Bugün 11 Kasım 2016... Bu da bir 10 Kasım yazısı değil, 11 Kasım yazısı...
10 Kasımların klasikleşen sözleridir "Atam izindeyiz", "Hasretle anıyoruz", "Olmasaydın olmazdık" gibi sözler... Bazen de özlem şarkılarla dile getirilir "Bir daha gel Samsun'dan" denilerek. Ancak olmazsa olmazımız "Anmak değil anlamak lazım" şeklindeki "Hmm çok doğru" dedirten sözdür. Hatta bu söz söylenince veya okununca tasdik sözleri dökülür dudaklardan. "Anlayamadık Atam" der birisi mesela, diğeri "Anlasak böyle olmazdı zaten" diye destekler.
Düşünsenize... Yaptıkları ve söyledikleri çok net bir şekilde kayıtlara geçmiş olan, üstü kapalı mesajlar vermek yerine çoğu zaman açık açık yol ve hedef gösteren bir tarihi şahsiyeti onlarca yıldır neden anlayamadık? Yoksa gerizekalı mıyız? Her 10 Kasım'da "Atam seni anlayamadık" diyen bizler, bir sene sonra yine aynı şeyi söylüyorsak, koskoca bir yıl boyunca onu anlamak için hiçbir şey yapmamışız demektir. Ağır geliyor biliyorum ama bizde kesin bir zeka sorunu var. Yaptıkları ortada, söyledikleri ortada, hatta söylediklerinin birçoğu gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye devam ediyor. Onun yaşadığı döneme benzer bir dönemden geçiyoruz. O halde hâlâ anlamamakta ısrar niye? Derslerde görmüş olduğu sorunun sadece rakamları değiştirildiğinde yapamayan öğrenci misali, düne göre sadece isimlerin ve cisimlerin değiştiği ama şartların benzer olduğu bir dönemde karşımıza çıkan sorunları çözmekte zorlanıyoruz. Sonra da kendimizi acındırmaya çalışıyoruz.
O halde şu soruyu sormamız gerekiyor: "Atatürk'ü anlamayı gerçekten istiyor muyuz?" Bu soruya şaşırıp da "Bu nasıl soru? Tabii ki..." diye cevap vermeden önce düşünelim. Anlamak daha doğrusu anlamaya çalışmak emek gerektirir. Anlayabilmek için hem zaman harcamak, hem kafa yormak gereklidir. Mesela kitap okumak, mesela belgesel izlemek lazım. Sonra düşünmek lazım. Çünkü anlama çabası, olan bitenleri, o günlerin şartlarını, zorlukların boyutunu tasavvur etmek, yüz yıl önce yaşananların benzerlerinin bugün de yaşanıp yaşanmadığını düşünmek, karşılaştırma yapmak zorunda bırakır insanı. Buna hazır mıyız?
Hadi diyelim ki o çabayı gösterdik. Zaman harcadık, emek sarfettik, kitaplar okuduk, belgeseller izledik, tarihçileri dinledik. O da yetmedi, düşündük. Ne kadar büyük işler başardığımızı görüyor musunuz? Düşündük ya hu, düşündük. Kolay mı öyle? Her babayiğidin harcı değildir düşünmek, kafa yormak. Bütün bunları yapıp gerizekalı olmadığımızı kanıtlamaya çalıştık belki de. Yalnız ya gerizekalı değil de fazla zekiysek? Yani daha doğrusu kurnazsak... Ama hani böyle tilki kurnazlığı, çakal kurnazlığı varsa bizde, işte o zaman ne olacak?
Tekrar soruyorum: "Atatürk'ü anlamayı gerçekten istiyor muyuz?" Mustafa Kemal'i anlarsak ya da anladığımızı belli edersek başımıza bela almış olmaktan mı korkuyoruz? Bir düşünün, adamın işi gücü yokmuş gibi, bir de yıllar sonrasına hitap eden "Nutuk"lar atmış, gençlere falan hitap etmiş. Oysa bir dizi karakterinin dediği gibi "Bize böyle bir şey söylenmedi" deyip geçmek ne kadar da kolay ve rahatlatıcı olurdu. Onu anlarsak, muhtemelen çalışmamız, daha çok çalışmamız, mücadele etmemiz, kendimizden fedakarlık etmemiz gerekecek. Sorunları çözmeye çalışırken onu anlamak için düşündüğümüzden daha fazla düşünmemiz gerekecek belki de. Televizyonda dizi yerine haberleri, yarışma programı yerine tartışma programını izlemek zorunda kalacağız. Hatta belki televizyon izlemek yerine kitap okumak, alışveriş merkezlerinde gezmek yerine sivil toplum kuruluşlarına katılmak zorunda kalacağız. Ne zahmetli iş değil mi?
İnanın çok merak ediyorum: "Atatürk'ü anlamayı gerçekten istiyor muyuz?" Yoksa anmak, övgüler düzmek, ağıtlar yakmak, yakamıza rozetini, balkonumuza, duvarımıza fotoğrafını asmak, heykellerini dikmek, her 10 Kasım'da saat 09:05'de bir dakika saygı duruşunda durmak, sosyal medya hesaplarımıza "Atam İzindeyiz" yazmak, şiirler, şarkılar paylaşmak daha mı kolay geliyor? Bu şekilde mi kendimizi avutuyor, böylece sorumluluktan kurtulduğumuzu mu düşünüyoruz? Haksız da değiliz hani. Diğer türlü emek harcamaktan, kendimizden fedakarlık yapmaktan çok daha kolay bir yol.
"Ah be Atam! Nerelerdesin? Bir daha gelsen şimdi Samsun'dan, Anıtkabir'den doğrulup kalkıversen, işimiz ne kadar kolay olurdu. Anlayamadık seni Atam anlayamadık. Mavi gözlerin, sarı saçların vardı. Ne de yakışıklıydın sen öyle... Sosyal medyadaki profil fotoğraflarımızı bile seninle süsledik Atam. Ama bunların hepsini yapmamıza rağmen bu ülkeyi kötüye gitmekten kurtaramadık. Neyi eksik yaptık bilemiyoruz. Ah be Atam, bir daha gelsen Samsun'dan, bizi de kurtarsan bu dertten. Bana müsade Atam, dizi başlıyor şimdi. Seni de koymuşlar içerisine, belki böyle kurtulur ülke diye."
Sahi dostlar, "Atatürk'ü anlamayı gerçekten istiyor muyuz?" Cevabımız "Evet" mi? Hem de dolu dolu bir "Evet" mi? Öyleyse fedakarlığa, rahatımızın bozulmasına, çile çekmeye hazır olalım. Çünkü önce anlamak, sonra da anladıklarımızı uygulamak için, önümüzdeki senenin 10 Kasım'ında "Atam seni anlayamadık" dememek için çok çalışmamız gerekecek.
Bugün 11 Kasım 2016... Bu da bir 10 Kasım yazısı değil, 11 Kasım yazısı...
Ve size bir şey söylemem gerek. Acı ama gerçek:
"Atatürk, Samsun'dan bir daha gelmeyecek!"