By Mehmet Alp on Çarşamba, 02 Mayıs 2018
Category: Siyaset

ZAMAN MAKİNESİ

Bir dünya klasiğinin düşündürdüğü...

'Distopya' edebiyatının ilk eserlerinden biri sayılan H. G. Wellls'in 'Zaman Makinesi' romanı, bir çok sefer filme çevirilmiş ve eminim toplumumuzun büyük kısmı bu muhteşem eseri kitap olarak değil film olarak tanımıştır.

Aslında bu çok üzücü bir durum, zira Wells'in eserinde 19. yy'ın Viktoryan İngilteresi'ndeki toplumsal sınıflanmaya karşı eleştirisi ön plandayken, filmlerde kitabın bu ana unsuru neredeyse tamamen yok sayılır ve 'bilim kurgu' özelliği ön plana alınır. 

Kitabın ismi söylenmeyen ana figürü, 4. boyutta, yani zamanda, seyahat etmeyi sağlayan bir makine icat ediyor ve geleceğe yolculuk yapıyor. 802701 senesinde dünyada iki hakim türün yaşadığını görüyor: Yer yüzünde yaşayan 'Eloi'ler, yer altında yaşayan 'Morlok'lar.

'Eloi'lerin yaşam tarzı çok tasasız, hatta neredeyse çocukça bir masumiyet içerisinde geçiyor gibi görünmekte. Cennet gibi bir ortamda dertsiz, kaygısız ve hatta vurdumduymaz bir hayat yaşamaktalar.

Dış görünüşleri günümüzün insanlarından farksız. Sadece karanlıktan korkuyorlar ve hepsi genç.​

'Morlok'lar ışıktan kaçan, çirkin, yer altında mağralarda yaşayan ve maymuna benzeyen vahşi yaratıklar. Yer altında çalıştırdıkları makineler ile 'Eloi'lerin yaşam için gereken gıda ve ihtiyaçlarını karşılıyorlar.

Ana figür ilk başta 'Eloi'lerin 'Morlok'ları köle gibi kullandıklarını düşünse de, daha sonra asıl 'Morlok'ların 'Eloi'leri adeta bir çiftlikte beslenen hayvanlar gibi beslediklerini ve tuttuklarını ve geceleri ava çıkıp yakaladıkları 'Eloi'leri yediklerini keşfediyor ve bu iki türün de binlerce yıl önce insan türünden evrildiğini anlıyor.

Zaman yolcusu 802701 yılından tekrar çok daha ileride bir geleceğe gidiyor, orada güneşin neredeyse yok olduğunu, dünyanın artık dönmediğini, gezegende ise hakim olan türün kırmızı yengeç şeklinde yaratıklar olduğunu ve insanlığın öldüğünü görüyor.

Tekrar zaman makinesine binerek kendi yaşadığı zamana geri dönüyor. Tabii arkadaşları anlattıklarına inanmıyor. Bu sefer yanına fotoğraf makinesi alıp tekrar geleceğe gidiyor ama bir daha geri gelmiyor.

Kitabın çok kısa özeti böyle.

Belki bir çoğunuza abartı gibi gelecek, ve evet tabii ki abartı, ama ülkemizin ve toplumumuzun hali bana biraz Wells'in bu eserini andırtıyor.

Ne zaman birine mevcut durumu eleştirsem saçma sapan bir tavırla karşılaşıyorum. Eleştirilerim düşünülmeden reddediliyor, papağan gibi iktidarın iddiaları tekrarlanıyor. 2001 krizi sonrası bir çok nedenden ötürü ekonomik bir refah yaşanması da göz önünde bulundurunca, insanların bu tavrı aynı kaygısız, tasasız, ilgisiz ve düşüncesiz ekmek elden su gölden tarzda yaşayan 'Eloi'leri andırıyor.

Kimler bizim bu şekilde (bir süre de olsa) yaşamamızı sağladı?
Bu kadar akan para ve refahın kaynağı neden ve ne için sağlandı?
Gece ne zaman gelecek?
Bu 'Morlok'lar kim ise muhtemelen etimizi yemeyecekler ama ne için besliyorlar bizi?
Yer altında ki makineler bir gün çalışmazlarsa bizler nasıl yaşayacağız?

Ve belki de en can alıcı soru:
Eğer kitapta bahsedilen 'insanlığı' günümüze 'Türk Milleti' olarak yansıtırsak, 'Morlok'ların insanlardan türemeye başladığı kırılma süreci ne zaman başlad?
Ve, insanlık öldükten, güneş solduktan, ve dünya durduktan sonra gezegene (Türkiye'ye) hakim olacak 'yengeçe' benzer yaratıklar kimler?

Hani derler ya, 'Aklımda deli sorular…'

Öyle veya böyle,
ister abartı deyin, ister alakasız.
Ama ben kimsenin bize gıpta ile baktığına inanmıyorum.

802701 yılını bilemem ama, en azından yakında gördüğüm gelecek ütopya değil, distopya. 

Leave Comments