Değişken fantazyanın sınırları zorladığı dünyada her gün yeni bir düşlemin içinde gibi hissediyoruz ruhumuzu. Gerçekler ve düşler arasındaki çizgimizin sadeliğini kaybetmesinde uluslararası sentetik yaşamın yarattığı akımın etkisi azımsanabilir mi? Olumlu etkilerin küçülüp olumsuz, tepkisel düzeyin çıtasını yükselttiği atmosferi daha bir hızlı içselleştirmemiz, artık kaçınılmaz ölçüsüyle benliklerimizi kuşatmış durumda..
Evrene politik, siyasal pencereden baktığımızda veya bakmak istemesek de bakış açılarımız, hayatı, genel gidişatı sorgulama, genel gidişata adaptasyonumuz mevcut döngüden kurtulmayı başaramayacak vaziyettedir. Milyonlarca -daha da ileri gidersek- milyarlarca insana hükmetmenin gücünü, hayallerin hududunu endüstriyel beyniyle etkileyen, somut kalıplarla birleştiren Amerika ve Batılı ülkelerin erişilmesi güç dayanışması, fiziki, narkozlayıcı atraksiyonuyla karşı karşıyayız. Zamanında kendi içinde birbirinin kuyusunu kazan bu güçler; geri kalmış Ortadoğu, Doğu ülkelerinde çıkarlarının ortak paydası söz konusu olduğunda itin iti ısırmadığı tabloyu var etmediler mi? Gerçek değil miydi? Batı'ya göre adeta böcek, sülükmüşçesine bir değer altında toplanmamıza ve Serv Antlaşması'nın koca Türk milletini haritadan silme gayretlerine aşina olmadık mı? Buradaki fiziki dayanışma ile diğer bütün ülkelere verdikleri mesajın üstün bir meziyet taşıdığı, bir nevi de amacına ulaştığına inanmadılar mı?
Dünyaya sınırları zorlayan politik, siyasi bakışın büyüttüğü çemberle bakılması sahneye Amerika'nın etkin oyunculuğu ile çıkmasına zemin hazırlarken dolaylı yollardan yeni bir Sevr Antlaşmasına tabii tutulmuyor muyuz? Önceden Sevr'i sunan Batılıların yerine şimdi Suriye'nin kuzeyinde, Türkiye'nin doğusunda silahlarıyla besleyip büyüttükleri PYD ve PKK'yi sunan bir Amerika var.
İnsan nedir ki? Nasıl bir tanıma sahiptir? Duygusal yapısının mantıksal evreye oranı ne kadardır? Sadece duygusal yahut mantıksal bir gerçekliktir diyebilir miyiz? Hayır! Birazcık duygusal, fazlasıyla mantıksal; birazcık mantıksal, fazlasıyla duygusal veya birazcık duygusal, birazcık mantıksal! Amerika; global siyaseti, politik bakışıyla dünyayı dizayn etmede akılcı olduğu kadar resmen taştan, betondan bir zemin üzerinde yürümektedir. Amerika'nın insani duyguları mantığın arkasında eriten hücumunun dışarıya yansımasındaki güç kaynaklarından birisinin, ülke içindeki vatandaşın her şart altında kendini değerli bir Amerikalı kabul etmesi olduğunu düşünüyorum.
Ya bizim durumumuz, bizdeki gidişatın izahı nedir?
Ülkemizin Cumhurbaşkanı; parti başkanlığı yapıyor, miting düzenliyor, muhalefetin en güçlü partisine "çukur" diyor; muhalefet lideriyle alay edercesine Bay Kemal lakabı üzerinden yarışıyor..
2013'te Gezi Olayları yaşandı. Halk isyan etti, hakkını aradı, demokratik bir çığlığın bünyesini yürüttü. Coplandı, yumruk yedi, biber gazına maruz kalıp yerlerde sürüklendi, kimisi acımasızca dayaktan perişan edilerek öldürüldü. Dövülen, sövülen, ödürülen vatandaşa rağmen şimdiki Cumhurbaşkanı, o zamanın Başbakanı ne dedi? "Yüzde 50'yi evinde zor tutuyorum!"
Bir ülkenin Başbakanı, Cumhurbaşkanı halkı ikiye böler mi? Cumhurbaşkanlığı görevini tüm vatandaşlar üzerinde adil, kavrayıcı biçimde, şefkatle yürütmesi gereken kişinin halkı ayırıp sen bizdensin, onlar değil gibi bir yaklaşımla hareket etmesi hangi hukuki, bütünleştirici çerçeve içerisinde değerlendirilebilir? Böylesine ayrılıkçı tavrın, itici kuvvetin hüküm sürdüğü yerde, kendini yüzde 50'nin içinde hissetmeyenler huzurlu, mutlu olabilirler mi, kendilerini değerli hissetmeleri mümkün müdür?
Hükümetin, devletin aile şirketine dönüştürülmesinden yurttaşın rahatsız olmaması imkânsızdır. Varlığını, geleceğini güvende hissetmeyen insanın yaşadığı topraklara itimadı zedelenir. Korku, kaygı içinde, her an her şey olabilir içgüdüsüyle boğuşur; sakat bir yarının kâbusuyla uyanır. İktidar; Türk vatandaşını yönetimlerin haksızlığına karşı susturmaya çalıştıkça ister istemez bunun karşılığında yabancı yatırımcının huzurunu kaçırıyor. Dolayısıyla diplomatik alandaki kayıplarla da yüzleşiyor..
..
Tarihi kimliği bizim kadar köklü olmayan, henüz 200 yıllık bir devleti ifade eden Amerika'nın neden dünyanın süper gücü ve güçlü bir ekonomiye sahip olduğunu anlamak sanırım zor değil?
Al doları, koy karşına! Dolar mı dolmaz mı diyerek küçümseyici edalara bürünme! Sakın ha, hele ki devlet adamıysan bunu yapma! Dolar deyip geçme! Kudreti 200'ün üzerindeki ülkeyi, yedi milyarlık insanı sarsıyor. Düşün ki; ticari bir aracın var, aracını kiraya veriyor, şoförden daha çok kazanıyorsun. Amerika senelerdir kendi ticari aracını kiraya verdi, şimdi her sürücüden daha fazla kazanıyor!
Bunun yanında başka şeyler de var:
Amerika'da adalet dediğin şey en berbat şartlarda bile iyi kötü işler. Muhatabımız Amerika olduğuna göre kıyas yapmadan duramayız, öyle değil mi? O zaman sana, "Senin yargın delinmiş usta! Her yerinden su kaçırıyor! Ya delikleri kapatacak ya da yenisini yapacaksın!" dediklerinde kimseyi suçlamayacaksın.
Amerika'da eğitim, dini inanca sahiplik, sorumluluk duygusu, millet olabilme bilinci seninkinden kat kat daha üst seviyede. Gayri safi yurt içi hasıla, gelir dağılımı seninkini sollamış ve seninkinden dengeli. İnanır mısın, şu an yazarken aklıma gelmiyor! Aklıma gelmeyen nice şeyde dahi Amerika senden daha iyi durumda. O halde aklını başına devşir veya başını ellerinin arasına değil de aklının arasına alarak düşün! Senin çeyreğin kadar tarihi olmayan Amerika'nın bu denli kuvvetli olmasını düşün!
Sen bunları düşünürken bir de işin Hollywood tarafı olduğunu yazalım. Yani şu Hollywood sineması!
İyiyi güzeli, doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı, zayıfı güçlüyü en keskin çizgileriyle ayırmayı bilen, reklamın dilini kullanan, pazarın sahici yayılımına gebe bir Amerikan politikası. Esasında ideolojik duruş; betimlenen dram, gizem, aksiyon dolu sahneler, müthiş yankı uyandıran efektlerle sinema sanayisinde yerini almış, rolünü belirleyip rakipsiz bölgenin tadını çıkarmıştır. Hollywood sineması; Amerika'nın savaşçı kimliğini, yetenekli askerini, devletinin büyüklüğünü yıllar yılı resmetti. Hollywood ile kodlanan adrenalin; abartının, şişirilmişliğin doyumsuzlukla kurduğu ilişkiyi perçinlerken Amerika'nın ne kadar başarılı, yırtıcı, tuttuğunu kopartan bir ülke olduğunun ideolojik boyutunu ciddileştirdi. Ünlü aktörler, starlar yaratmada gecikmedi. Erkek oyuncuların kaslı oluşunu, üçgen vücudunu, vurulsa da ölmeyen, ölüme direnen gövdelerini görenlerin korktuğu, korkarken gıpta ettiği gerçeği yabana atamayız. Genellikle Hollywood aksiyon filmlerinin ilk çeyreğinde, yarısında, sonunda çatışmayla geçen bir sahneden sonra Amerikan bayrağının gururla dalgalanışı gözümüze çarpmıştır..Sinema ve televizyondaki görselde asgari 250 ila 300 kilo ağırlığındaki bir kütüğün Arnold(Terminatör) tarafından yerden kaldırılması, pamuk misali taşınması çocukluğumuz üzerinde ne büyük etkiler yarattı! Rambo'nun bıçağı, silah tutuşu, kayalıklarda, ormanlarda bir kartal gibi yükselişi çocukluğumuzun başkentini nasıl da ele geçirdi! Vandam'ın döner tekme fotoğrafı; babalarımız ve dedelerimizin fotoğrafının yerine duvarlara asıldı, okul kitaplarında etiket niyetine kullanıldı. Drago'nun(Dolph) dev adam oluşu, Amerika lehine savaşlar tertip eden senaryolarda yer alışı büsbütün işledi içimize. Kendi ülkemizde el âlemin askerine, oyuncusuna hayranlıklar besleyip özümüzden kopmalarımız öylesine had safhaya ulaşmıştı ki Amerika adına savaşıyor, ağlıyor, gururlanıyorduk! Ne güzel(!) öyle değil mi!?
Amerika'nın insana, insanlığa, dünyaya politik bakışı filmlere yansırken ekranlara, bizlere gayet masum, yıkıp parçalıyorsa haklıdır görüntüsü vermeyi başarmıştır. Irak'ta, Afganistan'da, My Lai katliamında.. binlerce çocuğu, insanı yok ettiği halde Hollywood ile taşı gediğine oturtmuş, hiç suç işlememiş gibi filmleriyle bizleri gerilime sokmuş, duygulu sahneleriyle ağlatmıştır! Oysa bilemedik, anlayamadık Amerika'nın kendi insanı dışındakileri insan yerine koymadığını ve Hollywood sisteminin baştan sona bir palavra olduğunu!
..
Gelin görün ki, bizdeki bazı dalkavuklar Hollywood sinemasından daha yalancı, riyakâr ve kandırmaya meyilli..
Ekonomimiz yatalakken her birimiz zam yağmurunda sırılsıklamken fikir ve düşünce özgürlüğünde Suudi Arabistan saflarına girmişken hükümet yanlısı hangi yazarı okusak hangi kanalı açsak şaha kalkmış ekonomide, dünya lideri yaratmada rakip tanımıyoruz! Biz evrene insanlığın, yaşamın huzuru, mutluluğu için "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesiyle yaklaşırken sevgili dostumuz(!) Amerika'nın tek gayesi "Yurtta barış, dünyada savaş" olmuştur. Amerikan insanı değişse de elli yıl, yüz yıl, bin yıl geçse de mevcut yapı ve atak hep aynı yola çıkacaktır: "Yurtta barış, dünyada savaş!".
Engin Yeşilyurt