ALMANYA VE TÜRKİYE ASGARİ ÜCRET VE GEÇİM
Yurtdışında maddi kazanç ve hayat kalitesi hakkında ciddi illüzyonlar olduğunu gözlemliyorum bir süredir. Bununla ilgili, temelde Almanya'yı baz alan, ortalama gelir, hayat kalitesi ve toplumsal barış hakkında gözlemlerim ve okumalarımı sizinle paylaşmak istedim.
"Almanya'da asgari ücret 1600 Euroymuş, birim paraya vursak kaç kilo et alabiliyoruz?" tipi hesaplamaları bu ara acayip sık görür oldum. Bir kere bu karşılaştırmaları yapmak için bu ücretlerin brüt olduğunu ve verginin kişinin durumuna göre belirlendiğini bilmemiz ve anlamamız gerekiyor.
Maaş yıllık brüt olarak anlaşılır ve vergi oranınız yaşınıza, eyaletinize, evli olup olmadığınıza, eşinizin ne kadar kazandığına, çocuk sayınıza falan göre belirlenir. Almanya için 6 farklı vergi sınıfı var. Dolayısıyla kimse 1600 Euro asgari ücret almaz. Asgari ücretin neti, bu saydığımız ve gözlemlediğimiz kriterler çerçevesinde 1100 ila 1300 Euro arasında değişir. Daha üst gelir sınıfları çok daha fazla vergi verir. Yıllık 57.000 Euro brütün üzerinde en yüksek vergi dilimi olan %42'ye erişirsiniz. Bunun anlamı şudur: 57K üzerinde epey zenginsindir.
Bakın burası çokomelli; 20.000 Euro minimum ve 57.000 Euro zenginlik sınırı arasında üç kat bile bir brüt fark yok. Üstelik vergi dilimi nedeniyle bunlar arasındaki net fark üç kattan daha azdır. Sizin için ufak bir hesap yapıyorum; Yılda 57.000 brüt kazanan, 35 yaşında, iki çocuk sahibi, eşi çalışan bir Berlinlinin eline ayda 2900 € net geçer. Netteki farkın yaklaşık iki kata düştüğüne dikkatinizi çekerim. Toplumun yüksek sosyoekonomik sınıflarında yer alan meslek gruplarında da büyük uçurumlar yoktur. Profesörün ortalama brütü yıllık 70.000€'dur, neti 3.200€'ya falan gelir. Uzman doktorun ortalaması hakeza 75.000€ civarındadır. Bunlar da gizli saklı rakamlar değil, açık hepsi. Özetle, toplumun en çok kazanan kesimi asgari ücretin iki katından biraz fazla alır.
Türkiye'deki arkadaşlarla maaş konuştuğumuzda "Ama asgari ücret şu kadar, siz çok az almıyor musunuz?" gibi bir konu oluyor. Bunun nedeni Türkiye ve Almanya'daki asgari ücretin algı farklılığı. Türkiye asgari ücreti, birim para vb. neyin hesabını yaparsanız yapın, açlık sınırının altında. Dolayısıyla bir doktorun, profesörün gelirinin asgari ücretin en az 10 katı olması gerektiği gibi bir mantık yerleşmiş. Almanya asgari ücreti o aileyi gayet insani bir şekilde yaşatacak bir rakamdır. Hele iki kişi çalışıyorlarsa ne kira dertleri olur, ne marketten bir şey alırken düşünmek zorunda kalırlar.
Sosyoekonomik skalanın en üstündeki grupla farkları araba modeli ya da tatil seçiminde olur. Bunun bir anlamı şu: Her sosyoekonomik grup başını sokacak bir ev bulabilir, bir araba alabilir, tatil yapabilir, market alışverişinde acı çekmez. Dolayısıyla alt gelir grubunun üst gruba kinlenecek, haset edecek çok az gerekçesi olur. Üst gelir grubunun da alttakilere horozlanacak bir durumu olmaz. Evine gelen kuryeyi hakir görmez, restoranda servisi insan gibi bekler, banka memuruna atarlanmaz. Herkes ortalama bir hayat mutluluğuna erişebilecek düzeyde hisseder kendisini. Bunlara eğitimin, sağlığın ve güvenliğin ücretsiz olmasını da ekliyorum.
Maaşınızdan kesilen o %42, toplumun her kesiminin bu temel ihtiyaçlara ulaşabilmesi için harcanıyor. Dolayısıyla "ya ne çok kesiyor" diye düşünmüyorsun, biliyorsun ki o para garibana gidiyor. Türkiye'de ne kadar kazanırsanız kazanın bir vicdan yükünüz var, altından kalkamadığınız. Çocuğuna pantolon alamayan adamın yükünü, sofrasına yemek koyamayan annenin yükünü, sokakta kör olmuş kedinin yükünü taşıyoruz biz. Bunun bedeli nedir bilmiyorum. Beyaz yakalı olarak deli gibi vergi veriyorsun, yine de bu yükten kurtulamıyorsun. Almanya'nın başardığı şey bu: Seni bu vicdan yükünden kurtarıyor. Seni çok zengin falan yapmıyor ama acı çekmeden yaşamanı sağlıyor. Bunun da tek nedeni var: Adalet mekanizması.
Burada vergi kaçırmaya kalkarsanız hayatınız kayar arkadaşlar. İnanılmaz bir şey. İnsanların en çok korktukları kurum Finanzamt yani. Onun dışında ödediğiniz verginin topluma dağıtılması tıkır tıkır şekilde işliyor. Toplumsal barışın temelinin bu adalet olduğunu burada anladım. Bütün bunları deneyimlemek bir yandan da bana tuhaf bir acı veriyor: Dünyanın en güzel coğrafyasında, gayet zeki, çalışkan, üretken insanlardan müteşekkil bir toplum nasıl bu hale geldi diye soruyorsun kendine ve cevabı şu: Adalet yok, VERGİLERİMİZİ YEDİLER.
Oysa bak ne kadar basitmiş: Vergileri yeme, adaletli bir şekilde dağıt, çok kazanandan çok, az kazanandan az al, herkesi temel ihtiyaçlarını karşılayabilir duruma getir. O zaman ne özel okul, ne özel güvenlikli site problemin, ne özel hastane problemin olacak. Son söz: "Ben daha çok kazanıp istifleyeyim, diğerleri sürünsün" diye düşünen insan "saf kötüdür". Buna çanak tutan sistem de cehennemin vücut bulmuş halidir. Bundan ve bu yöneticiler grubundan koşulsuz şartsız kurtulmamız lazım. Yoksa böyle çok daha üzülür ve uçurumlardan diğer memleketlerde ki kendi yaş gruplarımızın hayat standartlarına bakıp üzülürüz, öfkeleniriz...