Türk Milleti, içerisinde bulunduğumuz çetin kuşatma günlerinde, ulu önder Mustafa Kemal Atatürkü ve onun yarattığı cumhuriyeti yaşatmaya çalışıyor. Fakat aynı Türk Milleti bilmemektedir ki, Atatürk ölmüştür. Kurduğu cumhuriyet ise (ne yazık ki) resmiyette yaşamaktadır. Atatürkün bedenen öldüğünü lakinfikirsel olarak yaşadığını iddia eden çevreler de acı gerçekle yüzleşmelidir.
« Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. HâӀâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna layık olmak için birer tanrıya dönüşmeli değil miyiz? »
(Nietzsche, Şen Bilim, Kısım 125)
Varoluşçu felsefenin en önemli temsilcilerinden olan Alman filozof Friedrich Nietzschenin tanrı üzerine alıntılamış olduğum bu değerlendirme metni, toplum açısından bilinmişliği ile ters orantılı bir biçimde anlaşılmamaktadır.
Nietzsche, bu değerlendirme metninde; şahsi okumalarım ve yorumlamamla tanrının kavramsal olarak yüce bir değer olduğunu (var olduğunu düşünmese bile) fakat insanların akıl ve gerçekliğe ihanet ederek onu öldürdüğünü, Nietzschenin yaşadığı yüzyıl olan ondokuzuncu yüzyılda önlenemez insan arzularının sebep olduğu vahşeti yaratarak, tanrılaştırdığını ifade etmektedir. Psikolojik, sosyolojik ve felsefi olarak mükemmel derece de bir değerlendirme olan bu metin, dikkat ile okunduğunda ilahi kıssalar ile yarışır edebi bir harikadır.
İlküç cümleden sonra düşünür; tanrının ölümünden duyduğu üzüntüyü belirtirken bu cinayeti gerçekleştiren insanı işlediği cinayetten dolayı yermektedir. Ölen tanrının ardından insanların, kendilerini olmayacağını bildiği halde temize çıkarmaya çalışacağını, bunun için insanın ve insanların tanrının temsil ettiği manayı sahiplenmesi gerektiğini arzulamaktadır.
***
Türk Milleti, içerisinde bulunduğumuz çetin kuşatma günlerinde, ulu önder Mustafa Kemal Atatürkü ve onun yarattığı cumhuriyeti yaşatmaya çalışıyor. Fakat aynı Türk Milleti bilmemektedir ki, Atatürk ölmüştür. Kurduğu cumhuriyet ise (ne yazık ki) resmiyette yaşamaktadır. Atatürkün bedenen öldüğünü lakinfikirsel olarak yaşadığını iddia eden çevreler de acı gerçekle yüzleşmelidir.
Eğer Atatürk öldüyse, nasıl öldü? Bedenen mi öldü yoksa onu biri mi, birileri mi öldürdü? Tıpkı Nietzschenin dediği gibi "onu öldüren biziz".
Onu; onun varisi/silah arkadaşları dediğimiz, 417 Azerbaycan Türkünü Sovyetlere peşkeş çeken 'şahsiyetler' öldürdü.
Onu; 'demokrasi ve demokratlık' diyenler; bir yıl daha iktidar olup, Türk emekçisinin alın terini bir yıl daha fazla çalmak için öldürdü.
Onu; halkçılığa, devletçiliğe sarılıp, 'ortanın solu' deyip Atatürkün sarı saçlarını 'kızıla' boyamaya yeltenenler, devrimcilik okunu onu devirmek için gerenler, laikliği Türklük mukaddesatını kökünden sökmeye çalışan 'halk kahramanları' öldürdü.
Onu; onun kurtardığı ülkede doğup, onun inşaa ettiği cumhuriyette okuyup, onun emanet ettiği devlette çalışıp; rüşvet alan, adam kayıran, zimmetine para geçiren, durağan bürokratizm doğuran, 'devletin malı temiz yemeyen keriz' sözünü en büyük ahlaki öğreti olarak çocuklarına nasihat edenler öldürdü.
Onu; onun müdafaa ettiği camilerin arka hollerinde orta çağdan hortlamaya çalışan hezeyanları okutanlar, oralara inananlar, günahsız çocuklarını bilmeme korkusu ile oralara yollayanlar öldürdü. Onu; Şeyh Saidin, Kürt Saidin ve Derviş Mehmedin torunları öldürdü, soysuz dedelerinin soysuz intikamlarını alırcasına, soysuz bir biçimde öldürdü.
Onu; üç günlük dünya hayatında iki gün yalı da oturmak için, otomobillere binmek için, yatlarla gezmek için, Fransız modasından giyinmek için, onun askerlerininmukaddes kanı ile sulayarak kurtardığı vatan toprağını, on altı yaşında yetim ve öksüz bir kız çocuğuna tecavüz edercesine, sömürenler öldürdü. Onu; bırakalım yapsınlar, bırakalım geçsinler hatta bırakalım ..." diyenler öldürdü.
Onu; vatandaş değilken vatandaş yaptığı, insan değilken kadın yaptığı, hayvan değilken insan yaptığı, katliama ve tecavüze maruz kalacakken kucak açtığı ve tüm bunların dönüp "haklarımız zorla elimizden alındı" diyenler öldürdü.
Onu; tüm bunlara gözyuman milletvekilleri, bilim insanları, yargıçları, akademisyenleri, yazarları, gazeteciler, subaylar, vatandaşlar ve Türk tarihinde büyük bir cinayet işlenirken 'fotoğrafını çekmeye çalışan' onun gençliği, Türk gençliği öldürdü.
Mustafa Kemal Atatürkü biz öldürdük...
Bugün, ondan seksen yıl sonra yaptığımız bu korkunç cinayetin vicdan azabı içerisinde kıvranıyor, oraya buraya yürüyor, bir şeyler yapmak için hiçbir şey yapamadan öylece duruyor, sürekli onu yücelten ve vicdan azabımızı dindirecek ilahiler okuyor, sanki on bin yıl önceki esfunlu zamanları hayal eder gibi onun zamanını hayal ediyoruz.
Ama ne çare?
Ölü, bir Mustafa Kemal Atatürk de olsa, ölü; ölüdür.
Peki bu vicdan azabımız ve yasımız daha ne kadar sürecek? Bir kımız-ı dirlik olan cumhuriyeti, biz bile bile pervasızca yere dökmedik mi?
Artık, "Mustafa Kemalin askerleri" olmak yerine doğrudan doğruya bir Mustafa Kemal Atatürk olmamalı mıyız?