20. yüzyılda yaşamış "Antep Canavarı" lakaplı Abdullah Palaz'dan bahseden, kendisi de eski Hacettepe Mahallesi'nin kabadayılarını tanımış Turhan Temuçin, onun için "Beni icbar ettiler diyordu. Tahrik ettiler. Ağam bu kötüleri öldür öldür bitmiyor, derdi" demiştir. "Otoriteye" başkaldırma yahut iki otoritenin çatışması hangi dönem ve koşullarda gerçekleşirse gerçekleşsin tek bir eylemle (karşılıkla) yani cezalandırmayla sonuçlanır. İşlenen suça karşılık uygulanan yaptırımdır. Korkutma ve caydırmanın yanı sıra "adaleti sağlama" amacı da güdülmektedir. Resmi elden uygulananı "ceza" kavramıyla ifade edilebilirken gayri resmi elden uygulananı, yani çoğunlukla illegal ve örfi karakter taşıyanı "racon" olarak ifade edilmektedir. Uygulamada kullanılan araç ise genellikle "şiddet" içerisinde tanımlanan eylemlerdir (irade dışında alıkoyma, ölüm vb.) ve çoğu zaman belli bir "gerekçeye" binaen icra edilmektedir. Bu gerekçe genelde "suç" olsa da bilhassa mafya tipi çıkar amaçlı altkültür gruplarında "çatışma" (ihtilaf-niza) olmaktadır. "Şiddeti" adi bir vakadan, "başka bir suçtan" ayıran "gerekçesidir".
Şiddet salt kaynağını (resmi yahut gayri resmi) herhangi bir meşruiyetten aldığı için değil, çoğunlukla "gerekçesine" göre (toplum, sosyete, camia vb. nezdinde) meşru sayılmıştır. Bir katili gerek vicdani gerek hukuki açıdan bir toplum düşmanından ayırt eden şey çoğu zaman faili olduğu suçun gerekçesi olmuştur.
Namus cinayeti, nam için öldürme, koruma vb. gerekçelerle işlenmiş bir suç zaman zaman kabul görebilir hatta bulunduğu sosyolojik koşullara göre "övünç" gibi görülebilir. Fiil, cezalandırma maksadı güdüyorsa "vaka-i adiye"den sayılmaz. Herhangi bir birey işlediği suç sırf cezalandırma mantığı taşıdığı için "otorite" olarak kabul edilmese de bir mahkemenin infazıymış gibi görülebilir. Üstelik suçun kurbanı toplum nezdinde olumlanmayan biri ise "hak etmişti zaten" gibisinden savunularla failin aklanması bile söz konusu olabilir.
Şiddet yerel ahlak ve hukuk bağlamında örfi gerekçelerle icra edilmişse "töre-racon" adı altında kabul görür. Merkezi otoritenin "cezası" varsa, yerel otoritenin cezası da "racon"dur. Yazılı olsa da olmasa da, icra eden "hükmedici" yahut yetkisiz herhangi bir kişi olsa bile yapılanlar anlayış ve kavrayışta "kanun" sayılmaktadır. Bazı topluluklar (mafia, hajduk, eşkıya) hatta toplumlar bazında, merkezi otoriteye karşı yerel güç odaklarının direnişi (hukuki ve kriminal anlamda) ile ilgili olarak "çifte ahlak-çifte hukuk" (merkez ile yerel arasındaki çiftelik-düalite) söz konusudur. Merkezi otoritenin egemenliği altında olmakla birlikte gelenekten gelen örfi-yerel ahlak ve örfi hukuk benimsenmiştir. Mafya tarzı örgütlenmelerin ve bu havzada faaliyet gösteren bireylerin (ve toplulukların) ortaya çıktığı, kabul gördüğü zemin budur.
Bahsi geçen zemin İtalyancadan Türkçeye "yol", "yordam" anlamında giren ve Osmanlı döneminden bugüne kullanılan "racon" kelimesiyle isimlendirilmektedir. İsimlendirme dönemine göre ve kültürden kültüre değişmektedir. "Töre" olur (Anadolu'da), "besa" olur (Arnavutluk'ta) veya "omerta" (İtalya ve ABD'de) olur.
Peki, kendi "camiası" haricinde herhangi bir unvan, vasıf taşımayan birinin şiddet gerekçesine nasıl bakılmaktadır? Bu tür insanların rakiplerini ölümüne kavgaya davet etmeleri adeta sıradan bir mahkeme duruşması gibi addedilebilir. Bunun da ötesinde merkezi otoritenin sınırlarını da zorlayabilir. Mesela Osmanlı'nın son dönemlerinde Ankara'da ahaliye yaptıklarıyla adı "ırz düşmanına" çıkmış Kör Behçet adında birini öldüren Yağcıoğlu Ahmet Ağa için Ankaralılar bin imzalık bir af dilekçesi hazırlayıp dönemin Ankara valisine sunmuşlardır.
Şiddetin kullanımı meşruiyetini ve de kaynağını çoğunlukla (merkezi yahut genel normlar haricinde) gerekçesinden almaktadır. Bu gerekçe çoğu zaman (maddi veya manevi) çatışma bağlamında karşıtlar üzerinden de devşirilebilmektedir. Düşmanının kendisine saldırısı mukabilince karşı koyma söz konusu olduğunda şiddet olağan karşılanmaktadır. Nasıl kuvvetlerini halktan aldıkları için Osmanlı'nın atadığı valilerin emir ve kararlarına ayak direyen ayanlar kendi askeri kuvvetlerini oluşturmayı kendilerine hak görmüşlerse bir yerden sonra merkezi otorite dahi kendi reayasını ayanlara karşı silahlandırmaktan (bu silahlı gayrimüslim unsurlar sonradan meşhur hajduklar olarak merkezi otorite için de sorun oluşturacaktır) kaçınmamıştır.
Bu tür kimselerin (koşullara bağlı olarak) sıklıkla dâhil oldukları camiadan da taşarak halk arasında ismi yaşatılan, hayatı destanlara türkülere konu olan kimselere dönüştürülmesi de yine "gerekçelendirilmiş şiddet" bağlamında değerlendirilmelidir. Örneğin hükümetin takibatındaki meşhur Çakırcalı Mehmet Efe için ahali türkü yakmakla kalmamış, yaşadığı esnada (Çakırcalı dâhil türlü çeteleri takip etmekte olan zabitlerin ifadesine göre) canları pahasına koruyup kollamışlardır.
"Gerekçelendirilmiş şiddet" bu zeminde şiddetin kaynağına da dönüştürmektedir. Tıpkı Osmanlı'dan Cumhuriyet'e belli vukuatlara karıştıktan sonra isimlerini duyuran ve saygınlık kazanan kabadayılar misali günümüzde de büyük şehirlerin belli semtlerinde "köşe başı altkültürü" içerisinde yetişen gençlerin "dosyalı" (sabıkalı) olmayı olağan karşıladıkları ve bundan da öte akranları arasında "delikanlı", "ağır abi" sayılmak için gereklilik olarak görmeleri söz konusudur.
Bu noktada "gerekçe" kavramına geri dönmek ve özellikle çıkar amaçlı örfi ve çoğu zaman illegal altkültürleri için şiddetin gerekçesine bakılmalıdır. Türkiye'de kabadayılık-mafya altkültürünün temellerinin atıldığı yeniçeri zorbaları döneminden (takribi XVIII. yüzyıl) bugüne çok değişmeyen bu gerekçe ("güruh", "eşkıya", "haydut", "zorba", "şerir", "komitacı", "çeteci", "dağlı", "isyancı", "baldırı çıplak" , "zeybek", "efe", "kozak", "kleft", "haydamak", "aydamak" , "kaçak" ne isimle anılırsa anılsınlar) aşağı yukarı aynıdır.
Bu neye göre tespit edilmektedir?
Yeniçeriliğin ilgasından (1826) ve Tanzimat Fermanı sonrasında (1839) yeni tip mahallelerinin ortaya çıkması ile kabadayılar meşruiyetlerini "ortalarından" ve "mahalle kolluklarından" değil, doğrudan mahallelerinden almaya başlamışlardır. Başka bir otoriteyle ilişkileri yoksa semt ahalisinin takdirini kazanmak için zorbalık yoluna (en azından kendi semtinde) pek az başvurmuşlardır. Bu nedenle Cumhuriyet dönemine kadar "racon sahiplerini" kabadayıların meşruiyetlerini ocaktan ve ortalardan aldığı "ocak dönemi" ile mahalleden, semtlerinden aldıkları "mahalle dönemi" şeklinde iki döneme ayırmak mümkündür.
Şiddet uygulamalarının gerekçesi (yeniçeri zorbalarından kabadayılara) emsalleri bir zorbanın ya sahiplendikleri kimseye yahut kazanç sağladıkları şeye el uzatmasıdır. Bu duruma ses çıkarmayan yahut hasmını sindiremeyen zorba çevresinde eskisi gibi saygı görmez. Saygı ve itibar görme ile isim "nam" kavramı altında birleşmiş durumdadır. Bir kabadayı "isim yaparsa" nam yapmış demektir, "namı yayılmıştır", "namı yürümüştür". Eğer itibarına yani "namına halel getirirse" bulunduğu çevreden dışlanır ki çoğu bunu yaşamaktansa ölümü ve tehlikeyi göze almıştır. "Nam" için yaşama bağlamında ortaya bir "şiddet döngüsü" çıkmıştır.
Zorba var olabilmek için "gerekçelendirmiş şiddete" başvurmaktadır ancak kendisinin hareket motivasyonu da zaten "gerekçelendirmiş şiddettir." Bu şekilde bir şiddet (ya toplum ya mensup olunan topluluk nezdinde) olumlanır, övünç kaynağıdır. Öldürme ve kavga "nam" getirir. Yine bu bağlamda kulak-burun kesme de bir tür güç gösterisidir. İcap ettiğinde "öldürmek" söz konusu olunca "karşıt" ya bunu hak etmiştir yahut "tam adamına çattığı" için öldürülmesi doğaldır. "Nam" uğruna birinin gözden düşmesi veya öldürülmesi "racon"la ilgilidir, racon yazısız kanundur ve "gerekçelendirilmiş şiddetin" kendisidir. Gerekçelendirilmiş şiddet bu yüzden kuyruğunu ısırmış yılan yahut ejderha metaforu olan "ouroboros"a benzetilebilir. Çünkü "öldüreni" hem de "ebedi bir döngüyü" temsil etmektedir.
Suç tarihi ve özellikle "çıkar gruplarının", "altkültürlerin" suç tarihi bu kavramın ışığında incelendiği zaman netlik kazanacak ve "genellenmiş" bir şiddet tanımı içerisinde kaybolmayacaktır. Daha kendine özgü koşullarda ortaya konabilecek ve o oranda da açıklayıcı olacaktır.
Bununla birlikte şu soru akıllara gelmektedir. İster karnını doyurmak için yolda denk geldiği bir köylüyü soyan eşkıya olsun ister sevdiği kadına birilerinin göz koyduğu bir zorba olsun, "gerekçelendirilmiş şiddet" tüm bunları kapsıyorsa hırsızları, gaspçıları ve diğer adi suç gruplarını da kapsar mı? Kendilerini hem kazanç hem havza bağlamında "yeraltı dünyasına ait" gördüklerinden kapsadığı söylenebilir. Ancak bu "şiddet" kavramından ziyade "suç tarihi" ile yahut adı geçen altkültürlerin tarihiyle alakalı olarak incelenmelidir. Mamafih cüzdan için bıçak çeken biriyle onlarca gaspçıyı idare eden birisinin şiddetinin "gerekçelendirilmiş" olup olmaması, aynı havzadan gelmelerine rağmen "kabadayı-mafya benzerdir/benzer değildir" tartışması misali başka bir sahanın ve başka bir sorunun öznesidir.
Okuma Önerileri:
-Kemal Tahir-Namuscular
-Yaşar Kemal-Demirciler Çarşısı Cinayeti
-Ed Falco & Mario Puzo-Corleone Ailesi
Kaynakça
- Avcı, Ali Haydar, Zeybeklik ve Zeybekler Tarihi, E-Yayınları, İstanbul 2004.
- Balsamo, William, Carpozi Jr., George, Organize Suç A.Ş.-Mafyanın 100 Yıllık Tarihi, çev. Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul 1999.
- Bayrak, Mehmet Bayrak, Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri, Özge Yayınları, Ankara 2014.
- Bovenkerk, Frank, Yeşilgöz, Yücel, Türkiye'nin Mafyası, çev. Nurten Aykanat, Haluk Tuna, İletişim Yayınları, İstanbul 2000.
- Celnarova, Xenia, Avcı, Ali Haydar, Avrupa ve Önasya'da Eşkıyalık, Barış Kitap, Ankara 2012.
- Çulcu, Murat, Her Sakaldan Bir Kıl-Türkiye'de Mafia'laşmanın Kökenleri-I, E Yayınları, İstanbul 2006.
- Çulcu, Murat, Sikkesiz Sultanlar-Türkiye'de Mafia'laşmanın Kökenleri 2, E Yayınları, İstanbul 2002.
- Hiçyılmaz, Ergun, Silahım ve Namusum Üzerine Yemin Ederim ki…, Destek Yayınevi, İstanbul 2012.
- Hobsbawn, Eric J., Eşkıyalar, Avesta Yayınları, İstanbul 1997.
- Koçu, Reşat Ekrem, Yeniçeriler, Doğan Kitap, İstanbul 2015, s. 319-322.
- Küçük, Yaşar Doğu Karadeniz Bölgesi Eşkıya ve Kabadayıları, Serander Yayınları, Trabzon 2006.
- Soyuer, Halil, Ankara Kabadayıları, Pencere Yayınları, İstanbul 2015.
- Soyyanmaz, İsmail Hakkı, Tulumbacılar ve Edirne Tulumbacıları, Eser Matbaacılık, Edirne 2002.
- Temuçin, Turhan, Abdullah Dayı, Destek Yayınevi, İstanbul 2010.
- Ulunay, Refi Cevat, Sayılı Fırtınalar-Eski İstanbul Kabadayıları, Arma Yayınları, İstanbul 2003.
- Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Meşhur Rumeli Ayanlarından Tirsinikli İsmail, Yılıkoğlu Süleyman Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2010.
- Yaltırık, Mehmet Berk, "Eski İstanbul Kabadayısı Figürü ve Bir Şehrin Yaşadığı Değişimler", (Sempozyum Bildirisi), Uluslararası Osmanlı Araştırmaları Kongresi, OSAMER-Sakarya Üniversitesi, Sakarya-14 Ekim 2015.
- Yaman, Ömer Miraç, Apaçi Gençlik-Gençlerin Toplumsal Davranış ve Yönelimleri: İstanbul'da "Apaçi" Altkültür Grupları Üzerine Nitel Bir Çalışma, Açılım Kitap, İstanbul 2013.
- Yetkin, Sabri, Ege'de Eşkıyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2003.
- Yurdakul, Doğan, Abi-Kabadayılar, Mafya ve Derin Devlet, Pozitif Yayınları, İstanbul 2009.
- Zens, Robert, "Pazvantoğlu Osman Paşa ve Belgrad Paşalığı", Osmanlı İmparatorluğunda İsyan ve Ayaklanma, ed. Jane Hathaway, çev. Deniz Berktay, Alkım Yayınevi, İstanbul 2007, s. 141-164.