.
(Belirtmeden geçmemek lazım, Tayyip Erdoğan da Irak'ın işgalinde aktif rol almak istemiş ancak TBMM Türk askerinin Irak'a girmesi için gerekli izni çıkartamamıştır. . (25 Şubat 2003, 1 Mart tezkeresi)
Tıpkı, 13 yıl önce Özal'ın Irak'a girmek isteyip de girememesi gibi… )
………….
Türkiye, bulunduğu coğrafya itibariyle rastgeleliğin yaşandığı bir ülke değildir.
Sorunların hiçbiri bir diğerinden bağımsız değildir, ayrı düşünülemez.
Bugün ülkeyi 28 Şubat'a getiren kurmaca olayların benzerleri sergileniyor.
Radikal İslam, hiç olmadığı kadar güçlü ve pervasız…
Din adamı kisvesindeki bazı isimlerin sözleri samimi Müslüman kitlenin de tepkilerini çekiyor.
Laikliğe saldırı artıkça, karşısındaki direnç de güçleniyor.
Atatürk'e ve Cumhuriyet değerlerine saldırıların yoğunluğu oranında, karşı duranlar daha da güç kazanıyor. .
Bu durumun Ilımlı İslam ile radikal İslam'ın önünü kesmeye çalışan oyun kurucunun gözünden kaçtığına ihtimal vermek mümkün değil.
Gidişat ne yönde, bu meçhul…