Yazmayacaktım ama dayanamadım. Doğaçlama bir yazı olacağından uzun da olma ihtimali var. "Destan yazmış be" diyecekler şimdiden kusura bakmasınlar o yüzden.
Bir ara anlatmıştım Ülkücülükle, Türk Milliyetçiliği ile tanışma hikayemi. Bu sefer ayrıntılarına girmeyeceğim ama birkaç noktayı anlatmam gerekiyor ki sonrasında söyleyeceklerim daha iyi anlaşılsın. Benim aile ve akrabalarımda tek bir Ülkücü dahi yoktur. Dolayısıyla birileri gibi baba, dayı, amca referansım hiç olmadı. Nasıl becerildiğini bilmediğim "doğuştan ülkücü" de olamamıştım zaten.
Tesadüf odur ki lise yıllarım MHP'nin iktidar ortağı olduğu bir döneme geldi de MHP'den haberdar olduk. Şimdiki çocuklara daha da üzülüyorum. Neyse, okulumuzda öyle teşkilat falan da yoktu. Zira o zaman İstanbul Beylikdüzü tarlaydı tarla... Velhasıl yeni açılmaya başlamış internet kafelere biz de dadanmıştık. Ama yaşıtlar oyun oynar ya da kız düşürme çalışmaları yaparken ben MHP, Ülkü Ocakları, bozkurt.net, otuken.net gibi sitelerde dolanıp oradaki yazıları kopyalayıp diskete atardım. (Disket ne mi? Liseliler bilmez.) Sonra eve gelir, onları okurdum. Belki bir senem böyle geçtikten sonra ocağı buldum ve gittim.
İlk gittiğim dönemdeki ocağın halini ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Sadece şu kadarını diyebilirim ki, o internetten okuduklarımı okumasaydım, o ocaktan koşar adım kaçar bir daha da asla adımımı atmazdım. Ama gördüğüm her olumsuzluk bana "Bu dava doğru, bu fikir doğru, bu insanlar yanlış, bu yapılanlar yanlış" dedirtti ve orada kalmaya devam ettim.
Sonra değişti, düzeldi. Çok güzel başkanlar, çok güzel ülküdaşlar tanıdım. Yeri geldi meşhur çayından içtik, makarnasından yedik, Erciyes yollarında eski otobüslerle yolculuk ettik, Erciyes'de dipdibe uyuduk. Velhasıl güzel zamanlar geçirdik.
Sonra fikri anlamda aynı şeyleri tekrarlamak, kendimi geliştirememek artık yetmez oldu. Beden olarak uzaklaşsak da gönlümüz hep orda kaldı. Her zaman Ülkücü ve Ülkü Ocaklı olduğumu söyledim, bundan çekinmedim. Ailem Ülkücü düşmanı değil ama siyaset karşıtıydı, hala da öyle. Ve gerek okul, gerek iş hayatımda yaşadığım bütün sorunlar siyaset ilgime fatura edildi. Ocaklardan, camiadan uzaklaştığım dönemlerde "neredesin" diye soranlara söyleyemedim ama hayatımı düzene koyayım da ocağıma, davama laf gelmesin, ailem soğumasın diye uğraşıyordum.
Öyle içten bağlanmıştım ki, birkaç kere küfürleşecek derecede tartıştığım kişilere bir süre sonra gidip helallik isteyip barışma teklif etmiştim. Eee "Ülkücü ülkücünün kardeşiydi" ya... Üstelik karşımdaki kişinin beni özür diler pozisyonda görüp şişinmesini de farketmiş ama hiç aldırış etmemiştim.
Şimdi "Saldıray" dediğim şahsın gazına gelip Ümit Hoca'yı CIA ajanı ilan edişimi mi anlatayım, yoksa Ozan Arif'e kızışımı, kendimce Ülkücülükten aforoz edişimi mi? Yeniçağ'a hain deyişimi de anlatabilirim isterseniz.
O kadar içten, saf düşüncelere sahiptim ki Bahçeli'yi eleştirenlere kızar, "O iyi de etrafındakiler kötü"den tut, "İyi niyetli ama hitabeti kötü"ye kadar çeşitli bahanelerle aklamaya çalışırdım. Hem de hiçbir menfaatim olmadan.
Bakın ben ki ilk bilgilerini, kitaplardan, Türk milliyetçisi düşünürlerin yazılarından almış, yanlışları eleştirebilen, bunlar davaya uymuyor diyebilen biriydim, ona rağmen bu hale gelmiştim.
Gel zaman git zaman, yavaş yavaş da olsa uzaklaştık, uzaklaştıkça ve uzaktan baktıkça daha net gördük. Yanlışlarımızın farkına vardık, bahane üretmeyi bırakıp sorgulamaya başladıkça sorularımız cevapsız kaldı. Cevapsız kalsa yine iyi. Bir de "sus" denildi, imalarla "konuşma" denildi, "abi tavsiyesi" denildi. Bazen hatır gönül için sustuğumuz da oldu ama bu kadar yanlış karşısında susmaktan ar edip yine konuştuk, yazdık. Bu sefer kibar uyarılar azarlamalara dönüştü. O da olmayınca 30 yaşında bile ne söyleyeceğimize, ne yapacağımıza karar vermeye çalışanlarla karşılaştık. Tehditler ardından geldi, "abiler, reisler" yine devredeydi, "bak seni koruyoruz, korumasak kötü olacak, çeneni kapa" dediler. Artık hatır gönülle susulacak hâl de kalmadığından o hatır gönülü de yıkmayı göze aldık, bağları kopardık yeri geldiğinde...
Ali Metin Tokdemir'in sözünde dediği gibi "evimizin bir köşesine çekilip lekesiz, onurlu bir şekilde yaşamayı" da beceremedik belki, yine bir şekilde mücadele içerisine girdik. Mefkure için, Türk Dünyası için çalıştık, çabaladık. Yürekten, gönülden, kendimizden fedakarlık ederek gayret ettik.
Demiyorum ki hata yapmadım. Bir kısmını yukarıda yazdım zaten. Ama şundan eminim ki kimseye kin ve düşmanlık gütmedim, kimsenin ayağını kaydırmaya çalışmadım, menfaat için uğraşmadım ve eğilmedim.
İster dernekçilik yapsın, ister siyasetin içerisinde her alsın, isterse kitap veya yazı yazsın, bizzat tanıdığım, hukukum olan insanlar bile yanlış yaptığında eleştirdim, uyardım, bunu yapamadıysam o kişiyle sırf tanışıklığım ve vefa borcum var diye haksız fiilleri ve düşüncelerinden dolayı savunmadım.
Bugüne kadar "Irkçı, faşist, gerici, yobaz, cemaatçi, klavye ülkücüsü, fitneci, AKPli, CHPli" de dahil olmak üzere bir çok şekilde de suçlandım.
Bütün bunların sonucunda gördüm ki, önce "iyi insan" olmak gerek. Bu da gerçekten samimi olmakla, iyi niyetli olmakla, içinde kin nefret tutmamak, olduğun gibi görünmek ve göründüğün gibi olmakla, yalandan, riyadan, insanların arkasından iş çevirmekten uzak durmakla oluyor.
İkincisi "aklını kullanan" insan olmak. Aklını kullanmak demek, düşünmek, sorgulamak, farklı zamanda, farklı mekanda olan olayları, söylenen sözleri bir arada düşünüp bağlantı kurabilmek, her söyleneni kabul etmeyip doğruluğunu araştırıp teyit etmek şeklinde açıklanabilir.
Eğer iyi insan değilseniz ne akıllı olmanızın ne de ülkücü, milliyetçi olmanızın bir anlamı emin olun ki yok. Eğer iyi bir insansanız ama aklınızı kullanmıyorsanız, kullanılır ya da aldatılırsınız.
Bu iki özellik sizde varsa, o zaman kendinizi istediğiniz, inandığınız, mantıklı bulduğunuz şekilde tanımlayabilirsiniz.
Bütün bu yazıyı yazıp sizleri fazlasıyla sıkmamın sebebine gelecek olursak, diyebilirim ki bunun sebebi en geniş manada ülkemin ve milletimin ama özel olarak da Ülkücü-Türk Milliyetçisi camia, hareket, parti, ocak, teşkilat (adına ne derseniz deyin) mensuplarının içinde bulunduğu hâldir.
İçinden çıktığım ve hep bununla övündüğüm Ülkü Ocakları, bildim bileli oy verip sandıklarında mücadele verdiğim MHP, ülküdaş, kardeş, ağabey bildiğim insanlar, sevgi ve saygı ile hürmet gösterdiğim büyüklerimin durumları beni gerçekten üzüyor.
Gençleri yetiştirmesi gereken yerler (tanıdığım ve samimiyetlerine sonuna kadar inandığım bazı arkadaşlar alınmasınlar, onlar kendilerini ben de onları biliyorum) gençlerin tek tipleştirildiği, düşünmekten alıkonulduğu, slogan ezberlettirilen, sorgulamaktan uzak, emir kulu pozisyonunda insanlar haline getirildiği yerler olmaya başladılar ve bunun oranı çok yükseldi.
Partiye gelince, birileri hala "Lider, Teşkilat, Doktrin" deseler ve her biri ayrı ayrı tartışılmaya değer olsa da, yapılan siyaset hataları bir yana artık söylenen sözlerin de çiğnendiği, ülkücülerin iftiralarla uzaklaştırıldığı, ne idüğü belirsiz bazı tiplerin fink attığı, hesap soracaklarıyla kol kola girmiş ve bu yüzden iğrenç bir hal almış bir yapı haline geldi.
En geniş anlamda (Ülkücüsü, Türkçüsü, Türk Milliyetçisi vs.) camia birbirini sevmeyen, düşman olan, tehdit eden, söven, döven, vuran, vurduranlardan oluşan, gruplaşmalardan geçilmeyen, gruplaşanların da kendi içinde ayrıca gruplaştığı fikir, söylem ve ülkü birliği olmayan bir kalabalığa dönüştü.
Öyle ki kişisel dostluklar korunabiliyorsa o bile büyük bir şans, büyük bir lüks. Çünkü onlar bile kaybolup gidiyor çoğu zaman.
"Offf ne uzattın" dediğinizi hissediyorum, zira ben de yoruldum. O zaman sadede geleyim.
Belki ben de yaşlı sayılmam, 31 yaşındayım. Ancak özellikle genç kardeşlerime kendi yaşadıklarımı da yukarıda örnek göstererek diyorum ki, "
"Asla araştırmaktan, düşünmekten ve sorgulamaktan vazgeçmeyin. Ağabey, abla, reis, başkan, hoca, lider demeden kim olursa olsun söylediklerini ve yaptıklarını ve dahi söylemeyip yapmadıklarını akıl, mantık ve ülkü süzgecinden geçirin. Söyledikleriyle yaptıkları arasındaki uyumu, dünü ile bugünü arasındaki tutarlılığı gözlemleyin. Yanlışa yanlış demekten çekinmeyin, kendiniz yanlış yaparsanız dönmekten utanmayın. Unutmayın, zararın neresinden dönülse kârdır. Reisler, başkanlar, abiler, ablalar dün söylediklerinin tam tersini söyleyebilir, tam tersini yapabilirler. O zaman boşlukta kalır ya da boşlukta kalmamak için yine onların kanatları altına sığınmak zorunda hissedersiniz ki bu da sizi onların yanlış yoluna sokar. İşte en vahimi de budur.
Ağabeyleriniz ve reisleriniz çok sert ve karizmatik görünüyor olabilirler. Siz de onlardan gördüğünüzü yapmaya çalışıyor, onlara özeniyor olabilirsiniz. Saygı duyulmak için akıllı, bilgili olmanız, insanlara güzel hitap etmeniz ve onlara saygı duymanız yeterlidir. Racon keserseniz sizden korkulabilir veya çekinilebilir ama asla saygı duyulmaz ve sevilmezsiniz.
Bir başkanınızın ciddi sonuçlar doğuracak emrini bile mantık süzgecinden geçirmenizde fayda var. Hele hele ülkücü, milliyetçi bildiğiniz birine yönelik bir tavır koymanız isteniyor veya telkin ediliyorsa iki kere düşünün. Yoksa aynı adamı CIA ajanı diye protesto eder, sonra sahip çıkar, sonra yine kötülersiniz mesela. Yahut da hiç tanımadan kötü fiilde bulunduğunuz bir kişiyi daha sonra tanıdığınızda veya geç de olsa bir şeylerin farkına vardığınızda geçmişte ne kadar büyük hata yaptığınızı anlar üzülürsünüz.
Düşünün arkadaşlar. Neden toplum bizi sevmiyor, saygı duymuyor, çekinmiyor, dikkate almıyor, önemsemiyor diye düşünün. Neden severek okuduğumuz düşünürler, edebiyatçılar, akademisyenlerin çoğu parti ve ocakların içerisine girmiyor ya da giremiyor diye düşünün. Düşünün arkadaşlar, en azından sadece ve sadece "Ya ben yanlış yerde duruyor, yanlış işler yapıyor, yanlış düşünüyorsam" diye düşünün ve düşünmeyi hiç bırakmayın.
Umarım bir gün, sevgi bağlarının tekrar kurulduğu, korkudan değil sevgiden dolayı birbirimize saygı duyduğumuz, "düşmana güven, dosta korku" değil de "dosta güven, düşmana korku" veren, sözü dinlenen, dikkate alınan, başarılarıyla, yetiştirdiği insanlarla, ürettikleri ve eserleriyle saygı ve teveccüh kazanan insanlar ve bu insanların oluşturduğu bir camia haline geliriz. İnşallah bir gün, herkesin özgürce fikrini söyleyebildiği, tartışabildiği, sonra da istişare edip çıkan karara saygı göstererek alınan kararın gereğini yaptığı, başarısızın sorumluluk yüklenmesini bildiği, başarılıya mükafat, hatalıya uyarı verildiği, sadakatin ve menfaatin değil liyakatin ve çalışkanlığın değer gördüğü bir camia hatta bir toplum haline gelebiliriz. Dilerim bir gün Türk düşmanlarının oyunlarını alt edip hak edene hakkını veren, büyük ve güçlü Milliyetçi Türkiye'yi kuran kadroları yetiştirebiliriz.
Neyse, daha fazlası slogana ve hamasete gireceğinden, saat de 03:03 olduğundan kesiyor ve hepsini okuyana helal olsun diyorum. Zira ben başını unuttum.